T.C. Devletinin derin kurumları ve A. Öcalan tarafından adı
“çözüm veya barış, kardeşlik süreci” konularak Kürd halkına yutturulmaya çalışılan projeyi aslında Kürd halkının uzun yıllardır büyük emek, acı ve bedeller sonucunda ortaya çıkarmış olduğu potansiyeli etkisizleştirme ve boşa çıkarma operasyonu olarak düşünmek gerekiyor.
Prensipleri ve içeriği Kürd siyasetçileri, aydınları ve Kürd kamuoyundan sinsi ve ustaca gizlenen bu lanetli projenin MİT ve diğer devlet kurumlarıyla ortaklaşılarak belirlenmiş olduğu ve Öcalan’ın sunduğu özel destekle hayata geçirilmeye çalışıldığı gün gibi açık ve ortadadır.
Kürd Halkının on binlerce yiğit evladının hayatına, büyük emek ve acılara mal olmuş hak ve özgürlük kavgasının Öcalan’ın kişisel kaygı ve hesaplarına ve ayrıca kendine bağlı kurum ve örgütlerin yönetici kadrolarına sağlanacak avantajlara kurban edilmesi tarihin ve Kürd halkının asla affetmeyeceği bir durumdur.
Kürd halkı ve Kürdlerin siyasi temsilcilerinden sinsice kaçırılmak istenen bu gelişmelerin son tahlilde dört ana hedefe hizmet ettiği rahatlıkla görülebilmektedir.
A- Sözde çözüm sürecini mümkün olan en uzun zamana yayarak TC. Devletiyle mutabık kalınan entegrasyon sürecini hızlandırıp derinleştirmek.
B- T.C. Devletine ileride karşısına çıkabilecek, muhtemel Kürdistani bir demokratik halk muhalefetini bastırabilecek kurumlarını tahkim etme fırsatını sunmak için zaman kazandırmak.
C- Olayları mümkün olan en uzun zamana yayarak mücadele eden çevrelerde ve bir bütünen Kürd halkında bıkkınlık, bezginlik, umutsuzluk ve mağduriyetleri en üst seviyelere taşımak.
D- Güney Kürdistan’da ki gelişmelere ve kazanımlara karşı provakatif bir biçimde, Kürd Halkındaki dikkatlerin dağılmasına elverişli ortam hazırlamak.
Aslında bütün bunları bilmeleri için gerek Kürd siyasi çevrelerinin gerekse ortalama akla sahip Kürdlerin kâhin veya müneccim olmaları gerekmiyor. Çünkü benzeri uygulamalar ilgili çevreler tarafından yıllardır zaten yapılmaktadır.
Özünde yabancısı olmadığımız bu projenin, Öcalan’ın Kenya’dan dayılarının ülkesi olan Türkiye’ye getirildiği günden itibaren daha uçaktan inmeden başlatıldığını ve Öcalan’ın ilk günden başlayarak geçmişte TC. Devletine yönelik söylem ve eylemlerinden büyük pişmanlık duyduğunu ve kendisinin hayatı bağışlanıp ve yine kendisine imkân sağlanırsa TC. Devletine hizmet etmeye amade olduğunu beyan etmesiyle yürürlüğe sokulduğunu bilmekteyiz.
Öcalan’ ın gerek MİT sorgulamalarında gerekse İmralı yargılama safhalarında kırk milyon Kürd Halkını görmezden gelerek ve Kürdlere yaşattığı tüm acıları dikkate bile almayarak gözümüzün içine baka baka kendi yarattığı kurumların içini boşaltacağını onları işlevsizleştireceğini ve Kürdleri öldürmekle görevlendirilmiş işgalci asker analarından özür dilediğini ve yine kendisine imkan tanınırsa kırk milyon Kürd halkını güçlü bir Türkiye’nin yaratılması için TC. Devletinin hizmetine hazırlayabileceğini defalarca deklare ettiğini bilmekteyiz.
Daha sonraki safhalarda bütün bunları rahatlıkla hayata geçirebilmek için kendisine engel olarak gördüğü, Kürdistan aşkı ve inancıyla dağlarda mücadele eden yoldaşlarını acımasızca nasıl tasfiye edip itibarsızlaştırdığı hafızalardaki tazeliğini korumaktadır. Bunların yanında adı ve amblemleri sık sık değiştirilen ve Kürdlerin ödediği ağır bedeller sonucu meydana çıkarılmış parti ve diğer kurumların Kemalist Sol kalıntıları ve Bektaşi Alevileri yerleştirilerek içlerinin nasıl boşaltıldığını da bilmekteyiz
Öcalan ve PKK’ nin günümüzde hükmettiği gücünü, bilinçli olarak yarattığı Kürd mağdurlar, mecburlar, mahkumlar, meşhurlar ve zenginler üzerinden koruyarak bugünlere hükmettiği de biraz konuları inceleme zahmetine katlanan tüm kesimlerce bilinmektedir. Bütün bu somut bilinenlerden sonra bazı siyasi çevrelerin hala Öcalan, PKK ve onlara bağlı kurumlarla aralarına mesafe koymamalarına veya güce yaltaklanarak bir yerlere gelme istek ve arzularına ne demeli?
Geldiğimiz bu aşamada niyeti ve ne yapmak istediği açık ve ortada olan Öcalan ve ona bağlı kurumları sorgulayıp, Kürd halkı arasında deşifre etmekten başka bir çıkar yolun olmadığı ya da tüm parti, grup ve şahsi hesaplardan arınmadan doğru bir siyaset tarzının ortaya konulamayacağı bilindiği halde bu çevrelerle irtibatlanmanın birtakım çıkar hesaplarına dayanmadığını kim söyleyebilir?
Öcalan ve PKK’nin dört parça Kürdistan’ daki siyasi pratiğinin ortada olduğu bu dönemde, siyasetini Kuzey Kürdistan’ da Kemalist meşrepli Türk Solu ve Bektaşi Aleviliği, Güneyde Ezidi ve Kakei çevrelerle irtibatı, Güneybatıda Baas kalıntısı solcular, Nusayriler ve diğer azınlıklarla, Doğu Kürdistan da ise çelişkili olmalarına rağmen Tudeh kalıntıları ve birtakım çıkarcı molla sapkınlarıyla sürdürmesi tesadüfî olmadığı gibi farklı çevrelerin bazı hassasiyetlerini kaşıyarak özellikle Güney yönetimi ve diğer parçalardaki Kürd milli damarını zayıflatmak ve darbelemek istedikleri, dolayısıyla bu mantıkla kendilerine verilen misyonu layıkıyla sömürgeciler adına yerine getirdikleri açıkça bilinmekte ve görülmektedir.
Tüm yapılanların, sömürgecilerle birtakım zımni antlaşmalar ve mutabakatlar sonucu hayata geçirilip, Kürdlerin devletleşme mücadelesini engellemeye yönelik olduğu ortadayken bu arada kendilerini Kürdistani olarak tanımlayanların neler yapmaları gerekiyor?
Burada önümüze çıkan gerçeklik, Kürd ulusal demokratik mücadelesine talip olan güçlerin çıkara ve farklı hesaplara dayalı siyaset tarzından hızla uzaklaşarak yeni ve namuslu genç kadrolar vasıtasıyla oldukça cesur, büyük risk ve fedakârlıkları göze alarak Kürd milli güçlerinin birlikteliğini sağlamaya yönelik ciddi ve programlı bir çalışma içerisine girmelerinin gerekmesidir. Aslında bünyesinde on binlerce yurtsever ve fedakâr gencin bulunduğu, mevcut gidişattan oldukça rahatsız PKK tabanıyla hızlı ve güçlü bağlar kurulmalı ve bu unsurların her birinin aile çevresinde etkili olabilecekleri unutulmamalıdır.
Özcesi Kürd Ulasal demokratik mücadelesindeki parti ve çevreler artık beş yıldızlı otellerin lüks salonlarından çıkarak tüm Kürdistanlılarla köylerde, mezralarda ve alanlarda temas kurmalıdırlar. Halka dokunmadan siyasette sonuç alabilmenin mümkün olmadığını geçmişte doğru siyaset yapanlar daha iyi bilmektedirler. Ayrıca bir birinin aynısı olanların bir birini ekarte etmek yerine mazlum Kürt halkının acıları ve kutsal talepleri uğruna birlikte iş yapmayı ve bu millete birlikte hizmet etmeyi denemeleri tarihsel bir zorunluluktur.
Sonuç olarak ülkemiz Kürdistan sömürge, Kürdler ise köleleştirilmiş bir halktır.
Kurtuluş, çıkar kaygılarından uzak, doğru ve samimi bir siyaset tarzıyla kırk milyon Kürd insanıyla buluşabilmek becerisine ve samimiyetine sahip olmakla mümkün olacaktır.
Gerisi laf u güzaf olmaktan başka bir anlam taşımaz.
Saygılarımla…
M Hüseyin TAYSUN/İSTANBUL
16.01.2015
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.