Yalan Rüzgarları Komedisi ve Hakikat

''Bu sürecin üzerinden tam bir yıl geçti. Bırakın Kürtlerin temel sorunlarının çözümü yönündeki adımlara, Öcalan ve devlet arasındaki gizli-kapaklı görüşmelerde, örgüt yöneticilerinin konumu ve topluma entegrasyonları yönünde şimdiye kadar hiç bir adım atılmadı.'

10 Ekim 2025 - 13:13
10 Ekim 2025 - 13:21
 0
Yalan Rüzgarları Komedisi ve Hakikat

Bu günkü makalemizde hayatımızı zindana çeviren, yüzbinlerce canlara mal olmuş ölümcül bir sorun olan Kürd/Kürdistan sorunun geldiği nokta ve bu konunun aktörlerinin sergiledikleri duruş, sorunun çözümü konusunda devletin, partilerin ve toplumsal kesimlerin ortaya serdikleri yalanlar, ikiyüzlülük ve oynanan tiyatroları oyunlarını gözler önüne sermeye çalışacağız.

Yüz yıllık inkar ve akabinde sürdürülen imhanın şu an gelmiş olduğu aşama malumunuz. Bu sorunla bağlantılı olarak 1984 yılında Abdullah Öcalan'ın önderlik ettiği PKK adlı örgütün Şemdinli baskınıyla "Kürdistan ulusal kurtuluş savaşını" başlattıklarını duyurmuşlardı. Bu tarihsel olayın üzerinden tam 40 yıl geçti. Bu kırk yıllık muhasebe, Kürtler açısından ne getirip ne götürdüğü konusundaki yorum ve düşüncelerimizi defaatle yazıp çizmiştik. Türkiye de açık bir şekilde Türk milliyetçiliği temelinde politika yapan MHP'nin genel başkanı Devlet Bahçeli'nin PKK'nin siyasi bakışına paralel politika yürüten mecliste grubu bulunan DEM parti sıralarına gelerek tokalaşmayla başlaması ve ardından PKK lideri Abdullah Öcalan'ın meclise gelip DEM parti grubunda konuşma yapmasını ilk ağızdan söylemesi herkesi şaşırtmış ve dondurtmuştu. Bu yaşananların üzerinden tam bir yıl geçti. Öcalan tarafından lağvedilen PKK’nin yöneticilerinin yetmişleri geçmiş yaşlarının geri kalan 5-10 yıllarını huzur içinde geçirmeleri için devlet ile pazarlığa girdiği netleşmiş oldu. Öcalan, her ne kadar bunun aynı zamanda Kürtlerin de temel sorunlarının çözüleceğini anlatmaya çalıştıysa da devlet-hükümet ve Bahçeli nezdinde bunun "Terörden arındırılmış Türkiye projesi" olduğunu kamuoyuna açıkladılar. Devletin, Öcalan ve örgüt yöneticileri arasında yapılan gizli pazarlıklarda, devlet ile barışarak adı geçen örgüt liderlerinin topluma entegrasyon anlaşması olduğu açığa çıktı. Nitekim Öcalan'ın bırakın Kürtler için bir statü (federasyon, özerklik veya ademi merkeziyet) talebini, kültüralist taleplerin dahi mevcut konjonktür ve toplum sosyolojisine uygun olmadığını ilan etmiş oldu. Türk devletinin bu duruşunun sorunu temelden çözmek adına değil, Ortadoğu'da yaşanan alt-üst oluşların, bu coğrafyanın yeniden şekillendirilerek yeni haritada, Kürtlerin bir statü sahibi olmasını engellemeye çalışan bir zaman kazanma taktiği olduğu net ortaya çıktı.

Bu sürecin üzerinden tam bir yıl geçti. Bırakın Kürtlerin temel sorunlarının çözümü yönündeki adımlara, Öcalan ve devlet arasındaki gizli-kapaklı görüşmelerde, örgüt yöneticilerinin konumu ve topluma entegrasyonları yönünde şimdiye kadar hiç bir adım atılmadı. Gözaltı ve görevden almalar devam etti. DEM parti olarak kendilerine her seferinde blok oy veren Kürtlerin dil, kültür ve ulusal haklarının iadesi konusunda tek kelime etmeyen DEM yöneticileri, meydanlarda, platformlarda Kürtlerin temel sorunlarının çözümü üzerinde fikir ve politikalar yürütecekleri yerde, Abdullah Öcalan'ın yer darlığı ve en son saçmalıklar silsilesi olan mecliste "Biji serok Apo" sloganlarının atılmasıydı. Bu açık ve net bir provokasyondur. Fırsat bekleyen bilumum, şoven, ırkçı ve faşist ne kadar Türk parti ve oluşumları varsa onları sevindiren bir çıkıştı. Peki DEM’liler bunu neden yaptı, yada bu türden provokasyonları neden yapıyorlar? Felsefe, tarih, sosyoloji ve entelektüel birikimi olmayan, mevcut konumlarını, lidere ve illegal partinin her dediğine biat ve itaat üzerine inşa etmiş, mürit bağımlılığı bir kişilik (Zaten bu kesimler attıkları imza ile 'Öcalan bizim irademizdir' diye deklare etmişlerdi) dolayısıyla yaklaşan seçimlerde tekrar listelere girmek için atılan sloganlardır. DEM'in ısrarla üzerinde durmak istediği Öcalan'ın yer darlığı ve özgürlüğü için slogan atmalarına ne gerek var? Öcalan kaldığı yerden son derece memnun. Türk devleti onu azat edip "Haydi Diyarbakır'a git, partinin başına geç" deseler de gitmez. 26 sene geriye gidelim. Türkiye'ye teslim edildiğinde söylediği ilk söz; "İlk defa kendimi evimdeymişim gibi hissediyorum. Bu gece rahat bir uyku uyuyacağım" demişti. Oysa bu etkili çaba ve protestoları, 8 yıldır siyasi rehin olarak tutulan eski genel başkanları Selahattin Demirtaş için yapmaları gerekirdi. Adı geçen partinin böyle bir duruş ve eylemlerine şahit oldunuz mu? Hayır. Eğri oturup doğru konuşalım. Türk devletinin anayasa ve yasalarla sınırlarını çizdiği meclise girmeyi kabul etmişseniz -ki kabul etmişsiniz- dayatılan anti-demokratik ve ırkçı yemini de kabul etmişsiniz demektir. Bu şartları kabul edip milletvekili statüsü kazanmış kişiler, mecliste militan davranışlarda bulunamaz, hele slogan hiç atamaz. Bu ajitasyon ve propagandaları dağlarda veya cephelerde atarsınız. Kürt hakları adına o mecliste bulunuyorsanız, kürsüye çıkıp yüreklice kendi halkınızın sorunlarını ve çözüm yollarını dünya aleme haykırmalısınız.


Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı toplam 1070 kişi tarafından görüldü.
Son güncellenme: 17:24:49