Çağımız sistemine İslamcı ve Marksist perspektiften bakanların « Kapitalizm » olarak yorumlamaları gerçeği tam yansıtmamakta. Üretimin salt pazar ve kâr amaçlı güdümlemesi olarak yorumlanması kuşkusuz kısır bir bakış açısıdır. Demokratik değerlerin sistemleştirilmesi, sivil toplum örgütlerinin önemsenmesi ve artması, hukukun kurumsallaştırılması, insan haklarının önem kazanması kapitalist modernite sürecinde ortaya çıkması yadsınamaz.
Kapitalizm ve ekonomik düşünce analizleri "klasik" gelenek Britanya'da 18. yüzyıl sonunda ortaya çıktı. Adam Smith, David Ricardo ve John Stuart Mill gibi klasik politik ekonomistler kapitalist ekonomide üretim, dağılım ve malların değişimi gibi konuların analiz biçimleri günümüzde hâlâ tekrarlayanlar derin bir çelişki içindedirler. Karl Marks’ın ömür biçtiği kapitalizm kendini yenileyerek gelişirken “Das Kapital” tozlu raflarda kaldı. İdeolojik akımların yerini çok daha eşitlikçi, sosyal, demokratik-hukuk devlet anlayışı güç kazanmaya başladı.
On milyonlarca insanın yaşamına mal olan reel sosyalizmin yıkılışının ardından Samuel Huntington'un Medeniyetler Çatışması tezini de önemsiyorum. "Soğuk Savaş sonrası artık ideolojiler değil medeniyetler çatışacak" demişti Samuel Hungtington. Fay hattı, Batı ve Ortadoğu'dur fakat Çin'i de kapsıyor. Nüfus artışı, Radikal İslam, diktatörlükleri ile demokratik modernite çatışması. Fakat Covid-19 küresel salgını her ulusun kendi önlemlerini alması gerektiğini kuvvetlendirirken, küresel boyutta ortak hareket edilmesi gereken küresel sorunları da insanlığın önüne serdi. Tüm bunlar ulus-devletlerin varlığının devam edeceği de gösteriyor.
Medeniyetler Çatışması, Körfez Savaşı’yla başladı, Balkan Savaşı ile devam etti, Çağımızın radikal İslam dalgasının en dehşetlisi İŞİD ile sürdü. Yeni hamle İran'ı dizayn etmek. Çin'in emperyal milliyetçi akımını sınırlamak, Hindistan ve Ortadoğu ve Afrika’da demokratikleşmelerin önünü açmak olarak sürecek. Tüm bunlar bir takım eşitlikçi ya da hümanist düşüncelerin ürünü değil kendilerini de taşıyan bu geminin batmaması içindir.
Çünkü Çin, Hindistan ve Ortadoğu'da sınır tanımaz nüfus artışı, buna göre zorunlu üretim ve tüketimin yol açtığı doğa tahribatı, ozon tabakasında açılan yaralar, su ve hava kirliliği, hayvan türlerinin yok oluşu, buzulların erimesi, nükleer silah üretimi, lokal çatışmalar dünyanın geleceği için oluşan bu sıkıntılar medeniyetler çatışmasının temel kaynağını oluşturacak.
Medeniyetler Çatışması'nda ideolojik ve dinsel akımların kazanma şansı neredeyse sıfır. Bunlar denenip aşılmıştır. Sosyal ve hukuk devletçiliği, endüvüdializm, özgürlükler, halkların hakkı, daha iyi yaşanır bir dünya için çevre bilinci ve özellikle Birleşmiş Milletler raporlarında dünyayı virüslerden de çok daha fazla tehdit eden nüfus artışının önüne geçmek esas alınacak. Çünkü dünyamız mevcut nüfusundan çok daha fazlasını kaldıramayacak durumda.
Yaklaşık 8 milyar nüfus 2050’lerde 10 milyar olacağı tahmin ediliyor. Artacak iki milyarın beslenme ve yaşam koşulları için tarım alanlarının genişletilmesi, bu ormanların kesilmesi demektir. Ormanların kesilmesi dünyanın ikliminin kötüye doğru değişmesi, hayvan türlerinin azalması, ekolojik dengenin çok daha bozulması demektir. Buna paralel olarak da tüketiciliğin artması akarsuların ve denizlerin çok daha fazla kirlenmesi demektir.
Yer küremizde 17. yy sonlarına doğru geliştirdiği kapitalizm ile dünyayı en çok kirleten Batı Avrupa iken günümüzde nüfus artışını kontrol eden, çevre bilincini geliştiren, orman planlaması yapan da Batı Avrupa, Amerika, Yeni Zelanda, Kanada ve benzeri Batı ülkeleridir. Kapitalizm ilk çıkış ve gelişim süreci "Vahşi Kapitalizm" olarak bilinir. Karl Marks, Vahşi Kapitalizm analistlerindendir. Tarihin akışının kapitalizmin kendi evrimini yaşayarak zamanla kendisini yenileme özelliğine kavuşabileceğini tahmin edemediği gelişen bu dijital modern zamanlardan anlamak mümkün. Çünkü kapitalizmin en gelişkin olduğu sahalarda düşüncenin, bilimin, sosyal ve hukuk devletçiliğin, kadın, çocuk ve işçi haklarının ve yine özgürlüklerin buna paralel geliştiğini görüyoruz.
Dünya ticaretinin %80’i denizden yapılıyor. Para birimini, dünya borsasını ve petrol fiyatlarını ABD kontrol ediyor. Panama, Süveyş, Malaka ve Cebelitarık gibi bütün stratejik noktalar ABD, Britanya ve Fransa’nın kontrolünde. Dijital sanayi ABD, AB ile Çin arasında bölüşülmüş. Dünya sosyal medya sektörleri ezici ağırlıkta ABD’nin üretim ve pazar alanında, geri kalanı ise Çin ile Japonya paylaşıyor.
İslâm coğrafyasında çok yavaş ilerleyen demokrasi bilinci yeni Arap Baharlarına gebe olduğunu göstermekte. Aynı coğrafyada petrol savaşları devam etme ihtimalleri kuvvetlidir. Deniz transport sektörünün aslan payı ABD ve AB’nin elinde. Sudan ve bazı Afrika ülkelerinin petrolün Çin’e ulaşması için Yemen ve Malakka Boğazı’ndan geçiyor. İran ve bazı Arap ülkelerinin Avrupa’ya petrol güzergâhı Süveyş Kanalı’ndan geçiyor. Cebelitarık ile Pasifik’i Atlantik’e bağlayan Panama Kanalı da aynı güçlerin denetiminde. Bu ülkeler aynı zamanda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde veto hakkına sahipler. Kürdler bu kulvarda bir güç değil fakat bu güçlere uluslaşma ve devlet olabilecekleri konusunda güven vermeliler. Unutulmasın ki bu ülkeler aynı zamanda en çok gelişmiş demokratik ve hukuk devletleri olarak dünya barışı ve özgürlüğünü de savunuyorlar. Savunuyorlar diyorum çünkü Çin, Rusya ve Hindistan bırakalım dünya barışından söz etmeleri içişlerinde demokrasinin gelişmesi boyutlarında da bile oldukça sorunlu ülkelerdirler.
MEDENİYETLER ÇATIŞMASINDA KÜRDLERİN YERİ
Şimdilik Medeniyetler Çatışmasında somutlaşan başlıca proje Büyük Ortadoğu Projesidir. Kapitalizmin gelişmemesi, uzun yıllar süren diktatörlük yılları ve hâlâ mezhep çatışmalarından ötürü uluslaşamayan Irak’ta istikrarsızlık devam etmektedir. İran Molla Rejimi hem Irak hem de İran’ın demokratikleşmesine izin vermesi dış müdahale ihtimalini kuvvetlendiriyor. Bu durum Kürdlere Batı ile Saddam ve İŞİD sonrası yeni bir müttefiklik alanı sunuyor. Bu durum İran Kürdleri için Güney Kürdistan’ın Saddam sonrası bir imkâna kavuşturabilir. Suriye’yi ayakta tutan Rusya’dır, fakat ekonomisi ABD’nin yüzde sekizine tekabül eden Rusya’ya karşı Kürdlerin ABD ile sürecek müttefikliği Kürdlere sağlam bir statü kazandırma olanağını sunuyor. Devletsiz Kürdler dünyaya yön verecek değil. Yapılması gereken bu projede örgütlü iyi bir aktör olarak uluslaşıp devlet olmayı hedeflemektir. Yüzyıl gecikmeli de olsa Birinci ve İkinci Dünya Savaşları sürecinde kavuşamadıkları fırsata kavuşmuş durumdalar. Bu tarihin sunduğu bir fırsattır. Fakat bu proje gereği liderler ve partiler üstü düşünmek devlet olunmadan asla özgür ve onurlu bir yaşama kavuşmanın Kürdler için mümkün olmadığı bilincinin kitlelerde çok daha gelişmesi sağlamak gerek.
[email protected] Aydın Dere
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.