“ARTIK HİÇ BİR HARİTAYA BAKAMIYORUM.
KENTLERİN ADLARI YANIK ET KOKUYOR.
”Elias Canetti”
Halepçe Otuz birinci yılını doldurdu.Lanetliyor.Tarihe soykırım olarak geçmesini talep ediyorum...
Dünya Tarihe Halepçe'yi kara gün olarak not etti...
16.Mart’a Halepçe 'de 5 bin Kürt kimyasal gazlarla katliama uğratılmıştı. Bu katliama; Dünya uzun süre sessiz kalmıştı. Katliamın sorumlusu olarak bilinen Diktatör Saddam Hüseyin, rejimi ile birlikte yıkıldı...Sadam, Halepçe için de yargılandı..
Halepçemin halen yarası sarılamadı.. Halepçe kan ağlıyor. Katliamın 31 yılında Halepçeliler onaltı Mart 1988'i anlattı:
“Uçaklar yüreksiz bir insanını andırıyordu.İlk etapta kıyamet koptu sandım...
Belli belirsiz sis yükseldi, kehribar hareleri halinde bulutlar dalgalar oluşturdu. Gözlerimiz yandı, bedenimiz tutuştu. Her yer karardı pusa kesti...
Hardal kokulu yağmurda, aynı başıboş hayvan sürüsüydük.
Derin bir kuyuya düşmüştük”...” Çığlıklar O KADAR ÇILGINDI Kİ ,BİRBİRİMİZİN ÇIĞLIĞINI BASTIRIYORDUK. ZAMAN İLERLEDİKÇE; Kesik çığlıklar, böğürtüler ve sessizlik hakim oluyordu...
Ana çocuğunu, kedi yavrusunu, koyun kuzusunu terk ermişti. Ölülerimize basıp geçtik aç susuz kimsesiz, sınıra doğru....Dağlar.. Dağların eteğine varınca evler,a cımızın karanlığında birer leke gibi gözüküyordu...
Koynumuza yapışan korkuyu taşıyorduk. Dağların suskunluğu korkutucuydu.
Bizi sanki kendi içine çekmişti. Zaten de bize dağlar ihanet etmemişti... Sarmalamıştı
Taşlar, dağlar, dereler kan ağlıyordu. Kan kokuyordu... Fırat ve Diclenin kıyısı ölü kuş yığını;ü ç beş kuşun ölüme çırpınışı içler acısıydı....
Yaşananlar tufandı. Duymak istemediğimiz bir tufan. Etten şerit oluşturmuştuk. Çamurlu yollarda sürünerek yürüdükçe, yaralarımız, saatler geçtikçe açılıyordu. Gözyaşlarımız safran sarısıydı.”
Bir kadın Böyle haykırıyordu.... Boğuk, Boğuk
“AVUÇLARIMA DÖKÜYORDU SAÇLARIM” diyordu...
Tıpkı beraberimdekiler gibi... Birbirimize çok benziyorduk. Galiba, Cehennem dedikleri buydu.!!!
Tel örgülerin ötesinde kan bağıyla birbirimize bağlı olduğumuzun sınırıydı. Çetvele çizilmişti. Ilık bir sevgiyle kuşatılmıştık...
Yine de kuşkuya kapıldık....
Çadırlardaydık. Geceleri hiç bitmeyen inleyişler,yağmur sesleri. Sanki, bilinmeyen iklimden gelen dilsizlerdik....
Ama insanların gözlerinde acıyı bilmenin yardım etmenin hazı titriyordu. Kararmış bedenler, morarmış yarı aralık korkunç suratlarımız Belirsizdi”.....
Tüm bunları Ben bizzat dinledim ve izlerken, Göz yaşlarıma hakim olamıyordu....Çok çaresiz ve bitkindik...
Dönemin Kürt milletvekillerinin girişimleri insani olmanın ötesinde. Yurtseverlik de hakim olmuştu. Benim de içinde bulunduğum bir grup kürt gençi; ciddi bir baskı grubu oluşturmuştuk.
Ben Hakkari M.vekili SEVGİLİ Büyüğüm. Mikail İlçinle koordine olmuştum. DÜNYAYI AYAĞA KALDIRMAYA ÇALIŞIYORDUK, HER YERE Bazı yerlere MEKTUPLA bazılarına telgrafla ULAŞABİLMİŞTİK. Dünya önce sesiz kalmıştı....
Ancak Kızılhaç en insani duruşunu sergilemişti. Bu arada Kürtlerin hasassiyeti ve yardımı kelimelerle anlatılacak gibi değildi. Her fert kendi çapında yardımcıydı.
Dünya yardım kuruluşları geçte olsa devreye girmişlerdi. Özellikle yanıkların insanların yüzündeki görüntüsü korkunçtu, burda da ciddi yardımlar almıştık. Kürtler kimyasal silahların hedefi olmaktan kurtulamadılar. Bunu söylerken; kürt olmanın acısınıda çok iyi biliyorum. Umuyorum ve diliyorum 21 y.y.da artık bunlar yaşanmaz... Kimyacı Ali lerin Dünyasında yaşamı paylaşmak kaderimiz olmaktan çıkmalı...
Umutla, Sevgiyle Çoğalalım....
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.