Ahmet Önal’ın, Devşirmeler ve Devletsizler kitabı Mayıs 2018’de yayımlandı. (Peri Yayınları, İstanbul)
Ahmet Önal, 1990’larda, 2000’lerde Peri Yarınlarını yönetiyordu. Peri Yayınları, Kürdler ve Ermenilerle, Yahudilerle ilgili birçok kitap yayımladı. Bunlar, Kürt-Ermeni ilişkilerinin geçmişiyle ilgili olarak çok değerli açıklamalar getiriyordu. Peri Yayınları, Komal-Rızgari, Özgürlük Yolu, Deng, Nubihar, Avesta, Doz, Aram, Belge gibi yayınevleriyle birlikte Kürt Aydınlanmasının yaratılmasında önemli rolü olan bir yayıneviydi. Ahmet Önal, İBV’nın kuruluşunda ve kurumlaşmasında rolü olan kişilerden biriydi.
Ahmet Önal bu kitabında, daha önce yayımlanan yazılarını bir araya getirmiş. Kitapda, daha önce yayımlanmamış yazılar da var. Daha önce yayımlanan bazı makaleler de gözden geçirilerek bazı notlarla yeniden yayımlanmış.
Kitabın ilk bölümü Yakındoğu’nun İmhası başlığını taşıyor. 1-99 sahifeleri arasında yer alan bu bölümün önemli bir kısnı, daha önce yayımlanmamış yazıları içeriyor.
Kanımca, bu çok önemli bir bölüm. . Bu bölüm, biraz daha derli-toplu bir hale getirilerek, üzerinde biraz daha çalışılarak ayrı bir kitap olarak düşünülebilir.
Türkiye’de, gerek üniversitede, gerek üniversite dışında yapılan, İttihat ve Terakki, Jön Türkler çalışmalarını, Teşkilat-Mahsusa, Kuvva-i Milliye çalışmalarını biliyoruz. Ahmet Önal’in, ‘Yakındoğu’nun İmhası’ başlığı altında dile getirdiği çalışma önemli bir değişiklik gösteriyor.
Bunun nedeni Yakındoğu kavramını gündeme getirmesidir. Hem Yakındoğu kavramanı irdelemek hem de Yakındoğu’nun imha edilmesini anlamaya anlatmaya çalışmak önemlidir. Bu konuda Fuat Önen’in yazıları da şüphesiz çok önemlidir. Ahmet Önal, zaman zaman sözü edilen bu yazısında bunlardan söz ediyor.
Vecdi Gönül, 2002-2011 arasında Milli Savunma Bakanı’ydı. 10 Kasım 2008’de, Brüksel’de, Nato Milli Savunma Bakanları Toplantısına katılmıştı. Türkiye’ye dönüşte havaalanında şu şekilde bir açıklama yapmıştı. ‘Bugün Ege’de Rumlar devam etseydi, Türkiye’nin pek çok yerinde Ermeniler devam etseydi, bugün, acaba milli bir devlet olabilir miydi?
Bu sözün irdelenmesinde büyük yarar var. Resmi ideoloji, Atatürkçülüğün çağdaş bir milliyetçilik olduğunu, Türk ifadesinin Kürd, Türk, Arap, Çerkes, vs. Türkiye’de yaşayan herkesi kapsadığını söylüyor. Eski Milli Savunma Bakanlarından Vecdi Gönül’ün açıklamasının da gösterdiği gibi, Türk, sadece, Türk’ü temsil ediyor. Türk’ün dışında yer alanlar, Kürtler, Lazlar, Çerkesler şu veya bu şekilde asimile edilmişler veya asimile edilmeye çalışılıyorlar. Hristiyan olan halklar, Ermeniler, Rumlar, Pontuslar, Süryaniler, Yahudiler, Ezidi Kürdler vs. ise Balkan Savaşı ve Birinci Dünya Şavaşları sürecinde, soykırıma uğramışlar veya sürgün edilmişler. Cumhuriyet’de, Tek Parti döneminde, 1934 Yahudi Pogromu, 1942-1943 Varlık Vergisi olayı, 6-7 Eylül 1955 İstanbul Pogromu, 1964 Rum sürgünü, 2007 Hrant Dink’în öldürülmesi gibi olaylarla Hristiyan halklar tamamen etnik temizlikle yok edilmişler… Vecdi Gönül bu açıklamasıyla bu ilişkileri anlatmaya çalışıyor.
Ahmet Önal’ın sözü edilen yazısında birkaç yerde, Vecdi Gönül’ün bu açıklamasına değiniliyor. Bu açıklamanın geçtiği yerlerde, bu açıklanın ne zaman yapıldığının, hangi ortamlarda yapıldığının belirtilmesi de önemlidir.
Bu yazıda, İttihat ve Terakki Fırkası’nın, Jön Türklerîn nasıl çalıştıkları da dikkate değer bir konu olarak inceleniyor. İttihatçılar’ gazetelerini, 1908’en önce Avrupa’da çıkarıyorlardı. Avrupa’nın çeşitli şehirlerinde bastırdıkları Meşveret, Şurayı Ümmet, Mizan gibi gazetelerini posta yoluyla, İstanbul’a ve diğer şehirlere gönderiyorlardı. Gerek Avrupa alanında, gerek İstanbul’da ve diğer şehirlerde çok güçlü bir örgütlenmeleri vardı. Ülkede, çok etkin bir dağıtım ağı kurulmuştu.
Kürdler de, Kahire’de ve Avrupa’nın çeşitli şehirlerinde bastırdıkları gazetelerini Kürdistan’a gönderiyorlardı. Ama İstanbul’da kurulan, buralarda faaliyet yürüten örgütlerin Kürdistan’da güçlü bir örgütlenmesi, dağıtım ağı vs. yoktu. Bu bakımdan İstanbul’da yayımlanan bu gazetelerin Kürdistan’da güçlü bir etkisi olamıyordu. Örneğin, yıllardır aranmasına rağmen Kürdistan gazetesinin 19. sayısı hala bulunamadı. ABD’de Kongre Kütüphanesi’nde bile arandı, bulunmadı. Bunun nedeni kanımca dağıtım ağının yeterli olmamasıdır.
Yakındoğu’nun imhası kavramı otokton ve alokton kavramlarıyla yakından ilgilidir. Otokton halkların, yani ülkenin yerlisi sahibi olan halkların, aloktonlar tarafından yani uzaktan gelenler tarafından yok edildiklerini, sürgün edildiklerini, imha edildiklerini, ülkelerinin yıkıldığını anlatır.
Yakındoğu, Bizans’ın, İstanbul’dan Doğu’ya doğru, coğrafyanın bölümlenmesiyle ortaya çıkan bir kavramdır. Coğrafya, İstanbul’dan Doğu’ya doğru, Yakındoğu, Ortadoğu, Uzakdoğu şeklinde bölümleniyor. Bu bölümlenme, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde, etkin bir şekilde kullanılıyor. Batı ülkeleri de diplomatik ilişkileri sürecinde, kavramı çok kullanmıştır. Yakındoğu kavramının son kullanım alanlarında bir Lozan Antlaşması olmuştur. Bu antlaşmanın gerçek adı, Yakındoğu İşleri İle İlgili Lozan Antlaşması’dır.
Yakındoğu, bugün Anadolu olarak ifade edilen topraklara verilen isimdir. Sinop-Rize arasında yer alan Karadeniz havalisi Pontus ülkesidir. Pontus, güneye Doğru bazı alanlarda derinleşen bir coğrafyaya sahiptir. Pontus’un doğusu Lazistan’dır. Lazistan’ın doğusunda Gürcistan yer almaktadır.
Gerek eski ve orta çağlarda, gerek daha sonrasında Anadolu denen topraklar sadece Ege’nin küçük bir bölümünü kaplamaktadır. Burası ve Kızılırmak kıvrımı içinde yer alan Kapadokya bölgesi, Rumların yaşadığı bir topraklardır. Pontus’un Güneybatısı ve Lazistan’ın, Gücistan’ın güneyi Ermenistan’dır. Van Gölü çevresinde Kürdler yaşamaktadır. Turabidin Asuri-Süryanilerin yaşadığı alanlardan biridir. Bu alanlarda, bazı yerlerde, Kürdler, Süryaniler, Ermeniler, Ezidi Kürdler iç içe yaşamaktadırlar. Yakındoğu, aşağı-yukarı bu bölgeleri kapsamaktadır. Kabaca, bugün Anadolu denen coğrafya ve Kuzey Mezopotamya…
Bizans’ın coğrafyayı bölümlemesinde, Ortadoğu, Kuzey Afrika, Arabistan, İran Kuzey Buz Denizi’nden Hindistan’a kadar olan çoğrafyayı içine almaktadır. Uzakdoğu ise, Orta Asya, Çin, Japonya, Filipinler, Kamboçya, Vietnam gibi ülkeleri kapsamaktadır.
Balkan Savaşı, Birinci Dünya Savaşı ve daha sonra oluşan Türk Milli Mücadelesi döneminde, Yakındoğu yerli halkları soykırımlarla, sürgünleler imha edilmiş, Yerli halkların, ülkeleri yıkılmış, yerine Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. Türkiye, bir ülkenin değil, bir devletin adıdır. Bu süreçte, Yakındoğu kavramı ortadan kalkmış, Türkiye Ortadoğu’ya dahil edilmiştir. Bütün bunların, Osmanlı’ya ‘Hasata Adam’ denilen bir zaman diliminde gerçekleştirilmiş olması üzerinde ayrıntılı bir şekilde durulmasını gerektiriyor. Ahmet Önal’ın yukarıda adı belirtilen incelemesinde, bu süreç de ayrıntılı bir şekilde anlatılıyor.
Ahmet Önal’ın, babası Selimo Rızo ile ilgili anlatımları her zaman dikkatimi çekmiştir. (s. 191-224) Bu anlatımlar, Barış Ünlü ve Ozan Değer tarafından derlenen İsmail Beşikci, (İletişim Yayınları, 2011, İstanbul) kitabında yer alan yazısında da vardır (s. 315-335)
Ahmet Önal’ın, babası çok değerli bir kişi. Okuma-yazması yok ama çok iyi bir veteriner. Kadın işi-erkek işi demeden evde, köyde her türlü işi yapan bir kişi. Oğlunu, sıkıyönetim tutukevlerinde, cezaevlerinde hiç yalnız bırakmamış bir kişi Sadece oğlunu değil, oğlunun dava arkadaşlarını da. Medeni cesaret çok yüksek. Rütbeli subaylar, köye gelip, köyde bir cami yapılmasını istediği zaman, ‘biz Aleviyiz, biz cami istemiyoruz. Cami yapılması düşünülen alan çocuklarınızın oyu alan’ diyebilen bir kişi.
Çocuklar, okulda kendi aralarında Kürdçe konuştukları zaman öğretmenden dayak yiyorlar. Bunun üzerine Selimo Rızo, okula gidip öğretmenle konuşuyor. ‘Eğer çocuklarımıza, kendi aralarında Kürdçe konuşuyorlar diye dayak atarsan, bu köyde yaşayamazsın…’ diyen bir kişi. Çok iyi bir Alevi Kürd. Okuma-yazma bilmemesine rağmen, oğlunun, dava arkadaşalarının davalalrını yakından kavramış bir kişi… Bunu mahkeme, emniyet vs. dahil her yerde savunmuş bir kişi…
Ahmet’in sevgili torunu Hewiya Rızo ile Selimo Rızo’nun yaşatılıyor olması çok güzel…
Ahmet Önal’ın kitabındaki önemli yazılardan birkaçı da Türk solunun Kürdistan’da çözülmesi üzerine yazdığı yazılardır. s.191, s.211 vs.
Kürdler, Kürd/Kürdistan sorunlarını temel niteliğini kavradıkça, Türk solunun, genel olarak solun kavramlarının, bu sorunu anlamakta, açıklamakta yetersiz olduklarının farkına varmışlardır.
Bu süreçte ilk olarak Türk soluyla ayrışma başlamış, sonra, Kürdi örgütle, kendi içlerinde tartışmalara oturmuşlardır. İbrahim Küreken de, ‘Parçası, Tanığı, Mahkumu, Sürgünü Oldum’ (İletişim, 2016) kitabının bir bölümünde, sürecin, ilişkilerin belirli bir aşamasında, yaşadığı iç çatışmaları, örgütsel çatışmaları anlatmış, kendisinin zihin yapısında meydana gelen dönüşümleri dile getirmişti.
Devşirmeler ve Devletsizler kitabında yer alan öbür yazılar da iyi, değerli yazılar. Ahmet Önal, çeşitli sitelerde yer alan yazılarını bir araya getirmekle iyi bir iş yapmış. Gazete sayfalalarında kalan yazılar da kalıcıdır ama kitap daha kalıcıdır.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.