Orta okul birden tanışmıs ve arkadaş olmuştuk, ikimizde köylerimizi bacı ve kardeşlerimizle birlikte oyun oynadığımız yaşıt arkadaşlarımızı arkamızdan bırakıp okumak için şehirli yaşamına alışmakla meşgul olmuştuk, okula ve okumaya odaklanmak yerine Bajari dediğimiz şehirli çocuklarının bize tepeden bakma alaycı ve hor görme refleksleriyle nasıl başa cıkarız diye kara kara düşünmekle geçiyordu zaman.
Bir türk Öğretmenin bir Kürt köyünde illahi bir güç ve ulaşılması mümkün olmayan bir kudret olarak karşılandığı köyümüzdeki yaşanmışlık görüntüsü beyinsel süzgeçlerimizden aklatıp atlatılmadan, Bajari denilen cocuklarin üstünlük refleksleri yaratan yaratanın üvey evladı olma duygusu caresiz bir şekilde beyinsel var oluşumumuza yerleşmeye devam ediyordu, köpek yavrularını eğitir gibi bir anlayış ve yaklaşımla elini uzat komutuyla başlayan cetvel falakaların acısı dinmeden Başarılı denilen yaşıtlarımızın inanılması güç olan psikolojik saldırılarının hedef tahtası olmaya devam ediyordu yaşantımız.
Yıllar sonrasında ise, zor ve dayakla türkçeyi öğretmekle mükellef olan gönüllu yada gönülsüz öğretmenlerin küçücük ve nazik elerimize indirdiği her cetvel darbesi için yada kedinin fareyle oynadığı gibi bizlerle oynama zevkinden dört köşe olan bajari dediğimiz cocukların üstün egemen tavırlarından dolayı hep teşekkür etmek geçti içimden, her ne kadar tesekur etmenin dahi bir zaman aşimi olmuş olsada yinede teşekkür ederim.
Çünkü, egemen ailenin hak tanir ve makbul gösterilen tekmeli tokatlı referans kültürünün kaynaği, sömürgeciliğin modern köleciliğin anlamını anlamlandırmaya daha o cucuk yaşta bile öğrenmemize ve kafa yormamıza yardımcı olmuştu da ondan,
Genelikle dünyamızda ve özelikle coğrafyamızda şekilenen yada şekilendirilen tarih, toplumların şekilendirlmesinde nasılda ön ayak olduğunu ve şekilendirilen bu tarihin hangi egemen sistemlerin yada hangi çıkarcıların cıkarcı ön yargılarıyla ve özeliklelede yalan dolanlarıyla oluşturulduğu konusundaki kavrama bilincini dürten ve körükliyen bu yaşamışlık gelecek yaşam çizgimizi sekilendirildiği yüzde yüz eminim.
Dolayısıyla, cetvel falakasıyla sişirilen elim ve elimiz, Ali okula gel ile başlayan egemen sömürgeci devletin bizi bizden çalma operasyonu her ne kadar elimizi sişirircesine kalkıp inen cetvelin sesiyle ötekileşmenin ve ötekileştirmenin ilk kıvılcımı olmuş isede, ben kimim demeye yetecek kadar surgulayıcı bir beyinsel brikimine sahip değildik, cocukluğumuzun doğal çocukluğumuzdan dolayı, ama yinede hızlı adımlarla koşuşturuyorduk tabiki hedefi ve yönu beli olmayan bir çocuksu beynin hızıyla.
Mazlum bir halkın yaşamında, Yaşanmış olan yaşanmışlıklar her bir kürt bireyi gibi bizleride sömürgeci egemenliğin soy ve ırk değistirme zorbalıgının ilk kamçısı olan cetvel falakasıyla daha o gencecik yaşta tanıstırmıstı, indirilen her cetvelin yanık acısına, Bajarı (şehirli) denilen cocukların sımarıklıklarıda eklenince, doğal normlarda büyümeyi hak eden beyinlerimiz isyana kalkarcasına ben büyüdüm demeye yönelmişti artık.
Türkiye cumhuriyetinin kuruluşuyla birlikte ötekileşmenin çok ötesinde seyr eden, ırk ve soy değisterme inkarcılığın kıvılcımı elbeteki cetvelin inmesiyle duyulan yanık acısıyla izaha kalkışmak, Munzur cayını kanla kızıla çeviren akıntının bir damalasına parmak uzatmak gibi olduğunu biliyorum, yada cesetlerle dolup taşınan Zilan deresindeki bir cakıl taşına göz dikmek gibide olduğunu biliyorum.
Niye ve niçinlerle hareketlenen o küçücük yaştaki beyinsel hücrelerimiz ve ses algısına duyarlı kulaklarımız, bizden büyük abilerimizin ve babalarımızın bin bir kapalı kapıların ardındaki fısıltılarına daha bir duyarlılıkla kulak misafiri olmaya başlamıştık artık, fısıltılarından yankılanan Barzani ve kürt cümlelerine ise koşar adımlarla koşmaya başlamıştık o küçücük yaş tecrübelerimizle, tabiki yarım yamalak bir hedef belirleme eksikliklerimizle beraber.
Huseyin Akinci Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.