Ulusal Mücadelede Birliğin Zorunluluğu ve Önündeki Yapay Engeller

Kişisel sorunlarım ve gündemin dayattığı gelişmeler nedeni ile değinmek istediğim birlik konusunu ötelemek zorunda kaldım. Daha fazla geç kalmadan görüşlerimi sizlerle paylaşmak ve yazım uzun olduğu için sabırla okumanızı istiyorum.
Ortadoğu'da değişen dengeler ile Kürd ulusal mücadelesi birliğe en çok ihtiyaç duyduğu bir süreçten geçiyor. Zaman birliği savunurken "Biz demiştik" diyerek grupların kendilerine pay çıkarmanın, kibirli davranmanın zamanı değil. Herkes kimin geçmişte ne yaptığını biliyor.
Geçmişte gruplar arasında kabullenmesi zor kanlı olaylar yaşandı. Bugün yaşanan bu olayların çoğunun provokasyon amaçlı yapıldığını da artık biliyoruz.
Bizim kuşak yaşanan bu provokatif eylemlerin bir kısmına ortak olduk, farkına vardıklarımızda karşı koyup eleştirdik. Geçmişte yapılan hatalar tekrarı olmaması için eleştirilip değerlendirilmeli. Siyasi grupların hiçbiri geçmişte "Sudan çıkmış ak kaşık" olduğunu iddia etmemeli. Haklı olunsa bile bu hatalardan dolayı grupları ve kişileri çizersek ortada ittifak yapacak ne grup ne de kişi kalır. Çoğu zaman içinde yer aldığımız grubun yanlışlarını örgüt içinde eleştirmek yerine değil, diğer grupları eleştirdik. Oysa geçmiş değerlendirilmek isteniyorsa gruplar önce kendilerinden başlamalı ve özeleştiri vermeleri gerekiyor.
Mesela, yeri her geldiğinde övgüyle sözünü ettiğimiz 1977 yılındaki Diyarbakır Belediye Başkanlığı seçiminde solda yer alan, ulusalcı düşünen, ayrı örgütlenmeyi savundukları halde DDKD ile Özgürlük Yolu ayrı adaylar çıkarmıştı. Doğru tavır ortak aday üzerinde anlaşmak olmalıydı.
Dersler çıkarılması gereken diğer bir olay, 12 Eylül sonrası ulusalcı düşünen, ayrı örgütlenmeyi savunan sol ve inanç gruplarına karşı devlet içerisinden bazı odakların (Veli Küçük ve arkadaşları gibi) desteği ile inanç görüntüsüyle provokasyon amaçlı gruplar (Hizbullah) kuruldu. Karanlık odakların yönlendirmesiyle bu gruplara "Domuz Bağı" ile tüyler ürperten cinayetler işletildi. Amaçlanan, ulusal mücadeleyi inanç ve ideolojik açıdan savunan grupların birlikte hareket etmelerine engel olmak ve bölerek karşı karşıya getirmekti.
Kürd'ler de diğer uluslar gibi bünyesinde farklı ideolojileri ve inançları, hatta mezhepleri bünyesinde barındırır. Bu farklılıklar ulusun bileşenleridir. Ulus özgürlüğüne kavuşana kadar hiçbiri dışlamaz, dışlanmamalı.
Yazılı basında hâlâ bazı kişi ve grupların, bilmeden veya bilerek ulusal soruna ideolojik ya da inancı öne çıkararak çözüm önermelerini üzülerek izliyoruz. Bu arkadaşlar ulusal görüntü ile savundukları görüşlerini öne çıkarıp tekçi düşünen statükocu partilere destek olunması için Kürd halkına çağrı yapıyorlar.
İstanbul veya İzmir'e göç etmek zorunda kalmış, geri dönme şartları olmayan Kürd'ler ideolojik veya inanç olarak kendine yakın bulduğu tekçi partilerden birine vatandaşlık hakkını kullanarak oy verebilir. Ancak Diyarbakır ya da Urfa'da yaşayan bir Kürd, tekçi düşünen egemen ulus partilerinin adayları yerine ulusalcı düşünen kendi adayına, inanç ve ideolojik ayırım gözetmeden oy vermelidir. Diyarbakır ve Urfa'da vaatleri ne olursa olsun statükoyu savunan partilere verilen her oy, Şark Islahat Planı'na ve asimilasyon politikasına destek olmak ile eş anlamlıdır.
İnanç ve ideolojik farklılığı esas alan gruplar arasındaki uzlaşmaz çelişkinin ulusal çıkarlar için ortak tavır alarak izlenmesi gerektiği halde dış politikada da nasıl bölünmeye yol açtığını gördük.
Ortadoğu'da kurulduğu günden bu güne İsrail devletini ve Yahudi halkını yok etmek istediğini sürekli açıklayıp tekrar eden, dünyanın terörist dediği HAMAS Örgütü ile katliam yaparak Filistin halkını göçe zorlayan ve Filistin devletinin olmadığı bir Ortadoğu isteyen Netanyahu arasında tercih yapıldı. Kürd'lerin İsrail ve Filistinli liderlerle sorunları olabilir. Ancak İsrail ve Filistin halkı ile sorunu yoktur. Doğru tavır, Ortadoğu'da kendi kadim topraklarında İsrail halkının yaşam hakkı olduğu gibi, Filistin halkının da kendi kadim topraklarında yaşam hakkını savunmanın yanında, birlikte ya da ayrı yaşamalarına Netanyahu'nun ve HAMAS liderlerinin değil, iki halkın kararına bırakılmasıdır.
Görüldüğü gibi, nerede olursa olsun inanç ya da ideolojik çözüm önerileri ulusal mücadelenin önüne öncelikli olarak konulduğunda bölünmeye ve farklı tavırlara neden oluyor. Asimilasyon politikası hızla devam ederken "Önce Müslümanım veya önce sosyalistim, sonra Kürd'üm" demek ile ulusal mücadele verilmez.
Ulusal ilkeleri olan Kürd örgütleri ve partileri, egemen ulusun tekçi düşünen partileri ile ittifak yapılmaz diye bir kural da yok. Lenin'in dediği gibi "İlkeli olduktan sonra şeytanla bile ittifak yapılabilir." Ancak hiçbir ittifak Öcalan ve Kandil'in yaptığı gibi kapalı kapılar ardında, yazıya dökülmeden ve halktan gizli yapılmamalı.
Kapalı kapılar ardında ve yazıya dökülmeden yapılan ittifaklar "Suya yazılmış yazı" gibidir. Verilen sözler çabuk unutulur.
Tekçi partilerden hangisi olursa olsun, biri ile ittifak yapılacaksa veya dışarıdan destek verilecekse öncelikli olan Kürd'lerin kişisel haklarının değil mahrum bırakıldıkları ulusal kimliklerinin tanınması gerekir. Bunun yanında millet vekillerine zorunlu olarak (çocuklara yıllarca okutulan Andımız Marşı gibi) okutulan yeminin değiştirilmesi, anadilde eğitimin anayasal güvenceye alınması, halkın kendi iradesi ile seçtiği belediye başkanlarının yerine kayyum atamalarının son verilmesi, anayasanın ilk dört maddesinin tartışmaya açılması gibi. Bunlardan herhangi birinin en azından kabul edilmesi ve bu kabulün yazıya dökülerek kamuoyuna açıklanması gerekir. Yoksa herkes kendi yoluna gider. Egemen ulusun solcu ya da dindarlarının çoğunluğunun yer aldığı AKP-CHP gibi partilerin ortak noktaları Kürd sorunu denilince devlet politikasını savunmaktır. Bu partiler ile ilkesiz yapılan her ittifak elma ile armutları toplamak gibidir.
Belediyelerde verilecek birkaç müdürlük veya birkaç kadro için ittifak yapılmaz. Her seçim dönemi yaklaşınca DEM Parti'ye atanan kayyumların dilinden birlik çağrısı düşmez. Birlik olmak için ilkeli mücadele verilmesi gerektiği eleştirisi yapıldığında da yanıt vermek yerine "Gel partiye katıl, eleştirilerini parti içinde yap." denilirdi. Bu bir tuzaktır, bu tuzağa eskiden olduğu gibi düşmemek gerekiyor. İlkeli mücadele verilmedikten sonra kazanılan millet vekili ve belediye başkanlıklarının sayısının artması ulusal mücadeleye katkıda çok zarar veriyor.
DEM Parti'nin kazandığı başarılı belediyelerden kaçını başarılı diye örnek gösterebiliriz? Ayrıca illegal en radikal parti ve örgütlerde bile parti veya örgü içi muhalefet vardır. PKK'de dolayısıyla DEM Parti'de örgüt içi demokrasi olmadığı gibi parti içinde muhalefet edilmesine de izin verilmez. Hatta PKK içerisinde Öcalan'a (İmralı'ya) muhalefet etmek infaz gerekçesidir. Bunun acı örneğini yıllarca PKK'ye ve legal uzantılarına hizmet edip emek veren, bu uğurda bedeller ödeyen Faysal Dunlayıcı ve Hikmet Fidan'ın İmralı'da alınan "savaşın yeniden başlatılması" kararına karşı çıktıkları için ibreti alem olsun diye acımasızca katledildiklerinde gördük.
Kürdistan'ın diğer parçalarında olduğu gibi yaşadığımiz kuzey parçasında da dar grup çıkarı için istenmeyen kardeşin kardeşi öldürdüğü (birakuji) olayları yaşandı. Bunların tekrarına engel olmak gerekiyor. Örnek verecek olursan Kawa hareketinin kurucu önderlerinden Ferit Uzun derin PKK tarafından Siverek'te öldürüldü. Bu gün Kawa diye bir hareket yok. Birikimleri ile ulusal mücadeleye katkı sunan Ferit Uzun'un da yok. Üzücü olan Ferit Uzun'un yoldaşlarının bir kısmı bu olayı bildikleri halde, en azından bir özeleştiri almadan DEM Parti içerisinde millet vekili olmak dahil parti içinde üst düzeyde görevler alıyorlar.
Ulusal mücadelenin olmazsa olmazı sağı ve solu ile birliktir. Birliğin yerini geçmişten gelen dostluk ilişkisi veya partidaşlık almamalı. Somut şartlara göre otonomi, federasyon ve bağımsızlığı savunan gruplar aradaki farklılığa rağmen ulusal iradelerini koruduları ve ilkeli mücadeleden yana oldukları müddetçe araya gelip birliği oluşturabilirler.
Bir zamanlar Türkiye'de SSCB'ni savunan örgüt ve partilerin birliğinin önündeki en büyük engelin TKP olduğu söylenirdi. Bu doğru olmasına rağmen TKP illegal olduğu için kapalı kutuydu ve eldeki sınırlı bilgiler ile kurduğu ilişkiler eleştirilemiyordu. Öcalan ve derin PKK'sı da illegaldi. Silahların susmadığı ve devletin baskısının sürdüğü dönemlerde TKP gibi kapalı kutuydu. Suriye'de Esad, Irak'ta Saddam ile kurduğu ilişkiler bilinmiyordu. Bu gün tamamı olmasada bu kirli ilişkilerin hangi amaçlar için kurulduğunu Öcalan'ın itiraflarından öğreniyoruz. Şam'da kaldığı ev ve komşusunun kim olduğu gibi önemli konular bu gün artık biliniyor.
Geçmişte PKK'nin sivil halka yönelik yaptığı eylemler ile ilgili yapılan elestiriler ne kadar doğru olursa olsun silah sesleri arasında duyulmuyordu. Günümüzde Öcalan'ın ve kendisine biat edenlerin ulusal mücadelenin önünde engel olduklarını açık ve net bir dille kendileri açıklıyor. Öcalan, DEM Parti ve uzantıları ulusal mücadeleyi kökten rededip vatandaşlık haklarına indirgeyerek (AKP, CHP ve MHP gibi) Türkiye'lileşmeyi savunmaları gelinen yol ayırımıdır. DEM Parti, içinde yer alanTürk sol grupları ile birlikte yukarıda parantez içine aldığım tekçi ilkeleri olan partiler gibi Kürd sorununu ulusal sorun olarak değil bireysel ve vatandaşlık sorunu olarak değerlendirilmesini Kürd'lerin tamamına kabul ettirmek istiyor. Savundukları görüşün özeti Kürd'ler asimile edilirse ortada Kürd sorunu diye bir sorun kalmaz.
Böylece ulusal sorunu dört parçada, Türk'ler, Fars'lar, Arap'lar ve Kürd'ler için Demokratk Konfederalizm, Demokratik Ulus gibi bölgedeki şartlara etnik ve inanç farklılıklarından dolayı uymayan uçuk tezlerin gerçekleşmesine bağlıyor. Bu gerçekleşmesi imkansız olan tezlere son olarak ne anlama geliyorsa "Demokratik Müzakere" eklendi. Öcalan'ın ve DEM Partinin savunduğu bu tezler Kürd ulusunun kendi kaderinin tayin hakkını inkarıdır. Kabul edilemez. Kürd'ler bireysel haklarla değil ulus olarak Türk'ler, Fars'lar ve Arap'lar ile eşit olmak ve gelecekleri ilgili kararı (ayrılmak ya da birlikte kalmak) kendileri vermek istiyor.
Yaşanan kritik süreçte birlik isteniyorsa DEM Partiye oy veren 6 milyon kişiyi Ocalan'ın İmralı'dan atadığı yöneticilerinin yönlendirmelerine bırakılmamalı. Geçmiste yaşanan olumsuz ve acı olayların sorumlusu DEM Parti'ye oy verenler değildir. Sorumlular İmralı'dan özenle seçilerek partiyi yönetmek için atanan kayyumlardır. 6 milyon seçmen Öcalan'ın görüşlerine inanmaları ve görüşlerini savunduklari için DEM Partiye oy vermiyor. Onları DEM Parti'nin tabanında tutan ve oy vermelerini sağlayan ulusal duygularıdır. Yüzyıldır üzerlerinden eksilmeyen devletin baskı ve imha politikasıdır. Uygulanan baskı ve imha politikasına direnerek karşı koyarken ödedikleri bedeller ve bu uğurda kaybettikleri yakınlarıdır. Sessiz kalmalarına rağman Öcalan ve DEM Parti'nin geldiği siyasi çizgiye karşı olanlar tahminlerin hayli üstünde. Araştırma yapan şirketlere göre bu gün Öcalan'ın dediklerine evet demeyenler ile sandığa gitmeyenlerin oranı % 60-70 civarında. Bu sayı daha da artacak. Ulusal birlik olmadan bu insanların DEM Parti dışında gidecek, onları kucaklayacak bir yerlerin olmadığını da kabul etmek zorundayız. PKK bu insanlara ulusal mücadeleyi küçümseyip Öcalan ve parti uğruna bedel ödemeyi, hatta ölümeyi yüceltti.
PKK yaptığı eylemlerde ile kadrolarına ve legal mücadele veren sempazitanlarına kaldıramıyacakları kadar ağır yükler yükledi. Bu yükleri taşıyamayanlarda çözülmeler oldu. Daha önce de yazdım, 5 nolu cezaevinde olumlu veya olumsuz yaşanan ne varsa ve dışarıda Kürd halkını etkileyen, ulusal bilinci uyandıran eylemlerin başını bu arkadaşlar çekti. TİKKO dışında diğer gruplardan eylemlere katılım bireyse duzeyde oldu. 5 noluda olduğu gibi yaşanan olayların olumlu ve olumsuz yanlarını değerlendirirken Öcalan ve derin PKK'yi ayrı tutmak gerekiyor. Öcalan Galatasaray'lı diye Galataaray'lı olanlardan veya Lacoste tişört giydi diye lacoste tişört giyenlerdensöz etmiyorum.
5 noluda ulusal kimliğini korumak ve siyasi savunma yapabilmek için ellerinde tek silah olan canlarını ortaya koyan, yapılan işkencelere direnenlerin ve gerektiğinde bu uğurda ölenlerin aileleri de bu 6 milyonluk taban içinde. Önceki yazımda belirttiğim gibi onları unutamayız, biz unutsak bile tarih unutmaz. Öcalan silahlı mücadele vererek savundugu Kurtarılmış Bölge Devrim anlayışının (THKP-C'den çalma) yanlış olduğu binlerce insan öldükten sonra nihayet anladı. Bahçeli'nin istemesi ile degil silahlı mücadelenin bitmesini en çok mağduru olan Kurd'ler de destekliyor.
"Bir zincirin zayıf noktası en zayıf halkasıdır" derler. Öcalan ve legal mücadeleye atanan kayyumlar ulusal mücadelenin en zayıf halkaları olduğu gibi, ulusal mücadelenin en güçlü halkaları da DEM Partiye oy veren bu insanlardır. Bu arkadaşların hiçbiri ulusal kimliklerini Öcalan ile kazanmadıkları gibi ödenen bedelleri de Öcalan için ödemediler. Bu insanlara karşı yapılan eleştiriler yapıcı olunmalı. Ocalan, derin PKK ve legal partilere atanan yöneticilerin çabaları ile ulusal mücadeleden uzaklaşan insanları hakaret ederek değil ikna ederek ulusal mücadeleye yeniden kazandırmak zorundayız. Her parça öncelikli olarak kendi sorunları ile ilgilenmeli. Diğer parçalarla ilgili görüsleri varsa dostça ifade edilmeli, dayatmak olmamalı.
Degerli Kürd bilgesi Cigerxwin'in dediği gibi "BIBIN YEK, HUN NEBIN YEK HUNE HERIN YEK BI YEK." (Birlik olun, birlik olmazsaniz bir bir yok olup gidersiniz)
Son güncellenme: 11:51:05