Bu yazı dizisi, Türkiye de girift hale gelen ve aynı zamanda siyasi bakımdan kısırlaştırılmış bulunan, Kürt sorunu ile ilgili, çözüme yönelik yeni ve farklı bir bakış açısıyla çözümler sunan ve çözümsüzlükten muzdarip herkesi kapsayacak ve yer almasını hedefleyecek şekilde toplumsal tabana dayalı çözüm projesi olması amacıyla birkaç bölümden oluşan bir yazı dizisidir.
Birincisi; Dikkatlice okunduğu ve ekte ki belgelere bakıldığı zaman, klasikleşmiş söylem ve projelerden farklı ve gerçekten çözüme yönelik halk tabanına dayalı yeni ve farklı bir bakışı ortaya konulduğununun hemen anlaşılacağından emin olabilirsiniz. Hatta iddia ediyorum ki ( şu ortamda ) Kürt halkını, “gövdesi Kürt, kafası Kemalist siyasi vesayetin” egemenliğine terk etmeden ve sadece Kürt siyasetini esir almış bulunan bu Kemalist siyasi vesayetin “tahakumcu” çözümünden başka tek alternatif çözüm yoludur diyebilirim.
İkincisi; Bu rapor, Tarikat, Medrese, Ulema, Dini cemaatleri ve tasavvufi tabanı merkeze alarak ve bunu gözeterek hazırlanmış bir projedir. Bir bütünlük içerisinde proje incelendiğinde, ne tür bir sonucun amaçlandığı açıkça görülecektir.
Benim bu raporla amaçladığım, Kürtler arasında Kürt sorunu ile ilgili Muhafazakar-Demokrat eksenli bir siyaset yapma zemini oluşturma ve bu imkanı ortaya çıkartmaya gayret göstermektir.
Kürt halkının sosyolojik durumuna bakacak olursak şunu görmekteyiz;
Genel olarak Kürt halkı toplumsal yapı olarak dört gruba ayrılır:
Birinci grup; Nitelikli olup, niceliği ( halkta tabanı-karşılığı ) olmayanlar. Bunlar aydın ve (gerek çağdaş okullarda gerekse de medreselerde ) okumuş kişilerdir. Bunlar halkı bir araya getirip bir kitle bilinci oluşturamazlar. Fakat bir araya getirilecek veya oluşturulacak toplum üzerinde “toplumu dizayn etme” de etkili olabilirler.
İkinci grup; Hem nitelik hem de niceliği olanlardır. Bunlar dini cemaat - tarikat önderleri Şeyhlerdirler.
200 yıldan beridir bunlar halkla iç içedirler. ( kendi tarzı ile ) Sosyal dayanışma içerisinde hem halkı eğitirler hem de bölgenin en ücra köşesine kadar, aşiretleri de içine alacak şekilde halkı tarikat bazında örgütlerler. Bir nevi şemsiye örgütlenme görevini üstlenirler.
Üçüncü grup; Nitelikli olmayıp fakat niceliği olanlardır. Bunlar aşiret ağaları ile toplumda “Rih-spi” aksakallı- aristokrat-eşraf-kanaat önderleri olarak tarif edilebilir kişilerdir.
Dördüncü grup; Niteliği ile niceliğe etkisi olmayan halk tabakasıdır.
Kürdistan bölgesindeki halk toplumunun sosyal hiyerarşisine göre, dördüncü (halk kesimi dediğimiz) grup, üçüncü (yani niceliği olup da niteliği olmayan) gruba bağlıdırlar. Üçüncü grup, dördüncü grupla beraber manevi ve duygusal bağla ikinci gruba bağlıdır. Her ikisi de mümkün olduğu kadar ikincinin söz ve isteklerini kırmaz, saygıda kusur etmezler. Bu durum yani şeyhe bağlılıkları halk arasında pozisyonlarını korumada yardımcı bile olur.
Burada söylemek istediğim, dini ve tasavvufi cemaatlere mensup halk potansiyel gücünü önemseyip harekete geçirerek, bu konuda Kürt halkının inancına, fıtratına ve özellikle toplumsal yapısına uygun, muhatap kabul edilebilecek “muhafazakar-Demokrat” bir siyaset yapma imkanı oluşturup, girift hale gelmiş olan Kürt sorununun kördüğümünü çözecektir.
Şunu da göz ardı etmeyelim; Kürt tarihinde ki, ana akımı oluşturan, Kürtler için hak isteme hareketleri, mücadelelerini hep bu potansiyel üzerinde sürdürmüşlerdir. Örneğin; Azadi hareketi kurulduktan sonra, harekete taban bulmak için kuruluşundan hemen sonra Şeyh Said’e çağrıda bulunup hareketin başına getirmeleri gibi.
Dersim de Seyit Rıza’yı, Mahabat’ta Dini önder olan Qadi Muhammed ile Nakşibendi tarikatı şeyh’i olan Şeyh Ahmet Barzani ve Molla Mustafa Barzanileri başa getirildikleri gibi.
Irak'ta KDP kurulduktan sonra Molla Mustafa Barzani’yi bu hareketin başına getirmeleri, Barzani hareketinin de çekirdek kadrosunun bu tabandan meydana geldiğini, Sol olarak bildiğimiz YNK ekolünde mücadele edenlerin bile siyasetlerine taban bulmaları için Soran bölgesindeki en büyük Qadiri tarikatın postnişini olan Şeyh Husameddin Talabani'nin oğlu olan Celal Talabani’yi hareketin başına geçirmek istemeleri gibi…,
Projede beyan etmeye çalıştığım mevzunun bu ihtiyaçtan dolayı teklif edildiğinin bilinmesini isterim.
Yapmamız gereken, Tıpkı Anadolu'dakiler gibi, Kürt kesimindeki Tarikat, Mele ve Dini cemaatleri, toplumun ortak sorunlarına karşı ( özellikle Kürt meselesi konusunda ) duyarlı, fikir ve söz sahibi kılmak. Sorunların çözümü için bu kesimden ortak akil adamlar heyeti oluşturup, mesuliyet yüklemektir. Hatta tarihte olduğu gibi, bunlar için Kürt sorunun çözümünü merkezine alan bir meclis veya merkez kurmak. Buna paralel olarak da sorunun sosyal ve politik yönünün çözümü içinde çok yönlü faaliyetler de bulunacak; “Toplum Sorunları Araştırma ve Çözümü için sivil inisiyatif merkezi” adında ayriyeten bir merkez kurmak.
Ancak böyle yaparsak halkımızı şu anda, Kürtlerin Türk versiyonu olan Kemalist şer kuvvetlerinin elinde kurtarıp bölgeye huzur getirebiliriz. Bunu yapabilecek kapasitede olabilecek olan büyük tasavvufi gücü hafife almamalıyız.
Nitekim Türkiye de Recep Tayip Erdoğan 1991 yılı milletvekili seçiminde, İstanbul da bulunduğu bölgede listenin ilk sırasında olmasına karşın, seçimlerde tercih sistemi geçerli olduğu ve kendisini de kanıtlama imkanına sahip olmadığı için, liste başı olduğu halde, bu seçimi kaybetmiş ve milletvekili seçilememiştir.
Fakat 1994 yılının yerel seçimlerinde, ayni Tayip Erdoğan, genel anlamda bilinen ve tanınan bir şahsiyet olmamasına rağmen, İstanbul’da ki dini Tarikat cemaatlerin itimadını kazanarak nasıl İstanbul Belediye Başkanı oldu ise, yine 2000’lerin başında bunlarla beraber Anadolu da ki dini Cemaatlerin toplumun ortak sorunlarına karşı duyarlı, fikir ve söz sahibi olmasıyla Ak Partiyi iktidara getirmeye muktedir olabilmiştir. Oysaki, söz konusu (İstanbul ve Anadolu’daki) bu Tarikat ve Cemaatlerin hepsi de Kürt bölgesindeki Tarikat ve dini Cemaatlerin uzantılarıdırlar. İstanbul ve Anadolu'daki cemaatler bu işi başarmışlarsa neden Kürt bölgesindeki Cemaatler bu işi başarmasın?
Dünyada ve ahrette başarının sembolü olarak ispatlanmış Hz. Muhammed (a.s.) gibi bir önder, örnek olarak önümüzde dururken ve bu yolu takip edip başarıları ispatlanmış geçmişteki büyüklerimizin tecrübeleri ( örneğin Yavuz Sultan Selim ile Kürtler adına Mevlana İdris-i Bitlisi arasında yapılan antlaşma gibi ) ortada iken, Çünkü bu örnekle, Mevlana İdrisi Bitlisi, Yavuz Sultan Selim ile Kürt beylerinin arasını bulup, 300 yılı aşkın sürecek sorunsuz Osmanlı-Kürt işbirliğinin temelini birlikte atmışlardır. Ve bu birliktelikle, Osmanlının Ortadoğu’ya açılmasına vesile olduğu gibi hilafeti de elde etme kazanımını da sağlamıştır. Kürtlerde, bu antlaşma ile kendi kendilerini yönetme imkanına kavuşmuşlar. Bu örneği neden güncelleyerek ve kazan kazan formülüyle (Yeni dünya düzeni oluşturulmaya çalışılan) bugünde yeni bir başlangıç olarak uygulanmasın? Bu uygulandığı takdirde hem Kürtler kendi fıtratına uygun emin ellere teslim edilmiş olur, hem de (kimsenin kimseye emir vermediği ve tam) kardeşlik hukukunu gereğini yerine getirilmiş olarak gerçekten dördüncü Türk- Kürt ittifakı sağlamış olur. Yani kazan-kazan formülü hayata geçmiş olur.
Komplekslere kapılıp başka örnekleri almaya gerek olmadığı kanaatindeyim.
Günümüzde Kürt düşmanları ile yaptığı çeşitli ittifaklarla tavırlarını ortaya koymuş, dört parçada da Kürt davasının önünde en büyük engel ve ayak bağı haline dönüşmüş olan “Kemalist Kürt siyasi hareketi,” şüphesiz gövdesi Kürt olup ve Kürtlük ruhu taşımasına rağmen, kafası Kemalist düşünce ile doldurulmuş, Kürt’leri de bu ideolojiye göre dizayn etmek için bir üst akıl tarafında gönüllü olarak yürütüldüğüne zerre kadar şüphe duymadığımız bir ekip tarafından sevk ve idare ediliyor. Kürtlük samimiyeti içerisinde fedakârca hareket eden bu gövdeyi oluşturan halk ile, yöneticileri ayrıştırılması zaruret haline gelmiş bulunmasına inanan birisi olarak, bu Kemalist siyasi vesayeti ve ideolojileri aşan, her Kürdü kapsayacak bir siyasetin ancak bu taban üzerinde oluşabileceğini söylüyorum. Bunu tartışmaya açmak da istiyorum.
Son olarak şunu söyleyebiliriz; bazı ideolojik saplantılardan kurtulmamız gerek. Kürt halkının milli çıkarı dışında kullanılmasına müsaade etmemeliyiz. Korkmadan elimizi taşın altına koyma iradesini göstermeliyiz. Şu da bir gerçektir; “Namuslu insanlar en az namussuzlar kadar cesaretli olmadığı müddetçe (bu Kürt) millet kurtulmaz”
Not: İnşallah bu yazı dizisi her hafta devam edecektir...
(İrtibat ve yorumlarınız için [email protected])
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.