Parlamentoda tek başına iktidar gücü bulunan hükümetin gerçek bir 'Toplumsal Barış Yasası'nı bir an önce çıkarması gerekmektedir.
Başbakan Erdoğan ve hükümeti, ‘barış/çözüm süreci’nde çok önemli adımlar attı. ‘Olanaksız’ gibi görülen, ‘olasılıksız’ gibi değerlendirilen tutumlar takındı. ‘İmralı’da Abdullah Öcalan ile görüşme’ ve, ‘Kandil’de ve de Brüksel’de KCK liderleri ile yapılması sağlanan görüşmeler’ zinciri benzer nitelikte şaşırtıcı adımlar.
Dahası, bütün Kürtler de her halükârda çok özel yerleri olan ‘sembol’ler üzerinden de çok esaslı mesajlar verildi. ‘Kürdistan’ sözcüğünün, kavramının kullanımı, ‘Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani’nin önce Ak Parti Kongresi’ne, sonra da Diyarbakır’a daveti/ziyareti. 37 yıldır sürgün hayatı yaşayan -politik nedenlerle kimileyin kızılsa da- ‘bir efsane olan Şivan Perwer’in eşlik etmesinin sağlanması, son derece önemli.
Hangi amaçlarla olursa olsun! İsterse, gerçekten de işaret edildiği gibi, yerel seçimlerde etkili sonuç almak amacı esas olsun! Keşke, siyaset yapıcıların tümü, geçmiş, bugün ya da gelecekte benzer bir yolla, siyaset zemini üzerinden ‘tabular yıkarak’, diğer bir deyişle ‘sembolleri sahiplenerek’ oy kapma çabasına girmiş olsunlar. En nihayetinde her sembol kullanımı ya da tabu yıkımının verilecek bir cevabı vardır. Siyasetçilerin görevi bu cevapları bulmaktır. Hangisinin isabetli olarak kabul edileceği de zaten siyasetin doğrudan kendisi; yani seçmenin dolaysız tercihidir. Bu açıdan, endişeye mahal yok!
Zaten bu nedenledir ki bence inandırıcılık katsayısı giderek artan ‘geçmişten farklı yapılan siyaset tarzı’, çok ciddi krizlerin aşılmasında geçmişle kıyaslanmayacak denli önemli sonuçlar doğurabiliyor. Yüksekova’da meydana gelen 3 sivilin polis tarafından hedef gözetilerek öldürülmesi, ardından pek çok yerde yapılan gösteriler, gösterilere müdahaleler, Diyarbakır’da 4’ü polis 6’sı sivil 10 kişinin yaralanması ve Lice karayolu kesilerek dört askerin kaçırılmasını bu çerçevede değerlendirmek gerekir.
Başbakan da Öcalan da Muammer Güler ve pek çok STK temsilcisi, gazeteci, yorumcu da ‘provokasyon’ tanımı yaptı. Zübeyir Aydar “Hükümet(in)… provokatörleri çıkarması gerekiyor. Kendi cenahımızdan mutlaka bir soruşturma yapacağız” diye açıkladı. Bu değerlendirme tablosu, kendi içinde kimi farklılıklar taşısa da ‘sürece dair ortak bir dil ve yüksek hassasiyet’e oldukça yaklaşıldığını göstermesi bakımından oldukça önemli.
Ancak semboller, önemli, değerli, katkı sunucu da olsa yetmiyor! 100 yıllık, çok sayıda iç içe geçen katmanlara sahip, girift bir sorunu, Türkiye, Ortadoğu; Suriye Rojava, Irak Kürdistanı ve İran/Doğu Kürdistanı’nın yanı sıra, dünya geneline yayılmış bir sorun yumağını çözmeye yetmiyor. Sıra, esas adımlara geldi.
Bu adımlardan çok değerli birini, mevcut haliyle anayasa konusunda tıkanan TBMM yerine Anayasa Mahkemesi, ‘Balbay kararı’ ile birlikte attı. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi adımı tereddüt göstermeden karşıladı. Ancak İş Diyarbakır Özel Yetkili Mahkemelerine ‘KCK torba davası’na geldiğinde ikirciklik başladı.
Savcılardan biri BDP milletvekillerinden İbrahim Ayhan, diğeri hakkında Gülser Yıldırım’la ilgili ‘tahliye talebinde bulundukları’ halde, nedense Diyarbakır Özel Yetkili 5. Ağır Ceza Mahkemesi henüz karar/tahliye kararı vermemiş, yine aynı mahkemenin başka bir dosyasından yargılanmakta olan Faysal Sarıyıldız ile ilgili de henüz mütalaa verilmemiş. Ayrıca 6. Ağır Ceza Mahkemesi Savcısı ise Selma Irmak ve Kemal Aktaş’la ilgili mütalaası için, önce Anayasa Mahkemesi’nin gerekçeli kararının yayımlanmasını bekleyeceğini söylese de gerekçeli karar yayımlandığı halde, mütalaa ve dolayısıyla bütün kararlar bu haftaya sarkmış bulunuyor.
Soru şu: Şayet önerinde bir yeni yakalama dosyası olsaydı, yani tutuklama kararının verilmesi tartışması olsaydı mütalaanın ve kararların böyle uzayıp gitmesi mümkün olur muydu? Şüphesiz hayır! Demek ki, savcısıyla hâkimiyle hukuk adamları, ‘özgürlüğe en az tutukluluk kadar önem vermedikleri sürece’ hukuk ‘avukatların bütün gayretine rağmen’ adaletten malul kalacaktır. Ya da umalım endişe yersizdir, şimdiye kadar işlediği görülen hukuk sürecine ‘başka etkenlerin/siyasal değerlendirmelerin’ karıştığı endişesini sorgulamak gerekecektir.
Başa dönersek… Parlamentoda tek başına iktidar gücü bulunan hükümetin ve TBMM’nin, en son 450 sayfa olarak hazırlamış olduğu, içinde çok önemli tespitlerin yapıldığı ‘Toplumsal Barış Yollarının Araştırılması ve Çözüm Sürecinin Değerlendirmesi Meclis Araştırması Komisyonu’nun yatığı üzere, rapor hazırlayıp görevlerini sonlandırmaktan öte, gerçek bir ‘Toplumsal Barış Yasası’nı bir an önce çıkarması gerekmektedir.
Elbette bu konuda BDP’nin verdiği yasa teklifinden haberdarım. ‘Sürecin yasal zemine oturtulması, çıkacak tıkanıklıkların aşılması ve gerektiğinde tarafsız değerlendirme yapmak için’ kaçınılmaz bir düzenleme. Yeni kıtalar keşfedilecek değil. Daha önce de sözgelimi CHP’nin Meclis’e kâğıt üstüne yazarak verdiği çok sayıda yasa önerisini AKP, benzer metinlerle yasaya dönüştürdü. Yani bizzat Başbakan ya da grup başkanvekillerinin imzasıyla pekâlâ 3-5 maddelik bir taslak sunulabilir.
BDP’nin teklifinde belirttiği başlıklar, bu açıdan yaşamsal önemdedir. ‘Hakikat Komisyonu, Siyasi tutsaklar ve yasaklıların durumu, Sürgünlere siyaset yolunun açılması ve Anadilde eğitim’ gibi.
Silahın yerine siyasetin geçmesi üzerinde şekillenen ‘paradigma’nın özü de ‘dönüşler ve siyasal katılım’ın da ‘hak ve özgürlüklerle birlikte
büyüme’nin de yolu budur.
Ancak bu yol, Cemil Çiçek’e Meclis Başkanlığı kürsüsünden “40 yıllık siyasal yaşamımın, bu 3 maddelik belki de en kısa, ancak en etkili yasasını oylarınıza sunuyorum. Kabul edenler!” deme şansını verir!
Sedat Yurtdaş / Radikal