Önceliği Olmayan Ulusların Geleceği Olamaz-V
''Mela Mustafa Barzanî’nin mücadelesi yalnızca askerî ve siyasal alanla sınırlı değildir; aynı zamanda bir özgürlük ideolojisinin vücut bulmuş hâlidir. 1946’da kurulan Mahabad Kürd Cumhuriyeti’nde Genelkurmay Başkanlığı görevini üstlenmiş, bu kısa ömürlü devletin çöküşünden sonra da halkını asla yalnız bırakmamıştır. Onun “Halkım özgür olmadıkça ben özgür olamam.” sözü, hem kişisel ideallerinin hem de tarihsel misyonunun özeti niteliğindedir. ''

Melê Mustafa Barzanî
Bir halkın ya da ulusun geleceğini tayin eden en temel unsurlardan biri, onun liderleri ve bu liderlerin taşıdığı ideallerdir. Bu bağlamda Mela Mustafa Barzanî ile Kürd ulusu arasındaki tarihsel ilişki son derece çarpıcı bir örnek teşkil eder. Ölümsüz ulusal lider Mustafa Barzanî, çocukluk yıllarından itibaren ulusal mücadeleye katılmış; Musul’da amcası Şêx Abdüsselam Barzanî’nin idamına tanıklık etmesinden sonra tüm yaşamını Kürdistan’ın bir statü sahibi olmasına adamıştır. Onun hayatı, yalnızca bir askerî komutanın değil; aynı zamanda bir siyasetçi ve diplomatın, halkını dünya sahnesinde hak ettiği yere taşımak için verdiği aralıksız mücadelenin öyküsüdür.
Ulusal hareketlerin başarısı, stratejik aşamaların sıralı ve bilinçli bir şekilde hayata geçirilmesine bağlıdır. Barzanî’nin yaşam çizgisi bu gerçeği yansıtır. Genç yaşından itibaren elinden silahını bırakmayan bir peşmerge olarak dağlarda savaşmış, ömrünü Kürdistan’ın özgürlüğüne vakfetmiştir. Bununla birlikte yalnızca askerî sahada değil, siyasal ve diplomatik düzlemde de öncülük etmiş, Kürd ulusal hareketine yeni ufuklar açmıştır.
Güney Kürdistan’da mücadele “Irak’a demokrasi, Kürdistan’a özerklik” sloganıyla başlamış; bu söylem, dönemin uluslararası ve bölgesel dengelerine göre biçimlenmiştir. Daha sonraki dönemde ise oğlu Mesud Barzanî, bu çizgiyi federal bir statüye taşımış; ardından bağımsızlık referandumunu gündeme getirerek nihai hedefi bir adım daha somutlaştırmıştır. Burada dikkat çekici olan, hedefin her aşamada stratejik olarak yükseltilmesi ve özgürlük idealine doğru kesintisiz bir ilerleyişin sürdürülmesidir.
Mesud Barzanî’nin siyasi çizgisi, nihayetinde bağımsız bir Kürdistan’ın kurulması fikrine dayanmaktadır. Bu doğrultuda 2017 yılında bağımsızlık referandumuna gidilmiş ve Kürd ulusal davasının bu hedef doğrultusunda şekillendirilmesi yönünde önemli adımlar atılmıştır. Diplomatik ve siyasi süreçler dikkatle yönetilmiş, bağımsızlık hedefinin gerçekleşmesi için uzun vadeli planlamalar yapılmıştır. Bu durum, bir ulusun önceliklerinin ve liderlerinin stratejik hedeflerinin net bir şekilde belirlenmesinin önemini ortaya koymaktadır.
Mela Mustafa Barzanî’nin mücadelesi yalnızca askerî ve siyasal alanla sınırlı değildir; aynı zamanda bir özgürlük ideolojisinin vücut bulmuş hâlidir. 1946’da kurulan Mahabad Kürd Cumhuriyeti’nde Genelkurmay Başkanlığı görevini üstlenmiş, bu kısa ömürlü devletin çöküşünden sonra da halkını asla yalnız bırakmamıştır. Onun “Halkım özgür olmadıkça ben özgür olamam.” sözü, hem kişisel ideallerinin hem de tarihsel misyonunun özeti niteliğindedir. Sürgün yıllarında ve zor koşullarda dahi Kürd meselesini uluslararası kamuoyuna taşımış, Kürd halkının özgürlük umudunu diri tutmuştur.
Barzanî’nin idealleri, halkının bağımsızlığını ve onurlu geleceğini merkeze almıştır. Irak’ta özerklik talepleriyle başlayan süreç, onun liderliğinde Kürdlerin haklarının tanınması için bir mihenk taşına dönüşmüştür. Eğer Barzanî kişisel çıkarlarını ya da farklı hesapları öncelemiş olsaydı, Kürd halkı bugün elde ettiği kazanımların pek çoğunu belki de göremeyecekti. Onun önderliği sayesinde Kürdler, kendi kimliklerini ve varlıklarını savunmayı sürdürmüş, bağımsızlık ülküsünü kuşaktan kuşağa aktarmayı başarmıştır.
Melê Mustafa Barzanî’nin yaşamı, bir liderin ulusunun özgürlüğü için nasıl fedakârlık yapması gerektiğini gösteren tarihsel bir derstir. Onun kararlılığı ve idealleri, Kürd ulusuna yalnızca mücadele cesareti değil; aynı zamanda özgür bir geleceğe dair umudu da miras bırakmıştır. Öncelikler düzeyinde bakıldığında Barzanî hareketi, Kürdistan’ın dönemsel koşullar nedeniyle özerklik veya federalizm gibi ara hedefler benimsese de nihai amacı hayali hep özgürlük ve bağımsızlık mefküresi olmuştur. Bu stratejik netlik, Kürd ulusal mücadelesinin sürekliliğini sağlayan en güçlü dayanak olmuştur.
Ho Chi Minh
Vietnam kurtuluş mücadelesinin lideri Ho Chi Minh, ülkesinin tam bağımsızlığı için mücadeleyi başlatmış ve temel hedef olarak Amerikan emperyalizminin işgalini ve işbirlikçi yönetimin iktidarını devirmeyi belirlemiştir. Toplumunu da bu doğrultuda motive ederek Vietnam’da ulusal kurtuluş bilincini geliştirmiş ve halkı bu temel üzerinden örgütlemiştir. Bu bağlamda, Amerikan emperyalizmi ve işbirlikçilerin işgaline son vermek amacıyla bağımsızlık hareketini başlatmıştır.
Bu süreç bize göstermektedir ki hedef ve strateji net bir şekilde belirlenmiştir. Bağımsızlık temel ilke olarak benimsenmiş, bu doğrultuda tüm toplumsal sınıf ve kesimlerin ortak mücadelesi sağlanmıştır. Ülkenin kuruluş süreci de bu anlayışla şekillenmiş ve yürütülmüştür. Burada dikkate değer bir nokta, stratejik bir belirsizliğin olmamasıdır. Uygulanan taktikler ve stratejiler süreklilik arz etmiş, belirlenen paradigma korunmuş ve süreç içinde geliştirilmiştir. Toplum, bağımsız bir Vietnam ideali etrafında örgütlenmiş ve bu hedef doğrultusunda mücadele yürütülmüştür.
Sonuç olarak bu millî kurtuluş mücadelesi zafere ulaşmıştır. Buradan çıkarılacak en önemli sonuç, bir toplumun ve liderinin önceliklerinin net olması gerektiğidir. Ho Chi Minh’in önderliğinde bağımsızlık en temel öncelik olarak belirlenmiş ve halkın da bu doğrultuda seferberliği sağlanmıştır. Önceliklerin net olduğu toplumlar nihai hedeflerine ulaşırken; öncelikleri belirsiz olan toplumlar ise bağımlı ve baskı altındaki bir yaşama mahkûm olmaktadır. Vietnam’ın kurtuluş mücadelesi, bu ilkenin somut bir örneğini teşkil etmektedir.
Mahatma Gandhi
Mahatma Gandhi, Hindistan'ın bağımsızlık mücadelesinde ahlaki liderliğiyle dünya tarihine damgasını vurmuş bir isimdir. Gandhi, şiddet karşıtı pasif direniş yöntemiyle Hindistan halkını Britanya İmparatorluğu’na karşı örgütlemiş ve onların özgürlük mücadelesine öncülük etmiştir.
Gandhi’nin “Satyagraha” adını verdiği pasif direniş felsefesi, halkının yalnızca fiziksel özgürlüğünü değil; aynı zamanda manevi özgürlüğünü de hedefliyordu. Tuz Yürüyüşü gibi eylemler, halkının sömürgeci yönetimi reddetme konusundaki kararlılığını dünyaya göstermiştir. Gandhi, “Özgürlük, başkalarının haklarına zarar vermeden elde edilmelidir.” diyerek, halkının bağımsızlığını yüksek ahlaki değerler üzerine inşa etmek istemiştir. Onun liderliği, halkını esaretten kurtarmış ve Hindistan’ı bağımsız bir ülke haline getirmiştir.
Gandhi, Hindistan’ın bağımsızlık mücadelesini yalnızca siyasal bir hedef olarak değil, aynı zamanda ahlaki bir devrim olarak kurgulamıştır. Şiddetsizlik (ahimsa) ve hakikatin gücü (satyagraha), halkı bağımsızlık hedefinde birleştiren temel önceliklerdir.
Mahatma Gandhi’nin birinci önceliği, şiddetsiz direniş (satyagraha) ve sivil itaatsizlik yöntemlerini kullanmak; İngiliz yönetimine karşı hukuk dışı olmayacak çağrılarla “haklılık” zemini oluşturmaktı. Örneğin Non-Cooperation Hareketi (1919-1922) ile İngiliz mallarının boykot edilmesi, İngiliz kurumlarıyla iş birliğinin reddedilmesi ve yerel ekonomik faaliyetin güçlendirilmesi gibi uygulamalar Gandhi’nin bu stratejisinin merkezî parçalarıydı.
İkinci öncelik alanı, toplumsal birlik, yerel ekonomik öz-yeterlilik ve sosyal adaletin sağlanmasıydı. Gandhi yalnızca siyasi bağımsızlığı değil; kast sistemine karşı mücadeleyi, dokunulmazlık uygulamasını kaldırmayı, kırsal köylülerin ve yoksulların refahını, eğitim ve sağlık gibi temel hizmetlere erişimini de önemli görüyordu. Swadeshi Hareketi ile yerli malların kullanımını teşvik ederek yerel el işçiliğini desteklemek, kendi işlerini kurabilen köylü ve zanaatkâr topluluklar oluşturmak da onun önceliklerindendi.
Gandhi’nin bu öncelikleri, Hindistan’da ulusal bilincin yayılmasını, halkın pasif değil aktif bir oyuncu olarak bağımsızlık talebini sahiplenmesini ve bağımsızlık sonrası toplumun dayanıklılığını sağlayacak içsel temellerin güçlendirilmesini amaçlamaktaydı.
Nelson Mandela
Mandela, 27 yıllık hapis cezasına rağmen halkının özgürlük umudunu canlı tutmuş ve apartheid rejiminin sona erdirilmesinde hayati bir rol oynamıştır. Onun liderliği, hem politik özgürlüğün hem de toplumsal uzlaşının önemini göstermiştir.
Nelson Mandela, Güney Afrika'da apartheid rejimine karşı mücadelenin lideri ve ülkesinin ilk siyahi devlet başkanıdır. Mandela’nın vizyonu, yalnızca siyahilerin özgürlüğü değil; tüm Güney Afrikalıların eşit haklara sahip olduğu bir toplumun inşasıydı.
Mandela’nın liderliği, halkını yalnızca politik bir özgürlüğe kavuşturmakla kalmamış, aynı zamanda toplumsal barış ve eşitlik için de bir model oluşturmuştur. Güney Afrika, onun önderliğinde hem apartheid rejimini sona erdirmiş hem de yeni bir geleceğe adım atmıştır.
Mandela, Güney Afrika’da apartheid rejimine karşı mücadelesini özgürlük, eşit yurttaşlık ve demokratik hedefler üzerine kurmuştur. Uzun yıllar hapiste olmasına rağmen bu önceliği terk etmemiş, toplumunu kapsayıcı bir özgürlük ideali etrafında örgütlemiştir.
Nelson Mandela’nın Güney Afrika’daki özgürlük mücadelesinde öncelikleri, apartheid sistemi karşısında hem hukuksal-politik hakların tesis edilmesi hem de toplumun tüm kesimlerinin onur ve eşitlik temelinde yeniden yapılandırılması yönündeydi. Irk ayrımcılığına dayanan yasaların kaldırılması, Siyah Güney Afrikalılara oy hakkı tanınması, ayrılmış eğitim, sağlık, konut ve geçim olanaklarından kaynaklanan eşitsizliklerin düzeltilmesi bunların başında geliyordu. Mandela, Afrika Ulusal Kongresi (ANC) içinde gençlik liderliğinden başlayarak “Defiance Campaign” gibi kitle eylemlerine katılmış, daha sonra ise “Umkhonto we Sizwe” adlı silahlı kanada geçerek siyasi baskıyı kırmanın yollarını aramıştır.
Bir diğer temel önceliği ulusal birlik ve uzlaşma üzerine kuruluydu. Mandela, sadece siyah halkın özgürlüğünü değil, aynı zamanda beyaz azınlıkla birlikte çoğulcu ve kapsayıcı bir toplum kurmayı amaçladı. Hapisten çıkışından sonra siyasal pazarlıklar, geçiş hükümetleri ve 1994’te yapılan seçimlerle birlikte demokrasi, hukukun üstünlüğü ve ulusal uzlaşma süreçlerini yönlendirdi. Ayrıca ekonomik adalet, yoksullukla mücadele ve tarihsel haksızlıkların giderilmesi de mücadelenin merkezindeydi. Apartheid sonrası devletin en acil işlerinden biri olarak Reconstruction and Development Programme (RDP) ile bu eksiklikleri gidermeye çalıştı.
Yazı devan edecek…
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Son güncellenme: 16:16:56