Cumhuriyet, Ne Getirdi? Ne Götürdü?

29 Ekim 2025 - 09:12
29 Ekim 2025 - 09:12
 0
Cumhuriyet, Ne Getirdi? Ne Götürdü?

Bu konu üzerinde çok şeyler yazıldı, çizildi. Bu satırların yazarı da, cumhuriyetin yıldönümlerinde epeyce makaleler yazdı. Özet olarak başlıktaki bu sorulara sosyolojik ve felsefi bazı cevapları sıralayalım.

CUMHURİYET NEDİR?: Bir ülke sınırları içinde yaşayan halkın kendi kendisini yönetmesi anlamına gelir. Bu, tek ve orijinal bir cevap. Peki sahadaki uygulama biçimi bu şekilde mi cereyan etti? İşte orada durun derim. Bu modelin prototip örneği, 1789 Fransız devrimidir. Bu düşünce dünyaya yayılarak hayat bulmuş ve oradan tüm toplumları etkisi altına almış bir siyasi rejim aksiyonu olarak kendisini gösterdi. Cumhuriyetin temel ideolojik paradigmasını yukarıda iki kelime ile ifade ettiğimiz bu kıstaslar belirlemişti. Fakat gelin görün ki, bu yönetim şeklinde sosyolojik ve felsefi olarak adına "halk" denilen insan toplulukları unsurunun bu kavramın içinde ne kadar etkin bir rol aldığıyla ilgilidir. Oysa cumhuriyet kavramını kendi yapısal özünden kopartıldığında halk denilen milyonların, yaşamı cehenneme döner. Türk cumhuriyet macerası da, yönettiği halk topluluklarına mutluluk ve refah yerine cehennemi ve köleliği yaşattı (Tek adam ve tek parti diktatörlüğü) Birazdan bu iddialarımızı somuta kavuşturacağız. Oysa 20 yy ın başında ve sonunda kurulan Cumhuriyet devletlerinin tamamı, otoriter ve totaliter diktatörlüğü temel aldılar. Monarşi rejimlerine alternatif olarak iftiharla savundukları otoriter ve totaliter tek adam diktatörlükleri en katı ve en bağnaz monarşileri aratır oldu.

Oysa ülke yönetimlerinin adının Cumhuriyet veya Monarşi olması, toplumun yaşamı açısında çokta önemli değildir. Dünya üzerinde evrensel anlamda demokrasi ve özgürlüklerin yaşandığı ülkeler monarşi (Krallık) la yönetilen ülkelerdir (İngiltere, Belçika, İspanya, İsveç, Norveç, Danimarka, Japonya, Kanada) Şimdi şöyle bir soru soralım: rejimleri Cumhuriyet olan İran, Kuzey Kore, Çin, Rusya, yeni Suriye, Irak, Afrika ve Güney Amerika'daki cumhuriyetlerde mi? Yoksa Monarşi ile yönetilen yukarıda adını saydığımız ülkelerde mi Yaşamak istersiniz? Dolayısıyla Cumhuriyete nasıl bir atıf yaptığınız önemli. Antik Roma da uzun bir süre cumhuriyetle yönetildi. Fakat bu cumhuriyetin yönetim organlarının seçiminde kadınlar, köleler ve çingeneler söz sahibi değillerdi ve vatandaşlık hakları yoktu. 20. yy a gelindiğinde, sömürge ve sömürgeciler arasında çıkan savaşlar sonrası, bu sömürgelerde onlarca ulus devletler kuruldu. Bu devletlerin hemen tamamı, devletlerinin resmi adını "Demokratik halk cumhuriyeti" şeklinde koydular. Ama bu cumhuriyetlerin hiç birisinde ne demokrasi, ne özgürlük ve ne de halkın iradesi vardı. Bu cumhuriyetlerin Prototip örneklerden biri de, Osmanlının yıkılmasıyla, bizzat İngiliz ve Fransızlar tarafından Lozan'da kurulmasına onay verdikleri, aşırı Türk milliyetçisi Mustafa Kemal'in diktatörlüğü önderliğinde kurulan Türkiye cumhuriyetiydi. Ondan bir kaç sen önce bir iç savaşla Çarlık monarşi rejimi yıkılmış, totaliter komünist bir rejim kurulmuştu. İkinci dünya savaşı sonrası, Doğu Avrupa da, Sovyet Rusya'nın savaş galibi olarak oralarda kurdurulan komünist partileri vasıtasıyla Sovyetlere bağlı uydu cumhuriyetler kuruldu. Asya da, Afrika ve Güney Amerika'da sömürgecilikten kurtulup tek parti ve tek adam diktatörlük temelinde onlarca otoriter ve totaliter adı cumhuriyet olan rejimler kuruldu.

Adı "Türkiye cumhuriyeti" olarak dünyaya duyurulan devletin uygulamalarını sosyolojik ve felsefi bir analizden geçirelim. Bu cumhuriyet, üç kıtaya hükmetmiş bir imparatorluğun mirası hilafında kurduruldu(Osmanlı) Osmanlı dağılırken, imparatorluğun merkezi coğrafyasında, daha önce Avrupa da eğitim görmüş askeri ve üst düzey bürokratik kesimlerin aşırı Türk milliyetçileri-ki bunlara jön Türkler adı veriliyordu- İttihatçılar ve onların devamı Kemalistlerin dağılmış Osmanlı ordu subaylarını ve bürokrasideki kendilerine yakın yandaşlarını yeniden örgütleyerek bir güç haline geldiler. 1918-22 yılları arasında yapılan emsal bir nüfus sayımında, kendilerini "Türk" olarak tanımlayanlar, toplam nüfusun %35 ini oluşturuyordu. Bu büyük bir sorundu. Madem kurulacak devletin "cumhuriyet" olması isteniyordu, bunun bir ulusa dayanması gerekiyordu. Ama ortada bir ulus yoktu. Toplumun büyük çoğunluğu tebaaydı. çok çeşitli dinsel ve etnik yapıdan oluşuyordu. Türklere; "siz neci siniz?" diye sorulduğunda "Elhamdullilah Müslümanım" deniyordu.

Yüzlerce yıllık Sünni İslam kültüründen gelen tebaa bir topluma, zorla yapay bir ulus elbisesi giydirilmeye çalışıldı. Gayrimüslimler dışında kalan ve Türk olmayan ama Müslüman olan halklar (Kürtler, Lazlar -Ki bu iki halk, Ermeni ve Rumlarla 4 otokton halklarıdır- Ayrıca Balkanlardan ve Kafkalardan gelen sığınmacı ve muhacir halkları da dahil ederek adeta elma, armut, portakal ve narı bir torbaya koyarak bunların ortak adına "Muz" dendi. Kültürel ve dil olarak birbirlerinden apayrı bu halkları "Türk" diye resmi bir tanıma tabi tutarak, bunun dışında farklı bir isim telaffuz edenler, ağır cezai müeyyidelere tabi tutuldular. Oysa Bir devletin resmi adının cumhuriyet olması öyle kutsanacak bir şey değildi. Bu cumhuriyet adına "seküler beyaz Türk" denilen azınlık bir kesimin diğer kesimlerin haklarının gasp edildiği, ezdikleri bir rejimin adıydı. Cumhuriyet, evrensel demokrasi ve özgürlüklerle taçlandırıldığında anlam kazanır ve gerçek anlamda halkın cumhuriyeti olurdu. Şimdi sorularımızı soralım. Türkiye'nin kuruluşundan tek adam diktatörlük rejiminin lideri ölünceye kadar yönetiminde, Cumhur -yani halk- özgürce örgütlenip kendi arzuladıkları partileri kurabiliyorlar mıydı? Ülkenin kaderi üzerine oturmuş diktatör lidere karşı, cumhurbaşkanı adaylarını çıkartılabiliyorlar mıydı? Elbette hayır. Peki bu rejimin adı "halkın kendi kendini yönetmesi" olarak algılanabilir mi? Bu sorunun cevabını da siz verin.

PEKİ BU CUMHURİYET NE GETİRDİ?: Hükmettiği farklı toplumsal kesimler arasına devam eden nefret ve güvensizlik getirdi. "Bu devlete vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türktür" gibi inkarcı ve tekçi dayatmacı paradigmasıyla, Türk olmayan ulus ve halkları yok hükmüne koyduğu, memnun etmediği gibi, bu rejime karşı çıkıp hak talebinde bulunan kesimlerin başkaldırı ve isyanlarını katliamlarla bastırdı (Kürt isyanları) 1921, 1925, 1930, 1937-38 ve en son 1984. Bu çatışmalı süreçte, on binlerce genç insan hayatını kaybetti, Bir o kadarı da sakat kaldı, Köyler ve ormanlar yakıldı, Ülke ekonomisine ağır yükler getirdi (1984 yılından bu güne resmi rakamlara göre 2 trilyon dolar bu çatışmalara harcandı) Ayrıca Kürtler ile Türkler (Biyolojik veya devşirilmiş olanlar dahil) arasında psikolojik ve duygusal kopuşu ve nefreti körükledi. Cumhuriyet, biyolojik ve kültürel Türkler için özgürlük ve bağımsızlık demekse, Kürtler ve diğer mağdurlar için inkar, yok sayılma, hiçleştirme ve katliam demekti. Böylesine zıt duygu ve davranışlar içinde olan iki toplumun ilelebet yan yana mutlu ve sorunsuz yaşamaları mümkün olabilir mi?

PEKİ NELERİ GÖTÜRDÜ?: Sağduyuyu, vicdanı, empatiyi ve farklılıklara tahammül etmeyi alıp götürdü. O zaman ne yapmalı? Kendilerini Türk olarak gören Tüm kesimlere büyük görevler düşüyor. Hamaset üzerinde nutuklar atarak, bu çatışmalardan rant devşiren kışkırtıcı ve nefret dili kullanan ırkçı ve faşist partilere itibar etmemeleri gerekir. Bu aşamadan sonra, Kürtleri eskisi gibi kıyım ve katliamlarla susturamayacakları artık kesinleşti. Türkler bunu anlamalı. Dolayısıyla, Kürtlerinde en az kendileri kadar bu ülkenin asli sahibi olduğunu kabul etmeli, anayasa ve diğer yasalardaki inkarcı maddeler ayıklanarak, tüm inanç ve etnik farklılıkların haklarını güvence altına alan yeni bir anayasa hazırlanmalı. Gerçek ve sonsuz barış ancak bu adımlarla olur. Gerisi kaos ve gözyaşıdır.


Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı toplam 370 kişi tarafından görüldü.
Son güncellenme: 12:14:53