14 ve 28 Mayıs 2023 tarihlerinde yapılan son seçimle artık 40 yıl sonra PKK macerasının
sonuna doğru gelindiği ve Kürt milletinin maddi ve manevi olarak bu ölümcül ve imha edici
kâbustan uyanma safhasına girildiği kanaatindeyim.
Bunu biraz detaylandıralım isterseniz:
Öcalan’ın, Şubat 2002 tarihinde çarpıcı itirafına bakar mısınız;
“ (Mücadelenin) başından beri benim böyle bir toprak koparma isteğim hiç olmadı.
Yanımdaki insanların bu tür amaç taşıdıkları söylenebilir. Ama ben hep içimde bunları
alaya aldım. Hatta devlet için tehlike arz eden bu düşünce sahibi insanları devletten çok
ben bitirdim. Devleti tehlikeli bir ortama sürüklemedim.
Devlet için tehlikeli olabilecek bir soruna (devlet adına) el atıp, devletin bu konuda duyarlı
olmasına çalıştım. Kaldı ki bizim önderliğimizle bu soruna el atılmamış olsaydı, devlet daha
büyük bir tehlikenin içine sürüklenecekti. Üstelik benden daha önce buna talip insanlar
vardı. Ama bunları (biz) tasfiye ettik. ”
(Şubat 2002 tarihinde İmralı Görüşme notlarından)
Siyaseten Öcalan’ın projesi bu iken, acaba Kürtlüğü ve Kürt milletinin milli duygularını
kullanarak Kürt toplumunun dönüşüm projesi neyi amaçlıyordu? Bir de çok çok özet olarak
ona da bakalım:
Öcalan’ın; Kemalist Ergenekoncuların egemenliğinde olan süreçte yazdığı; “İmralı Sümer
Rahip Devletinden Demokratik Uygarlığa” adlı kitabında ki şu ifadesine bakalım;
Öcalan: “Bizim din ile ilişkimiz yok. (Kürt) Halkımız Tanrı’dan (Allah’dan) (İslam) ideolojiden
kopmalıdır. Ben çok uğraştım sonunda Tanrı’dan (yani Allah’tan) koptum. Tanrı’yı (Allah’ı)
aştım. Böylece Abdullah Öcalan olabildim.
İslam kadınımıza bir şey vermemiştir. Bunun yerine SOSYALİST AHLAKI koyacağız” diyor.
Müslüman Kürt milletine biçtiği elbise ve biçtiği ahlaka bakar mısınız?
(Abdullah Öcalan; Sümer Rahip Devletinden Demokratik Uygarlığa, Cilt 1, sayfa 204 Aralık 2001)
Buna ilaveten Selahattin Demirtaş da;
“Biz AKP usulü başkanlık sistemini asla kabul etmeyiz. Barışın şartı başkanlık değildir ve
böyle bir şey olamaz. BDP eş başkanı olarak açık söyleyeyim: Anayasada özerk Kürdistan
deseler (ve yazsalar), Kürtçe anadilde eğitim serbesttir diye açıkça yazsalar ve bunun
karşılığında da anayasanın bir maddesinde başkanlık sistemi yazsalar, biz o anayasaya evet
demeyiz. Daha nasıl açık söyleyeyim ki!”
(22.04.2013 tarihli Odatv.com)
Yine Demirtaş;
“Doğrudur, eğer derdimiz sadece Kürtlerin hakları olsaydı bir yolunu bulup Erdoğan’la
anlaşabilirdik, ancak, diğer halkların sorunu çözülmezdi. Kimse kusura bakmasın biz
demokrasi mücadelesi veriyoruz” diyor.
(22.03.2016 tarihli İMC TV ve İlkehaber.com sitesinden)
Bugüne kadar PKK, Öcalan ve yavru Öcalan olan Salahattin Demirtaş ile ilgili çok sayıda yazı
yazarak onların bir şebeke olarak Kürt milletine karşı sergiledikleri ihanetleri, kendilerinin
ağızları ve yazdıkları ile sağlam belgelerle ortaya koyduk. Hiçbirisine itiraz eden de olmadı.
14 ve 28 Mayıs 2023 tarihlerinde yapılan son seçimle artık 40 yıl sonra PKK macerasının
sonuna doğru gelindiği ve Kürt milletinin maddi ve manevi olarak bu ölümcül ve imha edici
kâbustan uyanma safhasına girildiği kanaatindeyim.
Peki, bu nasıl olacak? Ve Kürtler bu durumda ne yapmalıdır? Kısaca ona bakalım.
Dünyada bir genelleme vardır: “Gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenirse diğer düğmeler de o
yanlışlık üzerinde iliklenmeye devam eder.” Hele ki bu yanlışlık bilerek yapıldıysa artık onun
önünü almak mümkün değildir.
Bir önceki “14 Mayıs Seçiminde, Kürtler Ne Yapmalıdırlar?” başlıklı ve 11.5.2023 tarihli
yazımızda şunu yazmışız:
“Burada Kürtler için iki tavır söz konusudur;
1– Kemalistlerin sözlerine kanarak Erdoğan’a cephe alan Kemalistlerin egemenliğine giren sol
cenahtaki Kürtler, Kemalist Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçilmesini, kendileri için ölüm kalım
seviyede önemli görüyorlar. Bunu varlık sebebi olarak görüyor, hesaplarını ona göre
yapıyorlar.
Peki, Kürt milleti ve geleceği için işin gerçeği böyle midir? Ben böyle düşünmüyorum. Hatta
Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçimi kazanması demek, en iyi ve en iyimser ihtimalle, Kürtlere,
Kürtlerin milli davalarına ve toplumsal geleceklerine (yıkım, sefalet ve toplu olarak
asimilasyona uğramalarının dışında) 33 yıllık rutin Kürt siyasetinin devam etmesi demek
olacaktır.
Nitekim Bir gazeteci Kemal Kılıçdaroğlu’na; “Kimileri Kürdistan’ diyor rahatsız oluyor
musunuz?” sorusuna yanıt olarak “Kürdistan lafından ben de rahatsız oluyorum. Benim
ağzımdan hiç bugüne kadar böyle bir şey duydunuz mu?” ifadelerini kullandı.
https://www.rudaw.net/turkish/middleeast/turkey/231220216
2- Peki, ister askeri olsun, isterse siyasi olsun, Erdoğan’ın baskısından dolayı adeta nefes
alamaz duruma düşen PKK siyaseti, Kılıçdaroğlu seçimi kaybederse ne olacak? PKK siyaseti
açısından sonun başlangıcı olacaktır. PKK siyasetinin bitmesi ile siyaseten Kürtlerin önü açılır.
Kürtler bu durumda dünyadaki dostlarını da arkalarına alarak, kendileri için yeni bir siyasi
oluşumun arayışına girebilirler. Kürt halk tabanına dayanacak, aklı başında, olgun ve milli
düşünen Kürt milleti için yeni bir siyasi temsiliyetin doğması mümkün olabilir. İşte asıl o
zaman, sözde değil de gerçekten Kürd’ün geleceğinde ve siyasetinde “her şey daha güzel
olacaktır.”
Nitekim 14 ve 28 Mayıs 2023 tarihlerinde yapılan seçimde Kürt milletinin PKK’ye ve onun
desteklediği siyasete yüzde 25 oranında oylarını azaltarak sırt çevirdiği görülüyor. Bu siyaseti
yürütenlerin birbirlerine girdiğini, bunun neticesinde Selahattin Demirtaş’ın başarısızlığını
itiraf ederek aktif siyasetten ayrıldığını da gördük.
Açıktan ve şevkle Kemalistlerin taşeronluğuna soyunan PKK siyasetinde durum bu iken,
Kürtler bu beladan nasıl kurtulabilir, kurtulmaları için ne yapabilir?
Kürt milleti son iki yüzyıldır hem kültürel hem de yaşamsal bir soykırımdan geçirilmektedir.
Bu durum Osmanlı sultanı 2. Mahmut’tan bu yana, özelikle de Kürtlerin yokluğu üzerinde
varlığını sürdürmeyi hedefleyen Kemalist rejimin egemen olduğu son yüz yılda bu soykırım
daha belirgin bir biçimde hissedildi, hissedilmeye devam etmektedir. Tabii ki tüm bunların
tarihsel süreç içerisinde medeni olarak bildiğimiz Batılı devletlerin projelerinin bir sonucu
olduğu gerçeğini de yadsıyamayız. Fakat buna rağmen, başka bir gerçek de var ki; Kürtlerin
kurtuluşu da ancak yine medeni olarak bildiğimiz Batılı devletlerin desteği ve onayı ile ancak
mümkün olabilir. Eskilerin dediği gibi: “kaybedilen bir şey, ancak kaybedildiği yerde
bulunabilir.” Hal böyleyken; Kürtler, toplumsal ve milli olan davasını, din de dahil, hiçbir
ideolojik angajmana kapılmadan, milli bir bilinçle ve pragmatik siyasi aksiyonlarla
yürütmelidirler. Kürtler, sorunun çözümü konusunda duyarlı Batılı devlet ve kuruluşları da
yanlarına alarak bu trajik kaderlerini değiştirebilirler. İşte biz de, Kürler olarak bu gerçeğin
peşine düştük ve bunu hayata geçirmeye karar verdik.
Kürtler olarak, ilk önce çözülmesi gereken sorunlarımızı Türk milletine anlatarak, onları ikna
ederek, daha sonra onları da yanımıza alarak ve hatta onların öncülüğünde sorunun çözümü
için Türk devletini muhatap alarak barışçıl, kazan–kazan yöntemiyle Kürt meselesinin çözümü
için çalışıyoruz.
Kürt Sorununun artık bir uluslararası sorun olduğundan kimsenin kuşkusu yok. Yine de biz
Kürtlerin sorunlarını öncelikle Türk devletiyle çözmesi gerektiğine inanıyoruz. Fakat Türk
devleti ile meselemizin çözülmesinden önce, Kürtler’in kendi aralarında çözmesi gereken
sorunlar olduğuna inanıyoruz. En temel sorun, -en yakın zamanda başlamasını umduğumuz-
yeni bir “çözüm sürecinde” Kürtler’i kimin temsil edeceği sorunudur. Bu süreçte en kritik
karar şu olacaktır: Kürtler’i, son dönemde tamamen Kemalistlerin angajmanına giren PKK mı,
yoksa Kürt toplumunun fıtrat ve toplumsal gerçeklerine uygun, buna ters düşmeyen yeni bir
yapılanma mı temsil edecektir?
Gelecek yazımızda, Kürt milletinin ekseriyetinin desteğiyle bu yeni temsiliyetin nasıl
oluşturulacağını anlatacağız İnşallah.
İrtibat ve yorumlarınız için:
[email protected]
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.