Önceliği Olmayan Ulusların Geleceği Olamaz-I

Kürd entelektüellerinin görevi, başkalarının önceliklerini ödünç almak değil; kendi ulusal mücadelesinin önceliklerini görünür kılmak ve evrensel adalet mücadelelerini bu zeminle eklemleyerek daha güçlü kılmaktır.

17 Eylül 2025 - 16:16
17 Eylül 2025 - 16:16
 0
Önceliği Olmayan Ulusların Geleceği Olamaz-I

Giriş

Fransız diplomat bir arkadaşım, İsviçre’de yaşadığı bir anıyı bana aktarmıştı. Genç bir Kürd öğrenciyle tanışmış, ona tezinin konusunu sorduğunda öğrencinin “Sünnet edilmiş kadınlar üzerine çalışıyorum.” dediğini anlatmıştı. Bu genç kadın radikal bir feministti, aynı zamanda ekolojik meselelerle de yakından ilgileniyordu. Diplomat arkadaşım o an ona şu soruyu sorduğunu söyledi: “Senin halkının sömürgeleştirilmiş hali değişmemişken, hâlâ bir ülken yokken, ulusal bir önceliğin belirlenmemişken, neden böylesine başka bir trajediye yöneliyorsun?” Bu soruya karşılık öğrencinin şaşkınlıkla baktığını, adeta yanıt veremez hâlde kaldığını ifade etmişti.

Ona göre Avrupalılar ya da Türkler için kendi kimliklerini hazır kalıpların içine hapsetmek çok daha kolaydı. Ama bir Kürd için esas mesele, başkasının önceliklerini ödünç almak değil; kendi sömürge gerçekliğini görünür kılmak, kendi önceliklerini belirlemekti. Bu anlatı beni derinden etkilemişti. Arkadaşımın bu sorgulaması zihnimde yer etti, bilincime işledi ve sonunda böyle bir makale kaleme almamın da sebebi oldu.

Diplomat dostum, Kürdlerin karşı karşıya bulunduğu en önemli meselelerden birinin “önceliklerin belirlenmesi” olduğunu vurgulayarak şu çarpıcı tespiti yaptı: “Öncelikleri olmayan ulusların geleceği yoktur.” Bu düşünsel çerçeve, elinizdeki makalenin çıkış noktasını oluşturdu. Bu değerli katkısından dolayı dostuma teşekkür borçluyum.

Fransız sömürgelerinde görev yapmış diplomatın bu sorgulaması, öğrencinin şaşkınlığıyla birleşerek dikkat çekici bir gerilime işaret etmektedir: Bir yanda küresel feminist söylem ve evrensel bir trajediye (kadın sünnetine) odaklanma; diğer yanda ise Kürdlerin ulusal özgürlük mücadelesi ve sömürge gerçekliği. İşte bu makale, söz konusu gerilimi kuramsal düzlemde tartışmayı amaçlamaktadır.

Albert Memmi’nin Sömürgecinin Portresi, Sömürgeleştirilenin Portresi adlı eserinde vurguladığı gibi, sömürgeleştirilmiş özne çoğu kez kendi portresini yaratamamakta, kendisine dayatılan imgelerle var olmak zorunda bırakılmaktadır. Bu bağlamda, Kürd öğrencinin seçtiği tez konusu evrensel bir feminist trajediye odaklanırken, kendi sömürge gerçekliğini görünmez kılma riskini taşımaktadır.

Ngũgĩ wa Thiong’o’nun Beynin Sömürgeden Arındırılması adlı eserinde dile getirdiği gibi, zihinsel bağımsızlık, ulusal önceliklerin belirlenmesi için hayati bir adımdır. Kültürel ve akademik üretim, sömürgeci kalıplardan kurtulmadığı sürece öznenin kendi gerçekliğini kurması mümkün olamayacaktır.

Kürd öğrencinin tercih ettiği tez konusu, evrensel feminist literatürde güçlü bir yere sahiptir. Kadın sünneti; beden siyaseti, ataerkil tahakküm ve kültürel şiddet tartışmaları için merkezi bir mesele olarak ele alınır. Ancak postkolonyal feminist kuramın işaret ettiği üzere, “küresel kadın sorunları” çoğu kez Batı merkezli bir bakışla evrenselleştirilmekte, yerel bağlamların özgüllüğü göz ardı edilmektedir. Burada ortaya çıkan çelişki şudur: Kürd kadını, kendi ulusal sömürge gerçekliğiyle hesaplaşmadan başka bir coğrafyanın trajedisini “öncelik” hâline getirdiğinde, kendi kimliğini Batı’nın feminist tahayyüllerine eklemlemekle yetinmektedir.

Sömürgecilik koşullarında önceliklerin sıralanışı, yalnızca bireysel tercihlerin değil, kolektif bilincin de meselesidir. Aksi hâlde ulusal mesele ikincilleştirilir ve özne, başkalarının önceliklerine hapsolur. Fransız diplomat arkadaşımın anlattığı bu olay, sadece bireysel bir anekdot değil, aynı zamanda teorik bir uyarıdır. Bu anlatı, Kürd öğrencinin şaşkınlığı üzerinden postkolonyal öznenin öncelik sorununu bütün açıklığıyla gözler önüne sermektedir.

Kürdler açısından mesele, “evrensel önceliklere eklemlenmek” değil, önce kendi ulusal ve sömürge gerçekliğinin önceliklerini belirlemektir. Ancak bu şekilde feminist ve ekolojik mücadeleler, bir ulusun varoluş mücadelesiyle diyalog hâlinde ve daha güçlü bir zeminde sürdürülebilir. Bu makale, bir diplomatın gözlemi üzerinden Kürdlerin sömürge gerçekliği bağlamında “öncelik” meselesini tartışmaya açmıştır.

Kürd entelektüellerinin görevi, başkalarının önceliklerini ödünç almak değil; kendi ulusal mücadelesinin önceliklerini görünür kılmak ve evrensel adalet mücadelelerini bu zeminle eklemleyerek daha güçlü kılmaktır. Bu makaleyi somut olgularla daha anlaşılır kılmak için önce “öncelik” kavramı üzerinde durmak ufuk açıcı olacaktır.

“Öncelik” Kavramı Üzerine

Türkçede “öncelik”, ön + -lik ekinden türeyerek “önce olma durumu, üstünlük” anlamını taşır. Osmanlıcada “takaddüm” ve “evveliyet” karşılıkları vardır. Kürtçede “öncelik” ise peş + eyî eklerinin birleşimiyle oluşur.

Felsefede, olayların ardışıklığı sebep-sonuç ilişkisini “zamansal öncelik”, kavramların düşüncedeki sıralanışı ise “mantıksal öncelik” olarak anlamlandırılır. Felsefenin bir kolu olan metafiziğin alt dalı ontoloji, olaylara varlık düzeninde “temel/ikincil” ayrımı olarak bakar.

Bu konuya ilişkin:

  • Aristoteles: “Bir şey başka bir şey olmaksızın var olabiliyor ama öteki onun olmaksızın var olamıyorsa, işte bu, varlık bakımından öncedir.”
  • Descartes: “Düşünüyorum, öyleyse varım.” Bilginin mutlak önceliği cogitodadır.
  • Kant: “Deneyimden önce gelen bilgiye a priori denir.” Zihinsel kategoriler duyumdan öncedir.
  • Heidegger: “Varlık sorusu, her araştırmadan önce gelen, en temel sorudur.”

     Sonuç olarak “öncelik”, yalnızca pratik bir tercih değil; bilgi, varlık, değer ve anlam alanlarında düzen kuran temel bir ilkedir.

 “Önceliklere sahip olmayan ulusların geleceği olamaz” önermesini tarihsel olay ve olgularla analiz etmek bilincimizi daha da netleştirecektir. Bu noktada, Amerika Birleşik Devletleri’nin kurucu başkanı Abraham Lincoln’ın sözleri dikkate değerdir. Lincoln, “Kendi içinde bölünmüş bir hane ayakta kalamaz.” diyerek, yalnızca bir toplumsal gerçeğe değil, aynı zamanda bir tarihsel yasaya da işaret etmiştir. Bu sözü, şu şekilde de yorumlamak mümkündür: Eğer bir ulus, kendi içinde birlik ve ittifak zeminini inşa edemez; ortak bir öncelik etrafında kenetlenemezse ne özgürlüğe ulaşabilir ne de geleceğe taşınabilir. Çünkü parçalanmışlık, ortak amaçtan yoksunluk ve dağınıklık, ulusal varoluşun temel direklerini zayıflatır.

Buradan hareketle açıkça görülmektedir ki, ulusal öncelikler etrafında sağlanan birlik ve ittifak, bir ulusun kaderini belirleyen en kritik yapı taşlarıdır. Bu iki kavram, öncelik ve birlik, birbirinden ayrılamaz ölçüde iç içe geçmiş, birbirini tamamlayan iki temel ilkedir. Ulusun açık ve net biçimde tanımlanmış bir önceliği olmalı; bu öncelik etrafında ulus, örgütlü yapılar ve önderlik mekanizmaları güçlü bir birlik oluşturmalıdır. İşte bu sentez, yani ulusal önceliğin etrafında kurulan ittifak, tarihsel başarıların ve özgürlük hedeflerinin anahtarıdır.

Öncelik: Hayatın ve Özgürlüğün Anahtarı

Doğum yapmış bir annenin en temel önceliği nedir? Bebeğini yaşatmak. Öncelikle onu besleyerek, sütüyle hayata tutunmasını sağlamaktır. Eğer bir anne, kendi çocuğunu bir kenara bırakıp başka bebekleri emzirmeye yönelirse, kendi evladını yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Bu ise yalnızca bir kayıp değil; geleceğin bizzat yitirilmesidir. Çünkü bir annenin geleceği, kendi çocuğuyla birlikte büyür. Bu örnek, öncelik kavramının ne denli yaşamsal bir önem taşıdığını son derece yalın ama çarpıcı biçimde ortaya koyar.

Aynı şekilde, Kürd milletinin de geleceği, kendi iç dinamikleriyle belirleyeceği ortak önceliklere bağlıdır. Kürd toplumu; farklı inançlardan Alevi, Êzidî, Hristiyan, Cuhî, Kakaki, Nusayrî, Müslüman ve farklı toplumsal sınıflardan işçi, köylü, burjuva, ağa, bey, şeyh bireyleriyle, eğer ortak bir ulusal öncelik belirleyebilirse; örneğin statü sahibi olma hedefini öncelik olarak kabul edebilirse, bu öncelik etrafında birlik ve ittifak sağlamak hiç de zor olmayacaktır.

Burada dikkat çekilmesi gereken en önemli husus, “öncelik” kavramının taşıdığı derin anlam ve dönüştürücü gücüdür. “Öncelik”, yalnızca bir kavramsal tercih değil; bir halkın bütün fertlerini birleştiren, onları aynı yöne bakan bir iradede buluşturan büyülü bir sözcüktür. Bu nedenle “öncelik”, adeta ulusun özgürleşme sürecinde bir tılsım, bir anahtar işlevi görür.

Gerçekte mesele şudur: Bir ulusun içindeki tüm sınıfların, inanç topluluklarının ve sosyal tabakaların tek bir öncelik etrafında kenetlenmesi mümkündür ve gereklidir. Bu sağlandığında sadece birlik değil; aynı zamanda özgürlük, diriliş ve başarı da mümkün hâle gelir. “Öncelik” kavramı, bu bağlamda bir ulusun tarihsel yürüyüşünde hayati önemde bir pusula, bir yön tayin edici olarak karşımıza çıkar.

 

 

Bu yazı toplam 237 kişi tarafından görüldü.
Son güncellenme: 17:17:15