Jîna Emînî’nin 13 Eylül’de İran Ahlak Polisi tarafından Tahran’da başörtüsünü “düzgün” takmadığı gerekçesiyle uğradığı şiddet sonucunda 16 Eylül’de hayatını kaybetmesi ardından Doğu Kürdistan merkezli İran genelinde protestolara yol açtı. Günümüze kadar bu protestolar aralıksız olarak devam ediyor.
ABD’de yaşayan Doğu Kürdistanlı Uluslararası Güvenlik, Dış politika analisti ve Orta Doğu Uzmanı, akademisyen Shukriya Bradost ile Pehlevi ve İslam Cumhuriyeti dönemlerinde İran’ın Doğu Kürdistan siyasetini, Doğu Kürdistan merkezli başlayan İran geneline yayılan protestoların birinci aşamadan ikinci devrim aşamasına geçişini, Kürtler ile başlayan bu devrimin Kürtlerin elinden çalınma ihtimalini ve diğer Kürdistan parçalarının Doğu Kürdistan’da yaşanan süreç karşısındaki tutumunu sizler için konuştuk.
Doğu Kürdistan, Kürt siyaseti açısından da çok köklü temellere sahip, öyle ki Güney Kürdistanlı birçok Kürt partisi Doğu Kürdistan’daki siyasi yapılanmalardan etkilenerek kuruldu. Rojava ve Kuzey Kürdistan içinde çok önemli katkıları oldu. Bu nedenle başlarken öncelikle sizin bilgileriniz, deneyimleriniz ve araştırmalarınız ışığında diğer parçalardaki Kürt halkımızın Doğu Kürdistan gerçeğini tanıması için sizden daha ayrıntılı açıklamalar yapmanızı isteyeceğim. Doğu Kürdistan hem Pehlevi Şahı döneminde hem de İran İslam Cumhuriyeti döneminde ne gibi değişimlere maruz kaldı? Bu her iki sistemin Doğu Kürdistan’a yaklaşımları nasıldı?
Öncelikle Doğu Kürdistan devrimcilerine, İran halklarına gerici İran rejimine karşı yürüttükleri isyandan dolayı selam, saygı ve sevgilerimi sizin aracılığınızla iletmek istiyorum. Çok iyi biliyorum ki burada gerici İran rejimine karşı caddelerde, sokaklarda ayakta olan bu değerli insanlar çok büyük zahmetler çekiyor, büyük direniş sergiliyorlar.
Doğu Kürdistan her şeyden önce şu şekilde bilinmeli; Doğu Kürdistan Pers İmparatorluğu döneminde buranın önemli bir parçası haline geldi. Örneğin Syces Picot Anlaşması’nda sadece Kürdistan’ın 3 parçası dağıtıldı. Bu parçalanma Osmanlı İmparatorluğu bünyesinde olan Kürdistan’da gerçekleşti. Bu yönüyle Doğu Kürdistan’ın kaderi diğer Kürdistan parçalarından farklı gelişti. Osmanlı İmparatorluğu parçalandığında 3 yeni devlet oluştu ve bu 3 yeni devlet kendi aralarında Kürdistan parçalarını böldüler. Doğu Kürdistan bu durumun dışında, yani Syces Picot’un dışında kaldı. Çünkü Farsların sömürgesi halindeydi.
“İran devleti, batı formatında ulus devletin taklidi şeklinde oluşmuştur, Ortadoğu’da İran’ın farklı, halklar, inanç ve kültürel yaşamları barındıran bir yapıya sahip olması nedeniyle bu format yetersizdir.”
İran coğrafyasında 1920’de ulusal bir devlet kuruldu. Ortadoğu’da Birinci Dünya Savaşı sonrası yeni ulusal devletler kurulurken, İran’da bu devlet çok farklı bir formatla gelişti. İran İmparatorluğu değişerek yeni modern ulusal bir devlet kurulumu gerçekleşti. Fakat bu format yetersiz, eksik bir formattı. Batı ulus devletlerinin bir benzerini kopyalayarak İran’a uydurmaya çalıştılar. Ama uydurulamadı. Çünkü İran salt bir ulusun tek başına hakim olabileceği bir devlet değildi. İçerisinde farklı birçok ulusu da barındırıyordu. Tek kültüre de sahip değil. Dolayısıyla Ortadoğu’da içerisinde farklı, halk, inanç, kültür ve yaşamları barındıran bir devletti. Bu nedenle İran coğrafyasında bir ulus – devlet oluşturma fikri henüz başında sakat bir düşünceydi. Çünkü farklı etnik, inanç ve kültürlerin bir arada olduğu bir coğrafyada “Tek ulus, tek dil, tek inanç, tek kültür” mantığına dayalı bir yaklaşım göstermek çok büyük bir hatadır. Yani aslında Türkiye’de gelişen “Tek ulus, tek inanç, tek dil, tek kültür” zihniyetinin aynısı İran’da da hakim.
“İran kurulduğu ilk günden itibaren bu sakat ulus – devlet zihniyetine karşı isyanlar başladı”
İran’da öncesinde varolan eyalet sistemleri yani federal sistemler değişince bu coğrafyada yaşayan diğer azınlıklar rahatsız oldular ve bu rahatsızlıklarını sürekli olarak yansıttılar. Bazı süreçlerde bu raahtsızlıklarını isyanlara dönüştürerek bazı kazanımlar da elde ettiler. Mahabad Kürt Cumhuriyeti gibi... Aynı şekilde Azeriler’de Tebriz kenti ve çevresinde benzer bazı kazanımlar elde ettiler. Fakat İran ulus – devleti bu talepleri en sert biçimde kanlı bir şekilde bastırarak, lider kadrolarını idam ettiler.
“Kürtler 1979 öncesinde devrime büyük bir destek verdi, halkların emeğiyle geliştirilen bu devrim Humeyni yanlıları ile molalar tarafından çalındı”
1979’da İslam Devrimi gerçekleştikten sonra da yeni rejim eskiyi değiştirmek yerine daha katı bir hale getirdi. Oysa İran’da yaşayan, Fars, Kürt, Azeri, Beluci vb. Halklar, aynı şekilde farklı inançlar bu devrimde yanilikçi olacağı umuduyla büyük destek sundular. En fazla da Kürtler bu devrimin gelişmesinde kilit rol üstlendiler. Çünkü demokratik, modern bir İran devletinin kurulmasını hayal ettiler. Bunun yanında da Kürtler için bir otonomi kurulacağını düşündüler. Devrimden önce Dr. Qasimlo bu yönlü Hümeyni ile aslında anlaşmalar yapmıştı.
1979 İran İslam Devrimi’nin halk içerisindeki tanımı şu şekilde; Çalınmış devrim. Yani halkların emeğiyle geliştirilen bir devrimin Humeyni yanlıları ile molalar tarafından çalındığına inanıyor herkes. Humeyni devrim öncesinde halklara hitabında: “Biz iktidar olmak için devrim yapmıyoruz. Devrim gerçekleştiğinde molalar iktidarda olmayacaklar” dedi ama iktidarı ele geçirdikten sonra bu söylemlerinin tam tersine iktidarı kaybetmemek için her türlü vahşeti uyguladılar. Biz bu devleti en iyi şekilde idare edeceğiz yalanlarıyla 43 yıl boyunca bu coğrafyaya en büyük kötülüğü uyguladılar. Şahlık iktidarında İran’ın tek resmi dili Farsça’ydı, Humeyni iktidarı başa geçtikten sonra buna ilavetten İran’ın resmi inancının da sadece Şii mezhep olduğunu anayasaya ekledi. Bu şekilde farklı etnik kimlik ve inançların yaşadığı İran coğrafyasında artık sadece Farslar ve Şiiler iktidar gücü haline geldiler. Böylelikle İran coğrafyasındaki yeni iktidar artık sadece İran’da değil bölgede Şii mezhep inancını iktidar yapma çabasına girişti.
“Doğu Kürdistan halkmızda Kürt kimliği her zaman inanç kimliğinin önünde oldu”
İşte bu yeni İran kimliğinde Kürtleri ele aldığımızda Kürtler hem Fars değiller hem de Şii mezhep değiller. Doğu Kürdistan’da yaşayan Kürtlerin inanç farklılıkları da var. Büyük kesim Suni mezhep, özellikle Kirmanşan Kenti ile çevresinde Şii Kürtler yaşamakta, hakeza Alevi, Yaresan, Yahudi, Hristiyan ve Zerdüşti inancında olan Kürtler var, Doğu Kürdistan’da. Ama buna rağmen Doğu Kürdistan halkmızda Kürt kimliği her zaman inanç kimliğinin önünde oldu. Bunu iyi bilen İran iktidarları bu nedenle sürekli olarak Kürtlerin kimliklerini, dillerini, kültürlerini yasaklamayı esas aldılar. Daha iyi anlaşılması için örnek vereyim; mesela Belucistan’da İran tarafından ezilen bir etnik halk ama onlar açısından Belucilik ikinci planda, Suni mezheplik birinci planda. Oysa farklı inançlarda olan Kürtler yan yana geldiklerinde esas aldıkları şey; Kürtlük kimliği oluyor.
“Hem Pehlevi ve hem de İslam Cumhuriyeti, Doğu Kürdistan Kürtleri’ne zulüm, baskı, işkence ve onları katlederken diğer parçalardaki Kürt hareketlerine hep desteklediler”
İran devleti iktidarlarının Kürtlere karşı yaşadığı paradoksun en belirgin örneği; İran devlet iktidarları hem Pehlevi hem de İslam Cumhuriyeti döneminde, kendi coğrafyasında yaşayan Kürtlere zulüm, baskı, işkence ve katletme yaklaşımı gösterirken, diğer parçalardaki Kürt hareketlerine, partilerine destek verdiler. Bunu da Türkiye ve Irak karşısında Kürtleri sürekli olarak bir koz şeklinde elinde tutmak için yaptı. Daha iyi anlaşılması için size bir örnek vereyim; Ben 2003 yılına kadar Urmiye Kentindeyken her yıl istediğimiz zaman Halepçe katliamını anma merasimleri düzenleyebiliyorduk. Zaten İran rejimi bu konuda bize hem izin veriyor hem de destek oluyordu. 2003 yılına kadar Saddam iktidardayken Irak’da Halepçe katliamı merasimlerini kutlamak yasal ve desteklenir bir durumdu ama 2003’den sonra Irak’da Saddam rejimi kalmadığı için artık bu merasimi yapmak suçtu ve bunun için insanlar tutuklandılar. Çünkü artık Irak’da Şii inançlı partiler iktidara geldiler. Aynı şekilde İran İslam Cumhuriyeti Türkiye ile ilişkileri iyi olduğunda Kuzey Kürdistanlı partilerin sınır bölgelerinde kalmalarına veya İran coğrafyasında hareket etmelerine müsaade etmiyor. Ama Türkiye ile ilişkileri bozulunca Kuzey veya Rojava Kürdistanı’nda Kürt partilerine destek vermekten çekinmiyorlar. Buna karşın Doğu Kürdistan’daki Kürt partilerine baktığımızda hep zayıf konumda kalıyorlar. İşte bu yukarıda belirttiğim sebepler buna neden oluyorlar.
Bahsettiğiniz gibi Doğu Kürdistan her zaman diğer parçalardaki Kürt mücadelesinin geri ve lojistik cephesi olarak rolünü oynadı. Bugün Doğu Kürdistan’da güçlü protesto ayaklanmaları var. Size göre diğer Kürdistan parçalarındaki partiler veya siyaset çevreleri Doğu Kürdistan’ın öbür parçalara verdiği desteği açık ya da gizli bir şekilde verebiliyorlar mı?
Diğer Kürdistan parçalarındaki parti veya siyasi çevrelerden şu ana kadar belirgin bir destek tavrı ya da yaklaşım görmedik. Aslında sadece partiler veya siyasetçiler değil diğer parçalardaki halkımızdan da beklenilen desteği göremedik. Bireysel düzeyde bazı tepkiler, bazı destekler oldu ama güçlü bir şekilde kitlesel bir destek göremedik. Bu destek de çok geç gelişti. Ta ki neredeyse Doğu Kürdistan’daki protestolar bütün dünyanın gündemine girdi, o zaman daha yeni yeni tepkiler, açıklamalar gelişti. Oysa Doğu Kürdistan halkı Roboski katliamında, Demirtaş’ın tutuklanması döneminde her türlü desteği verdi ve bu nedenle birçok insan tutuklandı, halen de bu nedenlerden ötürü hapiste olanlar var. Rojava Kürdistanı’nda şehit düşen Doğu Kürdistanlılar’ın sayıları az değil. Aynı aileden 3 kardeş ayrı ayrı Rojava Kürdistanı’nın kentlerinde şehit düştüler. Kobani savaşı sürecinde Doğu Kürdistan halkı bir bütün ayaklandı ve sokaklara döküldü. Hakeza Güney Kürdistan’da en basit bir haksızlık yaşandığında Doğu Kürdistan halkı her zaman destek oldu. Örneğin bağımsızlık referandumu döneminde ortaya çıkan gelişmelere destek vermek için yapılan eylemlerden dolayı çok insan tutuklanıp zindana atıldılar.
“Doğu Kürdistan’da geçmişten beridir var olan güçlü ulusal duygular diğer parçaların sesiz kalışlarından dolayı zayıflayabilir”
Biz Kürt milleti olarak 40 milyondan fazla bir halkız diyoruz. Şayet birlik içerisinde, aynı duygulara sahip olabilsek gücümüz çok yüksek olur. Örneğin, Doğu Kürdistan’daki protestolara destek vermek için sadece günümüzün teknolojisini kullanarak Twitter, Facebook, İnstegram, Tik tok gibi sosyal medya mecralarında her gün her birimiz 1 mesaj bile yayımlayabilsek bu dünya genelinde büyük bir yankı uyandırır. Ama bunu bile yeterince yapamıyoruz. Kendisine Kürdüm diyen herkes bir şey yapamıyorsa bile en azından bu desteği göstermesi gerektiği kanaatindeyim. Klasik bir söylem var; bugün senin komşunu öldürdüklerinde ya da hakaret ettiklerinde şayet sessiz kalıyorsan yarın seni öldürmeye geldiklerinde ya da hakaret ettiklerinde herkes sana karşı da sessiz kalacak. Ve şunu açıkça söyleyebilirim ki, Doğu Kürdistan’da geçmişten beridir var olan bu ulusal duygular bu yaklaşımlardan dolayı zayıflayabilir. Daha da kötüsü, ileride bu durum şu şekle dönüşebilir, artık Doğu Kürdistan halkı kendisini Kuzey, Güney ve Rojava Kürdistanı halkı ile aynı halk olarak görme konusunda soğukluk yaşayabilir. Bu tehlike hepimizi ilgilendiriyor. Bunun üzerine çok iyi araştırmalar yapmak gerekiyor. Şunu sürekli tartışmamız gerekiyor; bizdeki bu ulusal duygular neden bu kadar zayıf kalıyor?
Genç Kürt kadını Jîna Emînî katledildiğinde hem Doğu Kürdistan’da hem de İran’da büyük çaplı protestolar başladı. Bu protestolarda en aktif rol kadınların oldu. Zaten incelediğimizde Doğu Kürdistan’da tarihsel olarak kadın direnişçiliği konusunda sağlam temeller var. Mahabad Kürt Cumhuriyeti kurulduğunda da bakıyoruz ciddi manada Kürt kadının burada mücadelesi ve başarıları var. Siz Doğu Kürdistan’daki Kürt kadınının bu rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Dünya genelinde direniş, mücadele konusunda bugün Kürt kadınlarının silahlı mücadelesi bu denli konuşuluyor, gündem oluyor ve saygı duyuluyorsa bunun temelini Doğu Kürdistan’da geçmişte eline silah alıp mücadele eden Peşmerge kadınlar attı. Ama maalesef ki bu yeteri düzeyde anlaşılamadı ve anlatılamadı. 1970’ler de Doğu Kürdistan partileri içerisinde Kürt kadın birlikleri baskıcı İran rejimine karşı direniş ve silahlı mücadele yürüttü. Örgütlü olarak Kürdistan genelinde ilk kez silahlı mücadeleyi yürütenler Doğu Kürdistanlı kadınlardı. Diğer Kürdistan parçaları da bunu devam ettirdiler. İran İslam Cumhuriyeti kurulduktan sonra kadınları en çok ezen sistem haline geldi. Bu nedenle kadınlar bu sisteme karşı büyük mücadeleler yürüterek, bazı konularda haklar elde edebildiler. Örneğin, siyasete katılım, devlet kurumlarında çalışabilme, eşit öğrenim hakkı vs. İran İslam Cumhuriyet rejimi öncesinde var olan iktidar da aslında birçok konuda haklar sundu ama bunu sadece kendi ulus çıkarlarında sundu.
“Şah iktidarı, bütün zenginlikleri kendi ulusunun hizmetine sundu, diğer etnik kesimlerin geri kalmasına sebep olacak uygulamalar geliştirdi”
Kürtleri mevcut sistemin ortağı olarak görerek bir hak sunma yaklaşımını göstermedi. Şah iktidarı kendi halkı ve kadınları için büyük imkanlar ve haklar sundu. Öyle ki şu an baktığımızda, Batı’da çok farklı uluslararası başarılara imza atmış İranlı kadınlar mevcuttur. Bu başarı Şah döneminde yaratılan imkanlardan faydalanmanın sonucunda ortaya çıktı. Şu sorulabilir; Neden o zaman Şah dönemindeki bu moderniteye karşı Kürtler ayaklandılar? Cevabı şu şekilde; Şah iktidarı İran genelindeki bütün zenginlikleri sadece kendi ulusunun hizmetine soktu, diğer etnik kesimlerin geri kalmasına sebep olacak uygulamalarda bulundular ve onlara hiçbir hak tanımak istemediler. Özellikle Doğu Kürdistan halkının eğitim, ekonomi ve siyasal olarak gelişmemeleri için elinden geleni yaptı bu sistem.
“İran genelinde en fazla idam cezaları Kürtlere karşı uygulanıyor”
Bugünde baktığımızda İran genelinde en fazla idam cezaları Kürtlere karşı uygulanıyor. Cezaevleri en fazla Kürtlerle dolu. Zaten İran İslam Cumhuriyeti Kürtlere her türlü baskıyı uygulamak, tutuklamak, zindanlara atmak ve idam etmek için özel bir politika olarak diğer halklara Kürtlerin insan olmadığı, geri, cahil olduğunu empoze etmeye çalışıyorlar. Yaptığım birçok röportajda diğer medyalara da şu örneği verdim; İranlı bir pilotu Ulusal TV’ye çıkartıp halka seslenmesini sağlayarak, Kürtlerin savaş döneminde insan eti yediğini söyletiyorlar. Ve İran rejimi de yıllarca bu yalanı halka anlatarak, Kürtlerin insan etini yediği yalanına inandırmaya çalışıyorlar. Düşünün ki Kürtler böylesi bir devletle yaşamak zorunda kalıyorlar. Yani halka şu düşünceyi empoze etmeye çalışıyorlar; Kürtler İran’ı parçalamaya ve İran’da yaşayan insanlara karşı insanlık dışı uygulamalar yapmaya uğraşıyorlar. İşte İran Devleti’nin Kürtlere karşı yürüttüğü zalimce siyaset bu şekilde. Yani diğer halkları Kürtlere düşman etmeye çalışıyorlar. Bu son devrim özellikle kadın devrimi niteliğinde, İran genelinde büyük bir Zihinsel Devrime de yol açtı. Kürt kadınlarının “Jîn, Jîyan, Azadî” sloganı artık sadece Doğu Kürdistan’da değil, İran genelinde Fars, Azeri, Beluci ve diğer bütün halklar içerisinde temel slogan haline geldi. Dolayısıyla diğer halklar şu an İran rejimine tavırlarıyla şunu söylüyorlar; Kürtler senin bahsettiğin geri, yobaz, cahil bir halk değil. Aksine sana karşı ayaklanan, senin zulmüne boyun eğmeyen, direnen bir halk. İşte İran rejimini şu an en çok zorlayan şey, artık Kürtlere karşı diğer halkarı arkasına alacak kozları elinde kalmadı. Bu nedenle bana göre en önemli olgulardan birisi de bu. Yani genel anlamda İran halkları içerisinde bir zihinsel devrim oluştu.
Takip ettiğiniz kadarıyla şu an İran ve Doğu Kürdistan genelinde gelişen protestolarda kimler sahadalar? Kürtlerin haricinde, Farslar, Azeriler, Beluciler, Araplar vb. sahada varlar mı? Aynı şekilde, sadece Kürt kadınları mı bu devrimi göğüslüyorlar? Toplumun hangi katmanları daha çok bu gösterilerde yer alıyorlar?
İran’da başlayan ve bugün devrim olarak nitelediğimiz bu gösterilere sadece bazı sınıflar ya da gruplar dahil değiller. Çünkü toplumun neredeyse bütün kesimleri yer alıyor. Devrime destek verenler reform ya da değişiklik istemiyor. Tamamen var olan sistemin yıkılmasını istiyorlar. Bu sistemin hiçbir emaresinin kalmasını istemiyorlar. O nedenle bu bir halk devrimidir diyoruz. Halk devrimlerinde de zengin, fakir, orta sınıf, öğrenci, akademisyen, sanatçı gibi bütün sınıflar, o coğrafyada yaşayan bütün etnik azınlıklar, ayrım gözetmeksizin kadınlar, erkekler, çocuklar, yaşlılar yer alırlar. İran İslam Cumhuriyeti iktidara geldikten sonra bu geçen 43 yıl zarfında İran halklarına bu iktidarı yürütemeyeceğini en net şekilde gösterdi.
“İran devrimi Kürt kadınlarının “Jîn, Jîyan, Azadî” sloganıyla başladı”
Bu devrim kadınların öncülüğünde ve “Jîn, Jîyan, Azadî” sloganıyla başladı ama bugün bütün sosyal sınıflar, etnik yapılar bu devrimin arkasında duruyor.
İran aslında çok zengin bir devlet. Yeraltı, yerüstü çok büyük zenginliklere sahip. Jeopolitik olarak da çok stratejik bir coğrafyada yer alıyor. Ortadoğu Bölgesi’nin en kalabalık ülkelerinden de biri. Üretim gücü var. Ama buna rağmen bakıyorsunuz bu coğrafyada yaşayan halklar en kötü koşullarda yaşamak zorunda bırakılıyorlar. Buna gerekçe olarak da İran’ın ambargo altında olduğu bahanesi ileri sürülüyor. O zaman şunu sormak gerekiyor; İran neden ambargo altında bir ülke haline getirildi. Bunun sebebi İran İslam Cumhuriyet rejiminin kendisidir. Daha iktidara geldikleri ilk gün yaptıkları şey, ülkede bulunan yabancı ülke diplomatlarını tutuklamak, rehin almak oldu. Daha sonra İran’daki Şii mezhep iktidarını bütün dünyaya yayacakları propagandası yapmaya başladılar. Ardından dünya genelinde terörist olarak kabul edilen bütün örgüt ve gruplara destek vermeye başladı. İran devletinin yürüttüğü bu siyaset karşısında yapılacak en mantıklı şey, bu rejimi her anlamda ambargo altına almaktır. Aksi taktirde bu rejim hem bölgenin hem de dünya genelinin güvenlik asayişine zarar verecektir. Oysa İran’da daha demokratik daha modern bir iktidar olsa İran hem bölgenin hem de dünyanın en zengin en refah ülkelerinden birisi olmaya aday bir ülke. Buna her açıdan imkanları da var.
Şu an devam eden protestolarda, gösterilerde öncü bir güç var mı?
Hayır kesinlikle şu an öncülük yapan hiçbir güç veya örgüt yok. Tamamen halkın kendi kendisine başlattığı ve yürüttüğü bir devrim. Bireysel olarak bana göre, aslında bir öncü gücün olmaması daha avantajlı. Neden? Çünkü halkın sokaklarda, kentlerde başlattığı bu devrim tamamen organik bir devrim. Zaten biz Ortadoğu halklarında şöyle sakat bir yaklaşım var; hep birilerini lider konumuna getirerek onu “Allah” yapıyoruz, zihnimizde ille de birilerinin her şeyi yapabilmesi beklentisi var. İşte bu kişileri lider yaptığımızda ve her şeyi ondan beklediğimizde, sonradan bunların diktatör olmalarına da zemin yaratıyoruz. Ortadoğu’da ortaya çıkan Kaddafi, Humeyni gibi diktatörlere bakın, bu coğrafya için en iyi örnektirler. Yani iktidara gelene kadar halkla birlikte devrim yapan bu insanlar, iktidarı ele geçirdikten sonra diktatörleşiyorlar. Çünkü devrimi biz yaptık, dolayısıyla ölene kadar da biz iktidarda olmalıyız mantığına sahip oluyorlar.
“İran’da gelişen bu devrim; bir zümreye, bir azınlığa ya da bir gruba ait bir lider veya öncü güç olmadığı için, bütün halklar, bütün kesimler hiç çekinmeden bu devrim hareketine katılıyorlar”
İran’da gelişen devrim; bir zümreye, bir azınlığa ya da bir gruba ait, lider veya öncü güç olmadığı için, bütün halklar, bütün kesimler hiç çekinmeden bu devrim hareketine katılıyorlar. İran gerçeğinde ele aldığımızda, liderlik konumunda olan kişi veya kurum Farslardan olursa, Kürtler, Azeriler, Beluciler ve diğer halklar destek vermeyebilir. Veya Kürt olunca diğer halklar destek vermeyebilir. Aynı şekilde bu durum Azeri, Beluci vb. Halklar için de geçerli. Bana göre ileride bir itilaf oluşma ihitmali var. Ve bu olursa İran halkları için en güzeli olacaktır. İran halkları bu tecrübeyi en iyi şekilde Hümeyni’de yaşadılar. Öyle ki o zamanlar birçok insan Hümeyni’yi tanrılaştırdılar. Hatta şaka mahiyetinde o dönemlere ilişkin anlatımlarda, birçok kişinin Hümeyni’yi Ay’da gördüklerini anlattıkları dillendiriliyordu. Humeyni’yi kutsal, dokunulmaz bir merciye getirmişlerdi. Şimdiki gençlik hem modern hem de gelişkin bir gençlik dolayısıyla daha akıllıca, daha mantıklıca hareket ediyorlar. Ne istediklerini bilen bir kuşak var. Bu nedenle öyle birileri kafasına göre kalkıp ben bu devrimin lideri veya öncü gücüyüm deme cesaretini gösteremez. Zaten bu devrim gençlerin gücüyle başladı.
Medyadan takip ettiğimiz kadarıyla bazen “Tahran Mahalle Gençliği” adı altında bilinmeyen bir hareket, bazen de Doğu Kürdistan Hareketleri Merkezi’nden çağrıları oluyor. Ve bu çağrılarla birlikte hareketlenmeler, eylemler oluyor. Diğer taraftan İran’ın devrik Şahı’nın oğlu da ABD’de bütün bu protestoları yönlendirenin kendisi olduğunu iddia ediyor. Bu duruma yönelik ne söylemek istersiniz?
Önümüzdeki dönemde hem İran hem de Doğu Kürdistan halkının seçim konusunda modern bir şekilde karar vereceğine inanıyorum. Doğu Kürdistan’da belirgin olarak görünen, halkın yapılan çağrılara destek vermesi ve uyması. Yani Doğu Kürdistan partileri birlik içerisinde halka yönelik bir talepte bulunduklarında halk bu çağrılara cevap veriyor ve uyuyor. Elbette Doğu Kürdistan açısından bu çok değerli. Bu geçmişte de Doğu Kürdistan’da oluyordu ama şu an dikkat çekici olan şey, İran’ın diğer kentlerinde de benzer çağrılar yapıldığında yanıtsız kalınmıyor ve genel grevler yapılıyor.
“İran’ın diğer halkları sivil itaatsizliği Kürtler’den öğrendiler”
Şunu açıkça söyleyebilirim; İran’ın diğer halkları sivil itaatsizliği Kürtlerden öğrendiler. Kürtlerin birlik içerisinde olduklarını gördüklerinde onlarda buna imreniyor ve buna benzer davranıyorlar.
Bu son dönemlerde hepimiz gördük ki, Doğu Kürdistan partileri büyük bir adım atarak birleştiler. Bu kısmen bu partilerin başarısı olsa da aslında Doğu Kürdistan halkının dayatması sonucu gelişti. Bu ümit verici. Yani halk dayatırsa ve zorlarsa gerektiğinde bu siyasi partilere yönelik halkın çıkarları temelinde her türlü değişiklikleri yaptırabilirler.
Bahettiğiniz ABD’de yaşayan Şah’ın devrime sahip çıkma yaklaşımı, size önceden de bahsettiğim şekilde, İran İslam Cumhuriyeti rejimi öncesinde yaşayan, şahlık rejiminin nimetlerinden faydalananların verdiği destek sonucudur. O sistemden nemalananların dışında şu an destek veren kimse yok Şah’a. Çünkü babasının döneminde hem Kürtlere hem Acemlere hem de Belucilere yönelik büyük zulümler yapıldı. O nedenle Şah döneminde onun imkanlarından faydalananların haricinde hiç kimsenin yeniden Şah Rıza Pehlevi’nin yani o ailenin iktidara dönmesini istemiyor. Dolayısıyla İran’da gelişecek yeni süreçte halk kendi oylarıyla, destekleriyle doğru gördüğü projeye destek verecektir.
İran İslam Cumhuriyeti rejiminin başlangıçtan günümüze kadar gelişen protestolara ve protestoculara karşı stratejisi ne oldu? Dışarıdan, Lübnan’dan Hizbullah Güçleri’ni, Irak’tan Haşdi Şabi Güçleri’ni protestoları bastırmak için getirdiği haberlerini okuduk. Bunlar ne derece doğru? Doğruysa ne yapmak istiyor rejim?
Çok önemli ve değerli bir soru. Verilmesi gereken yanıtlarda aynı düzeyde değerli ve önemli olmak zorunda. Öncelikle dünya tarihindeki diktatörlerin genel durumlarını iyi anlamak gerekiyor. Dünya tarihindeki bütün diktatörlerin el kitabı aynı. Yani ister Batı dünyasında ister Ortadoğu’da isterse Uzakdoğu’da olsun bütün diktatörlerin yaklaşımları aynı ve asla değişmiyor. Bütün diktatörler ilk olarak halka iftira atabilecekleri kozlar elde etmeye çalışırlar. Örneğin İran rejimi şu an sokaklarda gösteriler yapan eylemciler için dış bağlantılı yaftasını yapıştırmaya çalışıyor. Bu protestocuların İsrail, ABD, Batı ülkeleri veya Suudi Arabistan tarafından kullanıldığı, örgütlendiği yalanlarını söylüyor. Oysa sokaklarda olan insanlar tamamen bu ülkenin insanları ve çoğu belki hayatında bulundukları kentlerden bile çıkmamışlardır. Bütün diktatörler zora girdiklerinde “dış iltisaklar” yalanına sarılırlar. Diktatörler kendilerini, çevrelerini ve bir bütün herkesi şu yalanla kandırmak isterler: “bu protesto yapanlar aslında halk değiller çünkü halkım beni seviyor.”
“İran rejimi, dışarıdan kendisine düşmanlar yaratarak, halkı dış düşmanlara karşı birleştirme umudunu taşıyor”
Diktatör rejimler protestoların başlangıcında, her şeyi inkar eder, protesto gösterileri yapanları dışarıyla bağlantılı göstermeye uğraşırlar. Gösteriler bastırılamayınca ve uzayınca bu defa; “Evet bazı kesimler beni protesto ediyor ama bunlar azınlık. Asıl bu işleri organize edenler dış düşmanlarla bağlantılı çalışıyor” bahanelerine sarılırlar. Bunlardan da yeterince netice almadıklarında bazı göstericileri katlederek, diğer göstericileri korkutmayı ve sokaklardan uzaklaştırmayı hedeflerler. Oysa diktatörlere karşı geliştirilen protestolarda göstericiler katledildiklerinde korkmayı bir tarafa bırakın, daha da kinlenip daha da birbirlerine kenetleniyorlar.
İran rejimi de şu an bütün bu yöntemleri kullanıyor ve gençleri tutuklayarak, kafalarına dayadıkları silahlarla onlara şunu söylemeye zorluyor; “Bizi İsrail örgütledi. Biz İsrail’e çalışıyoruz. Bu gösterileri İsrail istediği için yapıyoruz. “Bu şekilde halkı kandırabilmeyi ümit ediyor. Ama İran halklarının bu tür yalanlara artık karınları tok.
Aslında İran rejimi bu yöntemleri ile dışarıda da kendisine düşmanlar yaratarak sözüm ona halkı dış düşmanlara karşı birleştirme umudunu taşıyor.
“İran, Doğu Kürdistan partilerini tahrik ederek, İran’a saldırmalarını sağlamak istedi”
İran geçmişten beridir Doğu Kürdistan Bölgesi’ne sürekli olarak yoğun bir asker konuşlandırıyor. Bu gösteriler esnasında da bu gücünü daha da fazlalaştırdı. Gerekçe olarak Doğu Kürdistanlı siyasi partilerin Kürdistan Bölgesi üzerinden Doğu Kürdistan’a müdahele edeceği bahanesini üretiyor. Bu nedenle de İran rejimi geçtiğimiz haftalarda ilk kez bu kadar büyük ve kapsamlı bir saldırı yaptı Doğu Kürdistanlı siyasi partileri ve ailelerinin yaşadığı mülteci kamplarına İran rejiminin saldırmasının amacı; Doğu Kürdistanlı siyasi partileri tahrik etmek ve İran’a saldırmalarını sağlamak. Kürt siyasi partileri, şayet rejimin bu oyununa gelirlerse, rejim hemen buna yönelik propagandalara başlayacak, İran halklarına; “Bakın size söylemiştim bunlar ülkeyi parçalamak istiyorlar, bu nedenle silahlı saldırılar düzenliyorlar diyecek.” Doğu Kürdistanlı siyasi partiler bu oyuna gelmediler, akıllıca davranarak halk kitlelerinin başlattığı ayaklanmaya fiili müdahalede bulunmadılar.
“İran rejimi, Kürtlere yönelik oyunun aynısını aslında Acemlere’de yapmaya çalışıyor”
Diğer taraftan İran’da yaşayan Acemler’in durumu; Acemler ile İran rejimi arasında sürekli olarak devam eden ciddi problemler var. Özellikle son dönemlerde Azarbeycan ile Ermenistan arasında gelişen savaşı da zemin olarak kullanmaya çalışan İran rejimi Kürtlere yönelik oyunun aynısını aslında Acemlere’de yapmaya çalışıyor. Yani Acemleri rejime karşı ayaklandırıp, ezmeyi ve rejimini güçlendirmeyi hedefliyor.
“İran rejimi, Körfez’de de ABD Güçleri’ni tahrik ederek, kendisine saldırtmak istiyor”
İçeride bu şekilde oyunlar oynamaya çalışan İran rejimi ülkenin körfez tarafında bulunan ABD’li güçleri tahrik ederek küçük çaplıda olsa bir çatışma ortamı yaratarak, halkına işte ABD bize saldırıyor, kenetlenelim çağrısı yapmayı umuyor.
Kısacası İran rejimi öyle bir hale gelmiş ki, rejimini sürdürebilmek için gerekli bahaneler üretmek için yaptığı oyunların hiçbirini başaramıyor ve sürekli olarak attığı adımlar elinde patlıyor.
Jîna Emînî’nin katledilişinin 40’ıncı günü merasimlerine çok güçlü katılım sağlandı. Bu merasimler hem Doğu Kürdistan’da hem de İran genelinde büyük eylemlerle gerçekleşti. Öyle ki, bu merasimlere kadar sadece protesto olarak nitelenen durum devrim olarak nitelenmeye başlandı. Size göre de bu böyle mi? Yani birinci protesto aşamasından ikinci devrim aşamasına mı geçildi? Bundan sonra daha nasıl devam edebilir?
Daha önceden de bahsetmiştim, İran’da gelişenler devrim niteliğindedir. Neden? Çünkü halk kitleleri değişimi değil bir bütün sistemin yıkılmasını talep ediyor. Yakın geçmişte de protestolar oldu ama onlar sistemin yıkılmasına dönük değildi. Sadece değişim talep ediliyordu. Oysa şimdi tamamen rejimin yıkılması talebi var. En önemlisi de sadece bir bölgeye, bir sınıfa, ya da bir nesile bağlı gelişen bir protesto hareketi değil. Bu anlamıyla bütün halkları ve halk kesimlerini içinde barındırdığı için devrim diyoruz. Zaten İran’da yaşayan bütün halklar ve kesimler ayrım gözetmeksizin birbirlerine destek oluyorlar bu devrimde.
“Jîna Emînî’nin babası İran rejiminin zorlamalarına boyun eğmeyerek, tarihi bir tavır gösterdiği için çok büyük bir saygıyı hakkediyor”
Büyük ihtimalle de İran rejimi Kürt kadını Jîna Emînî’yi katlettikten sonra ortaya çıkacak tabloyu hissettiği için, cenaze Saqiz Kentine getirildiğinde babasına cenazenin gece yarısı alelacele defnedilmesini istedi ve aileyi buna zorlamaya çalıştı. Daha o zaman bu durumun İran genelinde kitlesel bir devrime yol açacağını tahmin ediyorlardı. İran rejiminin zorlamalarına boyun eğmeyen Jîna Emînî’nin babası çok büyük bir saygıyı hakkediyor. Çünkü kızının cenazesini gece yarısı defnetmeyi kabul etmedi. Cenaze gündüz defnedildiğinde de kalabalık bir halk kitlesi toplandı. Bu tavır tarihi bir tavır oldu.
“Jîn, Jîyan, Azadî sloganı o gün Jîna Emînî’nin mezarı başında bütün İran’a yayıldı.”
Yine en önemli şey; cenaze defnedildiğinde mezarın başında imamlar, molalar veya din adamları değil, Kürt kadınları konuşmalar yaptılar. Burada önemli olan diğer husus; kadınlar cenazede konuşma yaptıklarında erkekler yüksek sesle kadınlara destek verdiler. İran rejimi İran genelinde öyle bir hava yaratmıştı ki, erkekler sadece sex düşünen varlıklar olarak tanındı ve bir kadının saçlarından bile tahrik olan kesimler olarak lanse edildi. Bu anlamda, aslında İran’da rejim sadece halklara, kadınlara değil aynı zamanda erkeklere karşıda büyük bir saygısızlık geliştirdi. Erkeklerin mezar başlarında bu şekilde kadınlara verdiği destek doğal olarak İran genelinde ayaklanmalar ve devrim için büyük bir adım oldu. Erkeklerde aslında dışarıdan sadece erkeklere yarayan bir rejim olarak görülen ama aslında içeride kendilerinin de hiçleştiği bu rejime isyan etme yaklaşımını esas aldılar. Buda bütün İran’da yaşayan halklar için büyük bir örnek teşkil etti ve İran’ın her tarafında insanlar ayaklandı. Zaten “Jîn, Jîyan, Azadî” sloganı o gün Jîna Emînî’nin mezarı başında bütün İran’a yayıldı.
Devrim Jîna Emînî şahsında Doğu Kürdistan’da başladı ama biz bütün Kürtleri rahatsız eden şey, bu devrim daha sonradan sanki Farslar tarafından başlatılmış ya da geliştirilmiş gibi bir hava estirilmeye çalışıldı. Örneğin devrimin temel sloganı “Jîn, Jîyan, Azadî” olarak başladı ama daha sonra bunu “Zin, Zendegi, Azadi” olarak değiştirmeye çalıştılar. Aynı şekilde Jîna Emînî’yi Mahsa Emînî olarak lanse etmeye çalıştılar. Yine saç kesme aslında Kürtlerin bir ritüeli. Kısaca Kürtler ile başlayan bu devrim şimdi Kürtlerin elinden çalınmak mı isteniyor? Biz Kürtler kendi emeğimize sahip çıkmak için ne yapmalıyız?
Büyük bir yaraya parmak bastınız bu sorunuzla. Devletsizlik sadece işte dilimiz, kültürümüz, tarihimiz kayboluyor şeklinde ele alınmamalı. Devletsizlik birçok farklı problemleri de ortaya çıkarıyor. Bahsettiğiniz durumlarda bunlardan birisi. Siz her türlü fedakarlığı yapıyorsunuz, her türlü emek sarf ediyorsunuz, kurbanlar veriyorsunuz, direniyorsunuz ama devletiniz olmadığı için neticelerini alamıyorsunuz. Hiçbir emek sarfetmeyen, bedel ödemeyen, direnmeyenler bakıyorsunuz devletleri olduğu için örgütlenebiliyorlar ve her şeyin üzerine konabiliyorlar. Devletsizlik en çok da uluslararası platformlarda insanın yüzüne çarpıyor. Buna çarpıcı örnek, ben şu an ABD’de yaşıyorum, İran’da gelişen durumlar için birçok yerle görüşmeler yaptık, madem İran’la ilgili programlar yapıyorsunuz o zaman Kürt kadınlarıyla konuşun talebinde bulunduk ama bize dönüşler yapılmadı. Neden? Çünkü biz Kürtler sahipsiz. Bu nedenle bizde Kürt kadınları olarak sadece sosyal medya üzerinden bir şeyler yapmaya uğraşıyoruz. Ama işte dediğim gibi sahipsiz olduğumuz için kimse bize destek vermiyor. İsim vermeyi sevmiyorum ama siz ismini verdiğiniz için söyleyeyim, mesela Mesin Alinejad veya farklı kişiler, grupların arkalarında güçlü kesimler var. Maddi manevi her türlü destek sunuluyor onlara. Mesela 2 hafta önce bir grup gidip ABD Başkanı Joe Biden ile görüştüler. Bu grupların arkasında eski İran Şahı’nın oğlu var. Sahipsiz değiller. Öyle ki İran İslam Cumhuriyeti’nin ABD’deki lobileri bile bunlara destek veriyorlar.
“Kürdistan Bölgesi ve Rojava Kürdistanı’nın ABD ve Batıda güçlü ilişkileri ve imkanları var, İsterlerse diplomasi ve lobi faaliyetinde Doğu Kürdistan’a destek olabilirler”
Buna karşılık Kürtleri destekleyen kim var? Buyrun ben bir akademisyen ve bir aktivistim bana sorun, “Şükriye sana destek veren kim var diye.” Cevabım; hiç kimse olacak. Bu anlamda konuşmamın başında büyük bir yaraya parmak bastınız dedim. Kürtlerde 2 kişi bir konuda örgütleme yapıyorsa mutlaka 3’üncü Kürt bunu bozmak için uğraşıyor. Yani birbirine destek vermedikleri gibi, birbirlerinin kuyularını da kazıyorlar. 40 milyonluk bir halkız ama uluslararası bir medyada bir Kürt kalkıp konuşmuyor. Sadece Doğu Kürdistanlı değil, Kuzey, Güney ve Rojava Kürdistanı’ndan da hiçbir Kürt yok mu uluslararası medyalara katılıp düşüncelerini, görüşlerini paylaşsın. Hiç mi akademisyenlerimiz yok, hiç mi bilim insanlarımız veya benzerleri yok. Bu yönüyle söylüyorum biz Kürtler hem devletsizlikten hem de zaaflarımızdan dolayı güç oluşturamıyoruz. Mesela, Kürdistan Bölgesi’nin ABD’de temsilciliği var. Şu ana kadar Doğu Kürdistan’daki gösterilere yönelik herhangi bir faaliyet gösterdi mi? Herhangi bir çalışma yaptı mı? Oysa yapmak isterse Doğu Kürdistanlı aktivistleri, akademisyenleri veya insanları kongreye, senetoya ulaştırabilecek imkanlara sahipler. Bu konuda destek olabilirler aslında. Aynı şekilde Rojava Kürdistanlı Kürlerinde bu yönlü güçlü ilişkileri ve imkanları var. İsterlerse destek olabilirler. Şu ana kadar bir destekleri oldu mu diye sorarsanız, hayır hiç olmadı.
O zaman şunu da sormak isterim. Diaspora Kürtleri Doğu Kürdistan için ne yapmalı? Neler yapabilirler? Konferans, kongre, toplantılar vb. Yahudi, Ermeni lobilerinden sonra Batı’da en güçlü lobi Kürtlerin. Bu yönüyle aslında çok güçlü şeyler yapabilirler. Sizce ne yapmalılar? Nasıl hareket etmeliler?
Dediğim gibi, Batı ülkelerinde, ABD’de çok güçlü lobiler var. Bunlarla ilişkileri çok güçlü Kürt lobilerinin. Bizi onlarla görüştürebilirler. Bulundukları ülkelerdeki yönetimleri ile olan ilişkilerine yönlendirebilirler. Örneğin Kuzey, Güney ve Rojavalı Kürtler bulundukları medya ajanslarında bizimle irtibat kurabilir, bizi programlara dahil edebilirler. Yani istendiğinde bunun gibi yöntemler çok fazla. Yani bakın İranlı bir kadını nerede bulsalar hemen getirip bir tv kanalına çıkartıp konuşturuyorlar. Bu desteği veriyorlar. Kürtlerde bu mantıkla yaklaşmalı bana göre. Kürtler bulundukları her yerde her çalışmada mutlaka bunun için çalışmalıdırlar. Oturdukları yerlerde, çalıştıkları yerlerde, yemek yedikleri yerlerde, kafelerde vs. Her yerde. Yanlış anlaşılmamalı ben bunları söylerken sadece Doğu Kürdistan için yapılmalı demiyorum. Mesela şu an sizinle 1 saattir konuşuyoruz. Ben bu 1 saat içerisinde sadece Doğu Kürdistanla ilgili görüşlerimi paylaşmıyorum. Bütün Kürtlerle, Kürdistan ile ilgili görüşlerimi de paylaşıyorum. Bizim diasporadaki halkımızın da aynısını yapmasını bekliyoruz.
“2022 OXİ Cesaret Ödülü’nü Jîna Emînî’nin babası hakkediyordu”
Programın başında da söylediğim gibi diğer Kürdistan parçalarından Doğu Kürdistan için verilmesi gereken destek maalesef ki verilmiyor. En büyük problem bu. Bu problem biz Kürtler açısından en önemli bir problem ve bu çözülmedikçe bizim sorunlarımız çözülemez. Bir türlü bütünleşecek adımları atamıyor, o duygulara erişemiyoruz. Buda işte bahsettiğimiz, sizin çok güzel değindiğiniz problemi ortaya çıkartıyor. Yani Kürtler devrimi başlattı, devrimin sloganı Kürtlerin sloganıydı. Kürtçe bir slogandı ama bugün başkaları bunlara çok rahatlıkla sahip çıkabiliyor. Bana göre de Jîna Emînî’nin babası bahsedilen ödülü hakkediyordu ama Kürt olduğu için, sahipsiz olduğu için bu gerçekleşmedi. Neden? Dediğim gibi biz Kürtler ne yazık ki sahipsiziz.