Güney Kürdistan’da Irak merkezi hükümetinin, taraflar arasında yapılan tüm anlaşmalara rağmen ısrarla sürdürdükleri Kürdlere yönelik kanun dışı uygulamaları, Kürd tarafında bağımsızlık referandumu dışında kullanılacak bir yol bırakmamıştı. Dolayısıyla, bağımsızlık referandumu Kürdler açısından kendilerini anlatabilmelerinin tek yöntemi olarak durmaktaydı. Güney Kürdistan’daki siyasi çevrelerini “Irak merkezi hükümetiyle birlikte yaşamak mı?” Ya da “gündeme getirilecek bir bağımsızlık referandumu mu?” Tercihiyle yüz yüze getirmişti.
Kürdler, bağımsızlık referandumu çalışmalarını yaparken Kürdistan işgalcisi İran, Türkiye, Irak ve Suriye devletleri de referandumu başarısız kılmak üzere müthiş bir trafik işleterek referandum sonuçlarını gayri meşru ilan etmenin uğraşını vermekteydiler. Nitekim dört sömürgeci ülkenin provokatif çabaları 16-17 Ekim 2017 tarihlerinde semeresini vermiş. Başta Kerkük olmak üzere tüm Kürdistani bölgelere yoğun bir saldırı başlatmışlardır. Bu gelişmeler karşısında hem Kürd kamuoyunu duyarlı kılmak hem de sömürgeci devletlerin bu düşmanca tutumundan vazgeçirmek üzere 5 Ekim 2017 tarihinde yukarıdaki başlıkla bir yazı kaleme almıştım. Bu coğrafyada özgürlük mücadelesi verme adına en ağır bedelleri göze almış Kürdistani mücadeleyi durdurmanın, sömürgecileri aşan bir seviyeye ulaştığını hatırlatmaya çalışmıştım. Nitekim aradan bir buçuk yıllık bir zaman geçtikten sonra tarih Kürd halkının iddialarını doğrulamış ve benim o yazımı yeniden Kürd kamuoyuna açıklamam ihtiyacını doğurmuştur.
Geldiğimiz bu aşamada, dünyadaki ve bölgedeki gelişmeler 50 milyonluk Kürd halkının en doğal haklarını savunması konusunda haklı olduğunu ortaya koymuş, 16-17 Ekim 2017 günü İran ve Türkiye’nin başını çektiği ve bir takım Kürdlerin de hainane davranışlar içerisine girdiği koşullar değişmiş, Kürdleri açlıkla ve sopayla terbiye etmek isteyen sömürgeci güçler Kürdlere yaşatmak istedikleri ambargonun ve daralmanın muhatabı olmuşlardır. Günümüzde İran ve Türkiye’nin yaşamakta olduğu bu sıkıntılı sürecin ilahi adaletin tecellisi ile tarihi ifadesini bulmuştur. Konunun daha iyi anlaşılır olabilmesi için 5 Ekim 2017 tarihli yazımın tüm metnini aşağıda özellikle Kürd kamuoyu ve sömürgeci devletlerin dikkatine sunmanın ihtiyacını duymaktayım.
Keser Döner Sap Döner Gün Gelir Hesap Döner (1)
Bu yazımı kaleme aldığım sıralarda, Almanya’da yaşayan yakın bir dostum beni arayarak çok üzgün olduğunu söylediğinde doğrusu ilk aklıma gelen Mam Celal ile ilgili kötü bir haber vereceği olmuştu, ve nitekim o an aklımdan geçirdiğim o kötü ve beni son derece sarsan Mam Celal’in ölüm haberini kendisinden öğrenmiş oldum. Doğrusu, ömrünü Kürd ulusal mücadelesine adamış politik bir dehayı kaybetmek kolay kabullenilebilecek bir durum değildir.
Ancak Sayın Mam Celal’in rahatsızlığından beş yıl sonra aramızdan ayrılması, sanki biz Kürdlere böylesi bir acıyı elinden geldiğince hafifleterek yansıtmak istemesiydi. Kürdlerin özgürlük mücadelesinde, çok büyük emekleri olan Mam Celal’in tamda Kürdlerin kendisine büyük ihtiyaç duyduğu bir dönemde aramızdan ayrılması elbette ki her geçen gün daha iyi anlaşılacaktır. Böylesi acılı bir günde ve böylesine bir ruh haliyle, Mam Celal’i ve mücadelesini satırlarla ifade etmek oldukça zor bir iştir.
Kürd ulusal mücadelesinin bu koca yürekli liderine Allah’tan rahmet diliyor, başta ailesi ve mücadele arkadaşları olmak üzere bütün halkımızın başı sağ olsun diyerek, onu yüreğimizde daima yaşatacağımızı belirtmek istiyorum.
Yazının başlığına dönecek olursak; Başlıkta ki deyim aslında Türklere ait ve sıkça kullandıkları bir deyimdir. Dolayısıyla, Güney Kürdistan’da gerçekleştirilen bağımsızlık referandumuna yönelik Türkiye’yi yönetenlere yine onların kullandıkları bir deyimle hitap etmek istiyorum (Keser döner sap döner, gün gelir hesap döner!).
Güney Kürdistan’da bağımsızlık referandumunu gerçekleştiren iradenin, Kürdistan işgalcisi güçlerin ve Kürdleri kendilerinin hasmı olarak gören tüm çevrelerin engelleme ve provokatif girişimlerine rağmen hiçbir kuşku ve şaibeye yer bırakmadan şeffaf ve demokratik bir biçimde yapılan referandumun haklı gururunu tüm Kürdlere yaşatmıştır.
İran mollalarının bizzat Haşdi Şabi denilen çete yapılanmasını, T.C. devletinin ise Kerkük’te bulunan ve sürekli Türkiye tarafından beslenen birtakım Türkmen gruplarını kışkırtarak, referandumda güvenliği sağlamakla görevli peşmerge ve asayiş güçlerine saldırtmalarına karşılık Güney Kürdistan yönetiminin büyük bir sorumluluk ve serinkanlılıkla sabır göstermeleri, Kürdistan yönetimine dünya çapında büyük bir takdir kazandırma sebebi olmuştur.
Bu kışkırtma ve saldırılar sonucunda, bazı peşmerge ve sivil Kürdlerin katledilmesine rağmen Kürdistan yönetimine bağlı güvenlik birimleri en ufak bir şiddet hareketine tevessül etmeden Kürd, Arap ve Türkmen seçmenleri güven ve huzur içerisinde demokratik hakları olan oylarını rahatlıkla kullanarak tarihi tercihlerini yapmışlardır.
Ancak Güney Kürdistan yönetiminin, büyük bir başarıyla yönettiği bağımsızlık referandum süreçlerinden istedikleri sonucu alamayan sömürgeci devletler, bu sefer gemi azıya alarak yapılan referandumu karalamak ve itibarsızlaştırmak için yeni ve türlü entrikalara başvurma ihtiyacı duymuşlardır. Sömürgeciler, referandum sonrası kendi aralarında hızlı bir trafik işleterek Kürd halkının haklı ve meşru kazanımlarını boşa çıkarmak üzere askeri, ekonomik ve siyasi güç ve argümanları kullanarak Güney Kürdistan yönetimini zor durumda bırakma hatta mümkünse çökertebilmenin kirli yöntemlerini kullanmaya başlamışlardır.
Üç aşamalı ortak bir program dahilinde hareket eden Kürdistan sömürgecisi ülkeler, ilk önce Kürd siyasi çevreleri arasında birtakım ayrılıkları kışkırtarak derinleştirmenin yollarını aramışlar, daha sonra Haşdi Şabi ve Türkmenleri kullanarak fiili saldırılar örgütleyip, devreye sokarak süreci provoke etmeye çalışmışlardır. Bütün bunlarda başarılı olamayan sömürgeciler, bu seferde birtakım askeri, ekonomik ve diplomatik yolları kullanarak ve aynı zamanda Güney yönetimini tehdit ve şantajlarla adeta izole etmenin ve baskı altına almanın yöntemlerini kullanıp Güney Kürdistan yönetimini kendi meşru haklarından taviz verir duruma getirmeye çalışmaktadırlar.
Bahsi geçen çevreler, günümüz dünyasında böylesine ilkel metotların halkların özgürlük mücadelesi önünde bir engel olamayacağını düşünemeyecek kadar gerilerde olduklarının farkında değiller. Güney Kürdistan hükümetinin yaptığı şey Irak anayasasında ifadesini bulan ve birlikte bir arada yaşamak mı? Yoksa bir halkın kendi kaderini kendisinin belirleme hakkı mıdır? Irakla birlikte yaşayabilmenin her türlü şartlarını zorlayan, ancak Irak’ı yöneten ilkel mezhepçi bir anlayışla yürünemeyeceğine, bıçağın kemiğe dayandığı noktada iyi komşuluk tercihini kullanarak referanduma giden mazlum bir milletin bu meşru ve haklı tercihine hangi insani ve demokratik kriterlerle karşı çıkıldığı henüz anlaşılmış değildir.
Her millete hak olan kendi coğrafyasında özgür yaşama hakkı ve aynı zamanda kendi kendini yönetme hakkı, Kürdler de neden aykırı ve haram sayılmaktadır. Doğrusu bunu akıl ve vicdanla savunabilmekte mümkün değildir.
Kendilerine Müslümanım diyen bu sömürgeci devlet yöneticileri, galiba İslam aleminin yüce peygamberi Hz. Muhammed’in köleliği ortadan kaldırmaya yönelik mücadele pratiğinden de bihaberdirler. Kürdlerin, yüzyıllardır zalimlere baş eğmeden vermiş olduğu mücadelenin nihai hedefi, doğal olarak özgür yaşamak ve kendi kendini yönetir durumda olmaktır. Kendi aralarında asırlardan beri sürmekte olan uzlaşmaz çelişkilerini bir tarafa bırakarak, sadece Kürdler özgürleşmesin diye bugün birbirlerinin kapısını aşındıran sömürgeciler bilmelidirler ki, kullandıkları bu ilkel ve insanlık dışı yöntemler Kürdlerin özgürlük isteklerine engel olamayacaktır.
Devlet ciddiyetinden ve insanlık merhametinden nasiplenmemiş olanların, Kürdleri ve onların değerlerini aşağılayarak varacakları hiçbir menzil yoktur. Kürdler, yüzyıllardır özgürlük mücadelesi içerisinde bedel ödemiş önderlerine ve tüm değerlerine sıkı sıkıya bağlı olduklarını önümüzdeki mücadele süreçlerinde de mutlaka doğru bir pratikle ortaya koyacaklardır.
Kürd halkı, orta doğu ve yakın doğu coğrafyasının en kadim milleti ve üzerindeki yaşadıkları toprakların asli sahipleridirler. Dolayısıyla, bu coğrafyada özgür ve bağımsız yaşamak başkalarının hakkı olduğu kadar Kürdlerin de hakkıdır. Geldiğimiz bu aşamada, çare mazlum milletleri aşağılamak ya da onların haklarını gasp etmek değildir, tam aksine kültürlerin önemli oranda harmanlandığı bu coğrafyada barış içerisinde ve birbirinin haklarına saygılı bir ortamı yaratmak en doğru tavır olacaktır.
Umuyor ve temenni ediyoruz ki; yüzyıllarca bir arada yaşamış olan bu milletleri, birilerinin iktidar hırsıyla birbirini boğazlayan halklar durumuna getirmezler. Böylesi bir durum, kendisiyle birlikte tamiri mümkün olmayan acı sonuçlar doğuracağından hiç kimsenin kuşkusu olmasın. Komşumuz olan halklara ve onların iktidarlarına seslenerek herkesin özgür, eşit ve kardeşçe iyi komşuluk ilişkileriyle yaşayabileceği bir ortam için aklı selim ile hareket edilmesidir. Güney Kürdistan yönetiminin çağrıları da hep bu yöndedir. Temennimiz bu çağrılar, ilgili çevreler tarafından doğru değerlendirilerek dostça yaşama koşulları yaratılır.
Saygılarımla
M. Hüseyin Taysun
17.05.2019 /İstanbul
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.