Halk arasında kullanılan eski bir deyim vardır; Hırsızların suçlu olduklarını biliyoruz da, ama ev sahibinin hiç mi kusuru ve kabahati yok? Halkımız arasında sıkça kullanılan bu deyim, tam da son Otuz Beş yıldır Kürdler adına siyaset arenasında iddialı olduklarını söyleyen ve büyük bir gücü elin de bulunduran, örgüt ve politikacıların gerçeğini anlatıyor sanki?
Sebebine gelince, özellikle son otuz beş yıldır Kürdleri özgürleştirme iddiasıyla siyaset sahnesine çıkarılmış/çıkmış olanlar Kürd Halkından büyük destek ve fedakarlık görmüş olmalarına rağmen, Kürdleri nihai kurtuluşa götürecek ciddi, olumlu ve kayda değer bir sonuç ortaya çıkarmamışlar yada çıkaramamışlar.
Sloganları en üst perdeden büyük ve keskin, oysa getirisi oldukça basit ve küçük bu çıkışların sahipleri kendi yetersizliklerinin, samimiyetsizliklerinin ve beceriksizliklerinin Kürd Halkına çıkardığı ağır ve onarılmaz faturasını her seferin de, ya konjoktörün uygun olmadığına, ya Kürdlerin hasımlarının güçlülüğüne veya kendi siyasi rakiplerinin engellemelerine bağlayarak, kendilerini aklamanın veya masum göstermenin kolaycı yolunu seçmişlerdir.
“Oysa siyaset; birikimli ve namuslu insanlar için, uğruna yola çıktıkları halka, eziyet çektirip bedel ödetmek değil, onların var olan sorunlarına akılcı ve kalıcı çözüm üretebilme sanatıdır”
Bu anlamda yüzyılların, hatta bin yılların kangrenleşmiş sorunu olan Kürdistan’ın özgürlük meselesi ve sömürgeciliğe karşı kurtuluş mücadelesi, en başta samimiyet ve dürüstlük olmak üzere, yetkin, cesur, donanımlı ve fedakâr ciddi kadroların işi olmakla birlikte, diplomasiyi bilen dost-düşman tanımlasın da isabet kaydeden, bir örgütlülüğü yaratma meselesidir. Sorunun adı doğru konulmadan, samimi ve doğru kadrolaşma gerçekleşmeden, ödenen bedeller ve verilen emeklere rağmen, ele geçirilen kazanımlar ve birikimler kısa bir süre sonra bir takım zaaflara sahip, iç hainler veya düşmanla ilişkilenmiş çıkarcılar vasıtasıyla yine düşmanın emrine/hizmetine girmesi kaçınılmaz olacaktır.
Bütün bunlardan dolayıdır ki, kendi partisini, örgütünü veya kendi şahsını, Kürdistan ülkesi ve mazlum Kürd Halkının çıkarlarının üstünde tutmuş olanlar, yakın tarihimiz de ve hatta günümüz de, bırakalım özgür bir Kürdistan yaratmayı, özellikle Kuzey Kürdistan ve Güneybatı Kürdistan’ın boşaltılmasına, buralarda yaşayan halkımızın binlerce yıllık vatanını terk etmesine, sürgün yolların da derbeder olmasına ve en önemlisi de sömürgeci devletlerin metropol kentlerin de rezil ve onursuz bir hayata katlanmalarına sebep olmuşlardır.
Mazlum Kürd Halkına reva görülmüş ve içine düşürülmüş olduğu bu durumun iki temel sebebi olabilir,
A) Bu sonuçlara sebep olan parti, örgüt veya şahsiyetler düşmanla mücadele safhalarını algılayıp ve ona göre strateji ve politika üretebilecek yetkinlik ve bilgiden mahrumdurlar.
B) Bahsi geçen parti ve örgütler zımmen de olsa sömürgecilere hizmet etmeyi ve Kürd halkını belli bir zaman diliminde eritmeyi hedefleyen, entegrasyoncu, taşeron siyasi yapılardırlar.
Sebep hangisi olursa olsun, bu yapılan yanlışların acısını ve sancılarını Kürd Halkı çekmekte ve bu onarılmaz yıkımların etkileri, Kürdistan coğrafyasın da on yıllarca kendisini gösterebilecek özellikler taşımaktadır. Burada yapılan en temel yanlışın ve stratejik hatanın Kürdistan’ın işgal edilmiş parçalarında ki farklı parti ve örgütlerin bir diğer parçayı işgal altında tutan devlet veya devletlerle kendi varlığını sürdürebilme veya gücünü biraz daha pekiştirme doğrultusunda ilişkilenmeleri ve zaman zaman bu devletlerin istekleri istikametinde tutum almalarıdır. Burada gözden kaçırılan en önemli konu, Kürdistan’ı işgal altında tutan ve Kürdlerin en temel haklarını inkar eden ve ayrıca Kürdistan da ki tüm zenginlikleri yüz yıllardır talan edenlerin kendi aralarında ki rekabet, çelişki ve çatışmalarının geçici olduğunu görememektir.
Çünkü Kürdistan’ı kendi aralarında paylaşmış olan dört sömürgeci devlet, işgal altında tuttukları Kürdistan toprakları konusun da birbirlerinden vazgeçemeyecek stratejik müttefiklerdir. Özgürleşecek her Kürdistan parçası diğer parçanın işgalcisi için önemli bir handikap veya yıkım sebebi olacaktır. İşte bütün bu sebeplerden dolayı Kürdler adına mücadeleye koyulmuş, Kürd parti ve örgütleri sadece kendi siyasi rakiplerini alt etme veya güçsüz kılma adına asla ve asla düşman devletlerle ilişkilenerek onların oyunlarına alet olmamaları gerekmektedir.
Yukarıda değinmeye çalıştığım konular, Kürdistan da ki haklı mücadelemizin bugüne kadar başarıya ulaşmamasının en önemli sebepleri olarak görülmelidir. Akıllı ve tutarlı politika, sömürgeci devletlerarası muhtemel çıkar çelişkilerinde, mümkün olabildiğince mevcut çelişkileri ve çatışmaları derinleştirici yönde olmalıdır. Kürdistan’ın her parçasının kendi özgül koşullarında milli örgütlenmelerin unutmaması gereken en önemli konu, diğer parçalarda ki mücadeleleri gözetmek, parçalar arası dostluk, kardeşlik ve dayanışma duygu ve düşüncesini mümkün olan en üst seviyede tutarak, kendi tabanlarını motive etmeye yönelik olmalıdır.
Sonuç olarak, günümüze kadar Kürd ulusal mücadelesinin, uzun yıllara büyük emek ve bedellere rağmen, istenilen sonuca yani zafere ulaşmamasının altında yatan asıl gerçeğin, herkesin kendi parti ve örgüt çıkarlarını önceleyerek bir bütünen Kürdistan’ın tümünü kapsayan ulusalcı, kardeşçe ve omurgalı bir siyaset tarzına sahip olamamasından kaynaklanmaktadır.
Umuyor ve temenni ediyorum ki, peşmergelerin zaferden zafere koştuğu bu mücadele sürecin de ve Kek Mesud Barzani’nin doğru siyaset tarzıyla dünyadan büyük destekler aldığı aynı zaman da bütün bunların Kürdler için büyük fırsat ve avantajlar sağladığı bu dönem de tüm Kürd siyasi çevreleri geçmiş hatalarından da ders çıkararak daha bir Kürdistani doğru ve kapsayıcı bir siyaset tarzı geliştirerek mazlum Kürd Halkını ve onların vatanı olan Kürdistan’ı özgürleştirerek dünya milletler camiasında ki onurlu ve şerefli yerlerini almakla sonuca ulaştırırlar.
Yazımı önemli bir Kürd ata sözü ile bitirmek istiyorum,
Kurmê darê Jı darê nebaya dar xırab nedıbu
(Ağacın kurdu kendinden olmasaydı, ağaç çürümezdi)
Saygılarımla,
M. Hüseyin TAYSUN
24.01.2015 – İstanbul
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.