Ercan İlgin: Kürt Entelijensiyasının Milliyetçilikle İmtihanı - 5

''Sonuç olarak, eğer Marksizm’in 20. Yüzyılda bir başarısından söz edilecekse, onun bu başarısını tamamen milliyetçiliğe borçlu olduğunu söyleyebiliriz. O dönemin Kürt örgütleri de bu somut gerçekliği analiz edebilmiş olsalardı, milliyetçilik kavramına karşı bu ölçekte bir karşı duruş sergilemeyebilirlerdi. ''

2 Ekim 2025 - 12:41
2 Ekim 2025 - 12:41
 0
Ercan İlgin: Kürt Entelijensiyasının Milliyetçilikle İmtihanı - 5
Akre Newroz'u 2022/AP

Kuzey Kürdistan’da, 1970’lerde hızla büyüyüp gelişen Kürt örgütlerinin Marksist ideolojiyi rehber edinmelerinden dolayı en büyük zaaflarından biri de milliyetçilik kavramına oldukça mesafeli durmalarıydı. Yazımızın önceki bölümlerinde belirttiğimiz gibi o dönemde kendisini tam anlamıyla anti-milliyetçi kampta konumlandıran iki örgütün dışındakiler milliyetçilik konusunda ikircikli bir tutum içindeydiler. 

Bu örgütler, Türk Marksistleriyle polemiklerinde milliyetçiliği ezen ulus-ezilen ulusmilliyetçiliği olarak ayırıp ezilen ulus milliyetçiliğine bir haklılık atfetmekle birlikte kendilerini milliyetçi değil yurtsever olarak tanımlamaktaydılar. Bu durum günümüzde de, o dönemden bakiye Kürt siyasetçi ve düşünürlerinin önemli bir kesiminde aynen devam etmektedir.

Bu konuya, yani milliyetçilik ve yurtseverlik arasındaki önemli farklılıklara bir sonraki bölümde değineceğiz. Şimdi, o dönemde, söz konusu bu Kürt örgütlerinin milliyetçiliğe karşı, en başta da kavramsal düzeyde mesafeli durmuş olmalarını ele alalım.

Bunun temelinde yatan esas olgu, bu örgütlerin Marksist olmaları değil, ondan öte Marksist ideolojiyi dogmatik kalıplar içinde içselleştirip, bu ideolojinin 20.Yüzyılın başlarında geçirdiği radikal değişim ve dönüşümü görememiş olmalarıydı. Eğer bunu yapabilirseler, Marksizmin proletarya enternasyonalizmi ütopyasının, bu dönemde nasıl millet gerçekliği duvarına çarparak yok olduğunu görebileceklerdi. Keza, Marksizm’in, yine 20.Yüzyılda, bu ideolojinin ilk kuramcılarının öngöremediği bir biçimde bir bütün olarak üçüncü dünya ülkelerinin bir milli ideolojisine dönüştüğü gerçeğini de.

Bu noktada her şey, 1914 yılında 1.Dünya savaşının başlamasıyla birlikte ortaya çıkacaktı. O güne değin, proletarya enternasyonalizmi’nin temelini oluşturan en önemli prensip, her bir ülkedeki sosyalist partilerin, kendi devletlerinin çıkarından azade bir biçimde, uluslararası işçi sınıfının çıkarları doğrultusunda, evrensel bir birlik geliştirmeleri üzerine kuruluydu. Dolayısıyla, 1. Dünya Savaşı başladığında, bu evrensel ideolojiyi savunan ve bu amaçla bir araya gelen sosyalist partilerin, kendi devlet çıkarlarına karşı bir genel grev örgütleyerek savaşa karşı dik bir duruş takınmaları beklenirdi. Oysa durum bunun tam tersi oldu.

Savaş başladığı zaman, Rusya ve İrlanda Komünist partileri haricinde tüm ülkelerin Marksist partileri, kendi devletlerinin safında yer alarak, milliyetçi çizgide buluşacaklardı. Yine dramatik bir biçimde, kendi devletlerinin yanında saf tutan bu partilerin tabanını oluşturan işçi sınıfı da, kendi devletinin çıkarları için kendi ordularına katılıp cepheye gideceklerdi. Savaş öncesinde, kendilerini anti-militarist ve enternasyonalist olarak tanımlayan Marksistler, savaş başladığında, bir anda” milliyetçi-şovenist” kampta bir araya geldiler. Carlton Hayes 1. Dünya Savaşı başladığında ortaya çıkan bu dramatik durumu şu sözlerle dile getirir: 

“Savaş çıkar çıkmaz, gerek kitleler gerekse de sınıflar hükümetlerine destek yarışına girdiler. Başlangıçtaki barışseverlik ve tarafsızlık açıklamaları buhar olup uçuverdi… Marksist sosyalizm iflas etti; takipçileri savaşa girmemek veya engel olmak için ‘genel grev’ veya başka yollara hiç başvurmadılar. ‘Entelektüeller’ iflas etti; büyük çoğunluğu duyguyu akla, savaşçılığı ferasete tercih ettiler.”

Nitekim, bu enternasyonal ütopyanın tuzla buz olması neticesinde, bundan iki yıl sonra, yani 1916 yılına gelindiğinde Lenin ve arkadaşları, bitkisel hayatta bulunan bu oluşumun fişini çekerek onu feshedeceklerdi.

Çünkü savaşla birlikte Komünist partiler, enternasyonal ütopyasını bir kenara bırakmış, milliyetçi ve şoven ideoloji etrafında toplanmışlardı. Bir diğer anlatımla, bunun öncesinde, sözde anti-milliyetçi bir temelde konumlanan sosyalistlerin, kendi devletleri savaşa girdikten hemen sonra, tamamıyla milliyetçiliğe kaymaları gibi, reel bir durum oluşmuştu.

Yine, o dönemde, Marksist Kürt örgütlerinin görmediği bir başka gerçeklik daha vardı. O da, 1940’lara gelindiğinde, Marksizm’le milliyetçilik arasında yaşanan doku uyuşmasıydı. Bu doku uyuşmasının en bariz biçimi ise o dönemde Asya ve Afrika’daki sömürgelerde ortaya çıkan Marksist etiketli ulusal kurtuluş mücadelelerinde ortaya çıkmaktaydı. Çünkü bu ulusal kurtuluş hareketlerinin istisnasız tümü özünde milliyetçiydiler. Bu somut olgu, bu ülkelerdeki Marksist partilerin gerek programlarında ve söylemlerinde,  gerekse de bu çerçevede giriştikleri sınıfsal ittifaklarda net bir biçimde ortaya çıkmaktaydı.

Bu konuda, kendisi de Marksist olan Eric Hobsbawm’ın, “Marksist hareket ve devletler yalnızca biçimleri bakımından milli olmakla kalmadılar, özlerinde de öyle, yani milliyetçi oldular. Bu eğilimin sürmeyeceğini düşündürecek hiçbir işaret yok.” değerlendirmesi yalın bir gerçekliğe işaret etmekteydi.

Ayrıca bu durum salt Asya ve Afrika’daki ulusal kurtuluş hareketleri için değil, Küba devrimi için de aynen geçerliydi. Yani, Küba’daki sosyalist devrim bile esas olarak milliyetçiliğe dayanıyordu. Bu konuda, Castro’nun sosyalistliğinden önce milliyetçiliğine dikkat çeken Horace Davis bu devrimi değerlendirirken, “Castro ve Guevara Küba ulusçuluğuyla ve geleneksel anlamda demokratik denilebilecek bir programla işe başladılar. Sosyalizm sonradan, koşulların zorlamasıyla geldi.” saptamasını yapar. Yine Küba devrimi esnasında Küba ulusçu güçlerinin Castro’nun yanında yer aldığını vurgulayan Davis, “Ulusçuluk, farklı öğelerin Batista’ya karşı savaşımda bir araya gelmesini sağlayan etkendi.” der.

Yine tüm bu rejimlerin sosyalizm adına yaptıkları tek şey, özel mülkiyete dayalı kapitalizm yerine devlet kapitalizmini ikame etmekten ibaretti.

Sonuç olarak, eğer Marksizm’in 20. Yüzyılda bir başarısından söz edilecekse, onun bu başarısını tamamen milliyetçiliğe borçlu olduğunu söyleyebiliriz. O dönemin Kürt örgütleri de bu somut gerçekliği analiz edebilmiş olsalardı, milliyetçilik kavramına karşı bu ölçekte bir karşı duruş sergilemeyebilirlerdi. 

Devam edecek…

Not: Bu bölümdeki alıntıların birincil düzeydeki kaynakları için bkz. Ercan İlgin – Milliyetçiliğe Yeni Bakış – Hivda Yay.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu haber toplam 331 kişi tarafından görüldü.
Son güncellenme: 14:42:26