Tanım anlamında Din; Hür iradeleriyle inanan akıl sahibi insanların en iyiye, en doğruya, en güzele, ebedi saadete ulaştıran ilahi kanunlar bütünüdür yani Allah\'ın nizamıdır… Bu nizama tabi olan akıl ve sorumluluk sahiplerini, dünyada ve ahirette mu.
Durcheim\'in din tanımı ise şöyledir: \'\'Din, kutsal şeylerle ilgili emredilen ve yasaklanan inançlar ve pratiklerin birleşik bir sistemidir \'\'…
Tarihsel dinler en uzun ömürlü medeniyet kurumlarıdır. Bu dinlerin devamlılığı ve başarılarının sırrı her çağın yükselen değerlerine Ahlaki, akli ve örgütsel güçleriyle karşılık verebilmeleri ve entegre olabilmelerinde yatmaktadır. Özellikle İslam dininin cihanşümul ve zamanlar üstü olması bu özeliğini daha da belirginleştiriyor. Bunun için de İslam’ın hayata dair söylemleri asgari ilkelerdir. Yani maksimum ve total ilkeler değildir…
İslam’ın muhatabı insanların tümüdür... Tüm zamanlarda ve coğrafyalarda asgari ortak noktaları belirler; ayrıntılara girmez. Çünkü ayrıntılar ve detaylarda ortaklıklar bulunmaz. Diğer bir deyişle İslam, İtikat ,Hukuk ve Bilim/bilişsel alanlarda minimum ortak ilkeleri vermiştir.
Kur’an’da / Vahiy\'de tüm bunların ayrıntılarıyla olduğunu iddia etmek dinde ifrat ve tefrite kaçmaktır, dine fazla yük yüklemektir ve hem insana hem de dine zulmetmektir. Tüm bunlardan şu sonuç çıkar: İslam Ekonomik ve yönetsel teoriler sunmamıştır. Bunları dinin temel şartlarına uymak koşuluyla zamanın ve çağın uzman iktisatçılarına ve profesyonel siyasetçi kadroların akli ve dini bilgilerini kullanarak yönetmelerine bırakmıştır.
Sayın Prof. Hayri Kırbaşoğlu’nun dediği gibi her çağın kendi ruhu ve teknolojik seviyesine göre bir anlayışı vardır. Eskinin yani Selef ve sahabi o günü nasıl kavramışsa aynı şekilde bugünkü kavrayış biçimi de bu günü doğru kavramalıdır. O günün koşullarını taklitle ve Tezekküre saplanmakla değil. Tevakkuf ile Tefekkür etmektir doğru davranış...
İslami literatürde “Bir dinin iktidarı” ile “Dini İktidarı” ayırmak lazım. Din Sosyoloğu Meerten Ter Borg bir makalesinde bu ayrımı şöyle tanımlamıştır:
Dinin iktidarı; “Din adamlarının ve dini kurumların yani adet ve geleneklerle dini organizyonların sivil gücü yani dinin işlevsel gücünden gelen iktidardır\'\'. Doğal olan sosyal iktidar budur ve bu anlamda bu güç İslami toplumsal yaşamda hep var olmuş, yerleşmiş geleneksel güçtür.
Dini iktidar için ise, “Bir şeyin gücü olmaktan çok, bir şeyden güç alan iktidardır” der. Yani dinin gücünü kullanarak ve onun anlam referanslarını alarak bir kişi veya zümre adına insanlara bir şeyler yaptırma iktidarıdır. Bireyden çok dini sekülerleştirir. Din ile siyasetin kaynaşması (dinin ideolojileşmesi) kutsal ile seküler güçlerin bir şekilde toplum üzerinde otoriter ve acımasız bir tahakküm oluşturmasına neden olur. Akli olmayan ve hep tartışılan iktidar budur ve günümüzün sorunsalı da bu hal üzeredir. Din devleti de, Politik İktidarı dini terminoloji ile meşrulaştırmadır nihayetinde. Tıpkı tarihte ve gündemde olan dinin gücünü suiistimal eden Emeviler, Abbasiler, Osmanlı, Fatimiler, Suudi, İran, Afganistan ve eski Avrupa kilise devletleri gibi iktidarlar…
Gelelim günümüze yani modern yaşama ve Postmodern anlayış, Modernizm yani diğer bir deyişle aydınlanma,17. yüzyıldan itibaren insanın inançları yerine salt aklına güvenmesiyle başlayan bir dönemin başlangıcıdır. Protestan mezhebinin çıkışına paralel kapitalizmin yükselmesiyle oluşan bilgi birikimiyle, doğa üzerinde bilimsel hâkimiyet, yoksulluk, kaynak yetersizliği ve doğal afetlerin gelişigüzelliğinden kurtulmaya başlandı. Düşüncenin rasyonelliği en belirgin tarzıdır. Salt aklın önceliği ve Analitik düşünce sistemi ile her şeye çare bulunacağına inanılan 300-400 yıllık bir dönemdir. “Modernizm aynı zamanda insan ruhunu özgürleştiren ve başlangıçta geleneğin ve inancın prangalarıyla engellenmiş, atıl kalmış insan yaratıcılığını gün yüzüne çıkaran iyimser, ümit verici ve heyecanlandırıcı bir projeydi” der ünlü sosyolog Peter Clarke. Ve Modernizm insanoğlunu boyunduruklardan kurtarmak gayesiyle bilgiyi ve sosyal/ toplumsal yapılanmayı kutsal ve efsanevi unsurlardan arıtan Seküller bir hareketti. Dine yeni bir bakış acısı getirdi ve bazı yönleriyle de dinle çatıştı.
Modernizm anlayışının kendi mutlak doğruları vardı. Bilim ve ampirik araştırmalar sonucu aklın kabul ettiği tartışmasız gerçekleri vardı. Ona göre hakikat bir tanedir o da olguların determite ettiği yani salt akıl ve bilim yasalarının belirlemiş olduğu ve başka gerçekliğin olmadığıdır\'\'. Kant, Descartes, Voltaire, Hegel vb. bilim adamları bu anlayışın sembol isimleridirler. Buna karşı radikal İslamcılarda İslam’ı, tekçi, mutlakçı, inhisarcı bir tarzda yorumladılar ve kesin doğruları kendilerince buldular. Bunu da Kur \'an ve sünnetten çok hadis kaynaklarına dayalı yaptılar. Mutlakçılık ve tekçi dayatmacılık anlamında modernizmle tam aksi yönlerde uyuştular. Birbirini red ve inkâr anlayışıyla karşılıklı mücadele ettiler. İnancı en katı ve sert bir tarzda yorumladılar...
Modernizm İngiltere ile özdeşleştirilerek bir yandan da sömürgeciliği temsil ettiği varsayıldı ve İslam coğrafyasında modernizme karşı mücadele aynı zamanda Anti-Sömürgecilik hüviyetine de büründü. Bu ilk dönemde Modernizme karşı Göze çarpan bir şiddet kullanılmadı. Daha çok fikri düzeyde ve hatta entelektüel tarzda bir Anti-Modernizm mücadelesi verildi. Bu mücadeleye Geleneksel islam sayılan Ehli-Sünnet veya İmam Eş‘ari ve imam Maturidi yanlıları da dâhildir.
Özellikle 20. yüzyılın başlangıcından itibaren ve aslında Şialığın İhvan-i Safa anlayışına karşı örgütlenen İhvan-ı Müslümin hareketince bu mücadele ivme kazandı. Hasan el Benna, Mevdudi, Seyid Kutup, Cinnah vb. gibi çağdaş Alimlerin öncülüğünde verilen bu mücadeleye bazı noktalarda modernizmle uzlaşı arayan El-Menar Grubu da (Cemalettin Afgani, Muhammed Abdu ve Reşit Rıza vb. ) dahil edilebiliniz. Bu gruptakiler Batının bilim ve teknolojik gücüyle Doğunun inanç ve mistisizmini uzlaştırıp bir sentez yapmaya çalıştılar. Bunlara Bediüzaman Said-i Kurdi de dâhil edilebilinir. Bu dönemde bizim Selefi/Köktendinci dediğimiz ve daha çok Ehi-i Sünnetin Hambeli mezhebi mensupları olup Şeyhülislam dedikleri Tekkiyeddin İbn-i Teyyimme (Urfalı olup Kürt olduğu söylenir ) yandaşı selefi ve Selefi/ Vuhhabi cihatçı şiddet grupları henüz gün yüzüne çıkıp aktifleşmemişler…
Modernite, salt akıl uğruna gelenek ve inancın istibdadını sarsmıştı. Ama Köktendinci anlayış gibi Mutlakçıydı, otoriterdi, tekelciydi, mutlak doğruları vardı. Spiritüalizme (Ruhsalcılık ) karşılık Sekülercidir (dünyevileşmek ). İkisinde de merkezi kontrol vardır. Batı toplumunda ve kültüründe oluşan olumlu değerleri ( Demokrasi, insan hakları ve liberal ekonomi/siyaset gibi ) evrensel ve kültürler üstü sayması ile radikal İslami yorumlardan çıkan anlayışın tüm İslami inanç gruplarına ve itikatlara dayatılması anlamında benzerlikleri vardır. Zıt yönde ama benzer değerlere sahiptiler ve birbiriyle mücadeleleri aşırı tahripçi değildi. Bir görüşe göre de, İslam’ın moderniteyle anlaşabileceğine ve hatta batı insani değerlerin yavaş yavaş kabullendiğine Ve İslam’ında Modern batı değerlere, diğer Kitap ehli olan Hristiyan ve Yahudilikten ne Fazla ne eksik uyumlu olduğudur...
Asıl ne olduysa Modernizmin Postmodernizme evrilmesi veya Postmodern anlayışın yavaş yavaş dünya sistemine hâkim olmasıyla oldu ve uyumuş canavar uyandı, acımasız şiddet devreye girdi... Postmodernizm yalnızca Köktendinci şiddeti tetiklemedi koskoca sosyalist sistemi yıktı ve Kapitalizmin de yeni bir evresini başlattırdı. Aklın ve bilimin mutlak hakimiyetine son verdi. Daha doğrusu her türlü mutlakçılığı, otoriteyi ve “doğru, gerçek” kavramlarını yıkarak “Belirsizlik” ve “Görecelik” anlayışını getirdi. Bunlar 1900’lerin başındaki Einstein’ın görecelik teorisi ile ondan sonraki süreçte Atom-altı parçacıkların davranışı, Hiper -uzaydaki yeni keşifler ve teknolojinin müthiş gelişmesiyle başlayan düşünce tarzlarıdır. Bu bilimsel gelişmelere sermayenin yaygınlaşması ve küreselleşmesi anlayış bazında tuz-biber serpti ve nerdeyse modernizmin hiç bir ilkesi ayakta kalmadı. Modernizm Akıl ve pozitivizm adına gelenek ve inancın hakimiyetini sarstı ama postmodernizm bizatihi “hakikatı” reddeti ki buda inançlar için gerçekten yıkıcı sonuçlar doğurdu…
Bu gelişmelerden Ulusal devletlerin zayıflaması ve her şey gibi devlet sınırlarının belirsizleşmesinden Kürtlerin Devlet olmamaları gerekliliği çıkarımı, saftirililik değilse koca bir zavallılıktır. Bu orijinal ve özgün düşünceden çok sömürgeci anlayışla işbirliğinin tezahürüdür. Kürtler de her Millet gibi Modernizm devresini yaşayıp Devlet olma sürecinden geçtikten ve Tarih sayfasından silinme skalasını yıktıktan sonra ancak bu Postmodern sorunlarla uğraşmaya başlamalı. Fırsattan istifade “mal görmüş mağribi” gibi bu durumdan devletsiz olmayı çıkarmak tamamen Kürt halkına ihanettir. Bu konu asıl konumuz olmadığından bu kadarla yetineceğim.
Not: Yazının devamında Köktendinci şiddetin nedeni ve postmodernizmle ilişkisine değineceğiz.
Selam ve saygılarımla…
Devam edecek…
12-07-2014
Xwendeq Benahol (Abdul Nasır Sönmez ) Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.