Beyaz Zambaklar'dan Sarı Hoca'ya… "Gerçek kahraman, halkının alkışını değil; mazlumun gözyaşını paylaşandır"

29 Eylül 2025 - 15:36
29 Eylül 2025 - 15:36
 0
Beyaz Zambaklar'dan Sarı Hoca'ya… "Gerçek kahraman, halkının alkışını değil; mazlumun gözyaşını paylaşandır"

 

 

Tarih, çoğu zaman kılıç şakırtılarıyla değil, kalabalıklara rağmen, hakikatin yükünü omuzlayan yalnızların izinde yazılır.

İnsanlığın kaderini değiştiren kahramanlar, gücün gölgesine sığınmaz, alkışların cazibesine kanmaz.

Onlar, unutulanın sesi, mazlumun duasıdır.

İşte iki farklı coğrafya, iki farklı çağ, ama aynı vicdan yolunda parlayan iki yıldız:

Grigerov Petrov ve İsmail Beşikçi.

Bu iki koca yürek, kendi toplumlarında zulme körleşmiş sessiz yığınlara karşı dikilmiş birer vicdan anıtı olduğu gibi, çoğu insanın hayallerinin sınırlarını aşan sonsuz cesaretin asil birer sembolüdürler de aynı zamanda. 

Şöyle ki;

Grigerov Petrov, Çarlık Rusyası'nın gözdesi olmuş, devletin ve kilisenin mermer koridorlarında yükselmişti.

Ün, makam, şan olduğu gibi önünde seriliydi. Ama o, tüm bu şatafatlı ve ışıltılı dünyanın arasında mazlum halkların çığlığını duydu.

Buna susamayacak kadar onurluydu.

Zira sustukça insanlığından eksileceğini çok iyi biliyordu.

Bu yüzden, "İnsan, kendi milletinin yalanlarıyla avunamaz; hakikati mazlumun gözlerinde aramalıdır" diyerek zulüm kokan hiçbir buyruğa boyun eğmedi ve hiçbir zaman bir zulmün ortağı olmadı.

Değil mi ki insan kalabilmekti terk derdi ve bu uğurda elindeki her şeyini kaybetme pahasına hakkın ve hakikatin sesi olmayı tercih etti.

En nihayetinde klise tarafından afaroz edildi, sonrasında sürgünlere gönderildi, zincirlere vuruldu.

Fakat hiçbir zincir, onun kaleminin ateşini söndüremedi.

Ölümle burun buruna, sürgünün soğuk yalnızlığında yazdığı Beyaz Zambaklar Ülkesi, sadece Finlandiya'nın değil, bütün bir dünyanın uykusunu böldü.

O eserinde, "Bir millet, kendi talihini değiştirmek istiyorsa önce ruhunu özgürleştirmelidir" diyerek, halklara onur, özgürlük ve bilgi yolunu işaret etti.

Bir Rus olarak, Rusya'nın himayesinde ezilen halkların yanında durdu; imparatorluğun çıkarlarını değil, adaletin çağrısını savunarak "Şayet zulüm bizdense ben bizden değilim" diyen yiğitlerden oldu.

Ve aradan geçen uzun yılların sonunda bambaşka bir coğrafyada aynı yolun yolcusu olan ve Petkov'un o asırlara mührünü vuran asil ruhunun bir benzerini taşıyan bir yiğit daha doğdu.

Bu adam İsmail Beşikçi'ydi.

O da tıpkı Petkov gibi şaşaalı bir hayatın içindeydi.

Önünde akademinin güvenli salonları, konforlu bir hayatın vaatleri vardı.

Ama o da Petkov misali aynı konforun penceresinden bakarken zulmün karanlığını gördü.

"Bilim insanı, hakikati görüp de susarsa, zalimin yanında yer almış olur" diyerek gördüğü zulmün karşısında dimdik durdu. 

Gördü ki koca bir halkın dili yasaklanmış, kimliği inkâr edilmiş, çocukları vatansızlığın uçurumuna itilmişti.

O günden sonra susmayan bir dil oldu ve bir Türk olarak, Kürt halkının hakkını canhıraş savundu.

Konforun, alkışın, makamın değil; mazlumun duasının peşine düştü, 

Ne var ki zulümle mücadelenin bir bedeli vardı ve bu bedelin adı ya işkence ya sürgün ya da kör bir zindandı.

O bunların hepsini bir bir tattı.

Yeri geldi işkence odalarında falakaya yatırıldı yeri geldi sürgünün zorbalığı ile tanıştı derken en sonunda 20 yıla yakın bir ömür, beton duvarların ardında kaldı.

Ama o daracık hücrelerin sessizliği, onun kelimelerinin gücünü kıramadı tam aksine onun kelimeleri, o hücrelerin kalın duvarlarını da onu oraya tıkayan zulmün karanlığını da parçaladı ve sesi dünyanın birçok yerinde vicdanlarda yankılandı.

"Kürt realitesini inkâr eden bir Türkiye, kendi geleceğini de inkâr eder" diyerek, yalnız kendi halkına değil, bütün insanlığa seslendi.

Bugün Kürt halkı ona "Sarı Hoca" derken, aslında bir insandan öte, hakikat uğruna ölümü bile göze alan bir cesareti ve insanlığa karşı ortaya koyduğu adı vicdan olan o asil ferasetini selamlıyor.

Evet, Petrov'un beyaz zambakları ile Beşikçi'nin sarı defterleri aynı hakikati fısıldıyor: 

Kahramanlık, kendi milletinin çıkarına sığınmak değil; mazlumun yükünü omuzlamaktır.

Onların hikâyesini en iyi özetleyen söz belki de şudur: 

Gerçek kahraman, kendi halkının alkışına değil; mazlum halkların gözyaşına ortak olandır.

Bugün, kalabalıkların gürültüsü arasında onların yalnız sesine kulak verirsek anlarız ki; hakikat asla ölmez.

Zamanın tozu, bu iki yıldızın ışığını örtemez.

Çünkü Petrov da Beşikçi de bize şunu öğretti: 

İnsan, sustuğu kadar ölür; hakikati haykırdığı kadar yaşar.

Çağımızın Grigerov Petrov'u olan İsmail Beşikçi, yüreğine dayadığı kalemine yaslanan ve kötülüğe karşı vicdanıyla birlikte savaşan gerçek bir kahramandır.

Her daim sessiz kalanların sesi, unutulanların hafızası ve yasaklananların hakikati olan ve Kürtlerin "Sarı Hocası" olarak hafızalara kazınan İsmail Beşikçi Hocamız, şimdi bambaşka bir mücadele veriyor ve sizlerden dualarınızı bekliyor. 

Biz de tüm ruhu canımızla ve dualarımızla onunlayız.

Rabbim ona güç ve sağlık versin.

Versin ki daha çok insan, onun insan kokan yüreğinin sesini dinlesin.

Zira İsmail Beşikçi, sadece bir düşünür değil; aynı zamanda vicdani bir hafıza, insani bir çağrı, ahlaki bir simge ve herkese anlatılması gereken büyük bir efsanedir. 

Şimdi Sarı Hocamızın bir an önce iyileşip savaşına kaldığı yerden devam etmesini ve yeniden hakikatin kürsüsüne dönerek mazlumlara ses vermesini diliyorum.

De hayde rabe, be te na be mamoste.
Tu dizani em tev hevidara te ne... 
Tu dilê dilani, ji mamoste ye gelê me yi.

Geçmiş olsun halkımın Sarı Hocası.

 

*Pencere Dergisi Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Altun- Independent Türkçe

 

 

Bu haber toplam 524 kişi tarafından görüldü.
Son güncellenme: 17:37:46