Meşruiyet!
''Tarihi saha belirler, masa onaylar. Sahada olanlar, masada meşruiyet kazandırır. Masada yer almak da meşakkatlidir, sanat ve beceri ister! ''

ABD Türkiye elçisi ve Suriye Özel temsilcisi Tom Barrack, 23-25 Eylül 2025 tarihinde BM 80. Oturumu ve Trump- Erdoğan görüşmesinde sorulan, "Amerika Türkiye'ye ne verip ne alacak?" ve cevabında;
"Her şeyden önce Trump, Türkiye'ye Meşruiyetini verecek" demesi ile Meşruiyet kavramı güncel siyasetin en başat yere oturdu. Her kes kendi açısında bu sözü yorumlamaya çalıştı.
O halde meşruiyet tartışması üzerinde biz Kürtlerin durması bilakis önemlidir.
Meşruiyet nedir?
Meşruiyet neden önemlidir?
Meşruiyet nasıl zedelenir ya da kaybedilir?
Meşruiyeti yeniden onarmak ve kazanmak mümkün mü?
Meşruiyet nasıl kazanılır?
Osmanlı ve Türk yönetimlerinde
Meşruiyeti bozan, kaybettiren etkenler nelerdir, kazanmak için neler yaptı, neler yapacak?
Osmanlı ve Türk tarihinde son iki yüzyılda belli başlı meşruiyet kırılmaları ve doğrulma girişimleri nedir?
1- Osmanlının gerileme döneminde, yayıldığı alanlarda özelikle Doğu Avrupa'da ulusların direnişi ile adım adım çekilmek ve meşruiyetini kaybetmek durumunda kaldı. Osmanlı, ademi merkezi sistem yerine hakimiyetinin olduğu alanlarda merkezi sistemi oturtularak bu meşruiyet sorununu çözmek istedi. Ancak Devşirme milletlerin alıkonulan çocuklarından oluşturduğu Yeniçeri Ordusunu beslenemeyecek durumunda olduğu için. Yeniçeri Ordusu kendi başına kaldı ve her ordu neferi kendi başının çaresine bakar duruma düştü. Bu, ordunun kendi içinde gruplaşma, talan ve çeteciliği alenileştirdi. Osmanlı devleti, kuruluşundan beri yayılmacı siyasetinin vurucu gücü olan bu ordunun düştüğü dağınıklığı toparlayamayacak ve disiplinini sağlayamadığını görünce, çareyi Yeniçeri Ordusunu dağıtarak, onun yerine Nizami Cedid Ordusunu yeniden kurdu(1825). Bu Ordu ve devlet kurumları nezdinde kısmı bir meşruiyet sağlasa da ekonomik çöküntünün önüne geçemiyor ve esasta meşruiyet sorununu aşamıyordu.
Avrupa karşısında meşruiyet sorunu hep devam ederken, Osmanlı devleti İslam ülkeleri üzerindeki hakimiyeti elden bırakmamayı esas aldı. Avrupa'da meşruiyet sorununu kazanmadan İslam ülkelerinde de zorlanacağını görüyordu. O zamana kadar kendisine biat etmeyip özgürleşme mücadelesi veren Doğu Avrupa'daki Hıristiyan milletlere tuttuğu kini içerideki Hıristiyan aidiyete yöneltti. Bu daha da meşruiyetinin yitimini getirdi. Sonuçta Avrupa’nın kendi önüne koyduğu Tanzimat Fermanını imzaladı.
Tanzimat Fermanı, Türk tarihinde Batılılaşmanın ilk somut adımı olarak ve Avrupa ile çatışma yerine entegrasyonunu esas alan kurallara uymayı onayladığını ifade etti.
Tanzimat Fermanı, 3 Kasım 1839'da Sultan Abdülmecid döneminde Hariciye Nazırı Koca Mustafa Reşid Paşa tarafından okunmuştur. Gülhane Parkı'nda okunması nedeniyle Gülhane Hatt-ı Şerifi (Padişah Yazısı), Gülhane Hatt-ı Hümâyûnu veya Tanzimât-ı Hayriye (Hayırlı Düzenlemeler) olarak da anılır. Bu fermanla devlet kendisini yenilemesi gerektiğini söylemiştir. Ancak katı Osmanlı devleti kendini yenilemediği gibi, Bu meşruiyet belli bir süre sonra yürütülemez olmuştur. Abdülmecit Paşa tarafından uygulanan bu fermanların hayat bularak meşruiyet kazanması, sonrasında kardeşi Padişah Abdülaziz döneminde de giderek kaybolmuştur.
Bu arada 1853-1856 yıllarında Rus ve Osmanlı devletlerinin kırım savaşı baş gösterir. Avrupa'nın müdahil olması neticesinde, savaşın kazananı Avrupa ve özellikle Fransa olur. Osmanlı bu savaşta hem Avrupa ve hemde yenilen Rusya karşısında meşruiyetini kaybeder. Rusya bu yenilmişliğini Avrupa'ya karşı tutum almak yerine bir türlü istikrar ve meşruiyetini kaybeden Osmanlı devletinden gidermeye çalışır.
Abdülaziz'in yeğeni II. Abdülhamid tarafında bilekleri kestirilerek kan kaybı sağlanıp öldürüldükten sonra, yerine Anayasaya dayalı meşrutî bir idare kurmak isteyen ve bu yüzden Abdülaziz ile V. Murad’ı tahttan indiren Midhat Paşa ve arkadaşlarıyla anlaşan II. Abdülhamid, 31 Ağustos 1876 günü tahta çıktı. Ancak bir türlü Osmanlı devleti meşruiyetini kabul ettiremiyordu. Abdülaziz devrinde başlamış olan Bosna-Hersek ve Bulgar ayaklanmalarına V. Murad devrinde Sırbistan ve Karadağ muharebeleri de eklenmişti. Bu isyanları kışkırtan ve destekleyen Rusya “Şark meselesi”ni halletmek üzere fırsat kollamakta idi. Malî imkânsızlıklar yüzünden isyanlar bastırılamıyordu. Abdülaziz’in son yıllarında Mahmud Nedim Paşa’nın dış borçların ödenmesiyle ilgili kararı, Avrupa’da büyük tepkilere yol açmış ve bu yüzden yeni bir yardım alınması imkânsızlaşmıştı. Avrupa kamuoyu Osmanlı Devleti aleyhine dönmüş ve meşruiyet sorunu derinleşiyordu.
II. Abdulhamid'in abisi V. Murad'ın da "Deli Murad" denilerek Çırağan'da tutulup tasfiye olması, Şeyhülislam Fetvası ile tahta geçen II. Abdülhamid te meşruiyetin üstesinden gelemiyordu.
Osmanlı tarihinde Tanzimat Dönemi, 3 Kasım 1839 - 22 Kasım 1876 tarihleri arasında sürdürülmesi, önemli bazı hareketlerin(Batılılaşma gibi.) zeminini atmasına rağmen, başarı sağlayıp, Osmanlı devletine bir meşruiyet kazandıramıyordu.
Osmanlı devletinin, Tanzimat Fermanı gereği, Osmanlı tebaasındaki Hıristiyanlara sağladığı ayrıcalıklı durum da bir işe yaramamış, bilakis gelecekte Ermeni ve Rumlara karşı İslami kesimlerin tepkisini tetiklemeye yol açacaktı.
II. Abdülhamid, meşruiyetini kazanmak üzere, Avrupa ve içerde Tanzimat hareketinden etkilenenlerin muhalefetinden, yaptırımlarından kurtulmak üzere -ki Abdülhamid'i padişah edenlerin başında da batıcı hareketin başını çeken Mithat paşa ve çevresi idi,- I. Meşrutiyeti ilan ettiler.
1 Meşrutiyet'in ilanı ile güya vatandaş seçme ve seçilme hakkı kazanacak,. Halk, padişahla birlikte yönetime ortak olacak, r. Mutlakiyetçi yönetim anlayışı yerini meşrutiyetçi bir yönetim anlayışına bırakacak. Osmanlı Devleti'nin ilk anayasası Kanun-i Esasi olan kabul edilecek ve Osmanlı Devleti meşruiyetine erişecek. Ama 1908'e kadar, II. Abdulhamid böyle bir düzenlemeye görünürde teşebbüs etse de asla hayata geçiremedi. Esas savunucuları olan Mithat Paşa ve çevresine de zindanlarda kan kusturdu.
II. Abdülhamid, babası Abdülmecid. Amcası Abdülaziz döneminde Hıristiyanları Kürtlere karşı kullanma taktiğini, bu kez tersten işleterek İslamcıları Hıristiyanlara karşı kışkırttı.
Rusya ile olan savaş giderek İstanbul' Ayastefanos(Yeşilköy)a kadar dayanıyor ve Topkapı ile Yıldız Sarayları Bursa'ya göç etme planları yapıyordu. Ancak İngilizlerin, Hindistan sömürgesine açılan hattını Rusya’ya kaptıracağı korkusu ile Osmanlının düşmesi ve İstanbul'dan taşınmasına razı olunmamış, 3 Mart 1878'de yapılan Ayastefanos(Yeşilköy) antlaşması ile Osmanlı Padişahı saraylarında kalırken, anlaşma karşılığında ağır yükümlülükler getirir..
Ayastefanos antlaşması ile "Ermenilere altı vilayette otonomi" sözü ve aynı yıl Berlin’de yapılan Anlaşma ile pek çok sebebin yanında "Ermenilere altı vilayette otonomi sözü" yanı sıra "Kürtler yok" sayılması, Şeyh Ubeydullah Nehri hareketi (1978-1880) İran ve Osmanlıya karşı baş gösterir. Bütün bunlar içeriden ve dışarıdan Osmanlı devletinin Meşruiyetinin sağlanması bir yana giderek bunalıma ve yokluğa doğru derinleştirdi. Bu süreçte Osmanlı devleti habire toprak kaybediyor ve kontrol ettiği alanlar daralıyordu. 1894-1896 yıllarında Rusya ile yakın ilişki kurdukları gerekçesi ile yaygın Ermeni katliamları, içeride basın üzerindeki baskılar, Yıldız Sarayına can korkusu ile sığınan II. Abdulhamid, 1. Meşruiyetin gereği seçimleri yaptırmamış, Meclisin toplanmasını bile sağlamamış vaziyette, tüm meşruiyetini kaybetmiş durumda bekliyordu. Toplumun bütün kesimlerinde bir muhalefet eğilimi kabarıyordu. İşte bu meşru olmayan hal ile 1908 yılına kadar gelindi.
1908 tarihinde, devşirme Osmanlı memur ve askerlerinden müteşekkil İttihat ve Terakki Cemiyeti önderliğinde II. Abdülhamid’in Padişahlığına rağmen, II. Meşrutiyet dönemi başlar. Ancak bu süreç ilk başta "Özgürlük, eşitlik, demokrasi" vaatleri arasında, Rumi takvime göre 31 Mart 1325'te (13 Nisan 1909) II. Abdülhamid'in darbe ile düşürülmesi ve Selanik'te göz hapsine alınması, yetersiz nüfusa sahip olan Türklerin, Türk milleti adına hareket eden devşirmeler eliyle milletleşme arayışları yoğunlaşır.
Aynı İttihat ve Terakki Partisi, 23 Ocak 1913 tarihinde,
tarihe Bab-ı Ali Baskını olarak geçen bir darbeyle, Kamil Paşa Hükümetini devirerek İktidara gelir. İktidara geldikten hemen sonra, Türk milletini yaratmanın yolu olarak, Türk olmayan millet ve etnisitelerin soykırım, asimilasyon projesi ile Türklük sözleşmesine katmak girişimleri başlar. Böylece II. Meşruiyet dönemi de yukarıdan atanan bir meclis olmasına rağmen, Talat Paşa'nın tek kişilik yönetimi ve ona biat eden alt düzeydeki kabine, asker ve idari hiyerarşi harekete geçirildi. Henüz sahaya acelece inen ve Dünya Savaşı çıkarma trendi yüksek olan Alman Emperyalizminin İttihat ve Terakkiye ile yapacağı işbirliği ve vereceği destek ile meşruiyet kazanacağı, çakışan projelerini de alelacele bu aradaki savaş fırsatı ile başaracakları hesaplandı. Savaşın yanı sıra Ermeni Tehciri ve soykırımı, Aşayırın Muhacirin planı gereği Kürt Tehciri, Rumların kaçırılması gibi eylemler sürerken, 1917 Sovyet devrimi gerçekleşti. 1918'de Alman Emperyalizminin Osmanlı devleti ile birlikte yenilgisi tezahür oldu.. Meşruiyet yine sağlanmadan İttihat ve Terakki'nin A takımı, Alman Yüzbaşı Boltzer tarafından, Rus Bandıralı ile Galata Köprüsü'nden alınarak Almanya'ya kaçırıldı. Bu osmanlı İsminin kullanılmasının sonu oldu. Zira Osmanlı bir hanedanlık ve böyle bir ülke yok idi. Artık Osmanlı mirası üzerinde yol almak isteyenler, bir ülke bulma arayışına çıkacaklardı. Buna en müsait olanlar da İttihat ve Terakki'nin B Takımı idi.
Rusya yönetimi el değiştirmiş, Sovyet iktidarı ortaya çıkmış ve kimse ile savaşamayacak, ne olacağı belli olmayan Çarlık Rusya’sı askerleri, köylüler, Orta tabaka sınıflar ile Petersburg ve Moskova merkezlerinde iktidarı ele alan Bolşevikler, giderek Çarlık Rusya’sının sınırlarında iktidarını sürdürmek istiyordu. Artık çevreye ""Devrimi taşıma" amacından ziyade, var olan sınırları Güneyinde hakim olan İngiliz ve Fransız blokuna karşı "Vatan" değerlendirerek savunmak ya da korumak istiyordu.
İngilizler de beklemedikleri bir anda karşılarında beliren Sovyet İktidarını bulmuş ve bu şaşkınlık ve yorgunlukla, hakim oldukları alanları ve ileride alabilecekleri alanlar üzerinde hesaplar yaparak tutunmak istiyorlardı..
Bu dönemde Meşruiyetleri olmayan ve iktidara yakın olan, aralarındaki en güçlülere el attılar. Yakın Doğuda, Osmanlı bakiyesi olan İttihat ve Terakki Cemiyetinin B Takımı, Ortadoğu'da İran Pehlevi Hanedanlığı, Afganistan’da Emerullah İktidarı, Uzak Doğu'da ise Çan Kay Şek iktidarını destekleyip tampon devletler olarak aralarında bir koridor devletler teşkil ederek, sükunet sağlanacaktı..
Kemalist hareket bu projenin gereği olarak, ittihat ve Terakkiden devir aldığı proje üzerinde Sovyetler ve İngilizlerden destek alarak projesini şekillendirdi ve sürdürdü. !919-1923'te "çok kültürlü ve ademi merkezi bir yapı oluşturarak var olmak istediklerini beyan ettiler. !923-1924'te Lozan Antlaşması ile İngiliz, Fransız, Sovyetler başta olmak üzere diğer milletler cemiyeti tarafından "Meşru Devlet" olarak ilan olununca, "Türkiye'de yaşayan herkes Türktür. Sadece Hristiyan azınlıklar vardır. Sonuçta onlar da Türk olacaktır" ideolojisi ile diğer bütün Otokton ulus ve etnisitelerin varlığı inkar olundu. Dış siyasette Sovyetler, İngiltere, Fransa ve bir bütün milletler cemiyeti bu politikayı onaylar oldu..
Ancak bunu kabul etmeyen, karşı koyan tek güç Kürtler kalmıştı.
Mustafa Kemal 15 yıl iktidarda kaldı. Bütün icraatlarını prensipleri üzerine yemin ettiği İttihat ve Terakki projesine göre hareket etti. Yurtta sulh, cihanda sulh" dedi, ancak "yedi düvelle savaştık" dedikleri, jenoside tabii tuttukları Yakın Doğu'nun otokton halklarından başkası değildi. Emperyalistler ve sosyalist Sovyetler birliği ile tam bir sulh içinde Türkiye devletini inşa etti. Bu arada Cumhuriyeti kurarken "her kes kendini temsil edecek ve yönetecek" sözü, Adana Türk Ocağı'nda yaptığı konuşmada(1927), "Bu ülkenin sahibi sadece ve sadece Türklerdir. dağlar bile bunu böyle bilmeli' derken, parmağı Ağrı Dağı'nı gösteriyordu!
1939'a kadar her ne kadar içeride en azında Kürtler açısında meşru görülmese de Dünya'da meşru görülüyordu.
İkinci Dünya Savaşında, Alman Faşizmi Cephesinde Hitlerin yanında yer almayı uygun gördüler. Ancak, Faşist blok yenilince, tıpkı !. Dünya Savaşındaki gibi, Amerika ve Avrupa'ya yön çevirdiler. Onların telkinleri ile çok partili sistem ve demokrasi söylemlerini dilendirdiler. Ancak bunu hiç bir zaman başaramadılar. Yanı başlarındaki Kürt ulusal kurtuluş hareketi onları hep teyakkuz durumunda bıraktı. Ne Kürtler özgürleşti ne de Türkiye Kürtleri bitirebildi. Yakın Doğu'nun merkezinde 550.000 km2'lik alana sahip Kürdistan coğrafyası ve 60 milyonluk Kürt milletinin ve dostlarının mücadelesi, TC’nin meşruiyetini hep gündemde tutu. Artık Türk devleti, Kürtler ulus olarak hak sahibi olmasın diye, ittifaklarını aldatır durumda bir gün doğudaki devletlerle, diğer gün batı devletleri ile flört ederken, meşruiyet sorununu içeride olduğu kadar dışarıda da tartıştırır vaziyete sokuyor. Rutin darbeler, yayılma ve çeteci vekalet güçlere dayanarak savaşlarda cephe tutarken, meşruiyetsizlik halinden çıkamaz şekilde ortalıkta sallanır halde. Bir gün Rus, diğer gün ABD ve ya Avrupa, bazen Çin ile ittifak edinme derdinde. Şimdi ne yapacağına şaşkın ve zor bir halde!
Olmadı beyaz bayrağı çekip çıkacak işin içinden! Bu da devletlerin işine gelmez halde...
Bu meşruiyetsiz hali, Türkiye'deki ezilenler ve coğrafyadaki mazlum milletler sağlıklı bir politika ile mi karşılıyor?
Hayır ve çok eksikler!
Onlar da meşruiyet haklarını kullanma konusunda basiretsizdirler. Çünkü Kürtler milliyetçi, Türk ve diğer halkların ezilen sınıfları basiretli bir siyasi mücadeleden yoksun..
Ancak mazlumlar, meşruiyetleri ile bu meşru olmayan tarihi hal karşısında daha avantajlı!
Tarihi saha belirler, masa onaylar. Sahada olanlar, masada meşruiyet kazandırır. Masada yer almak da meşakkatlidir, sanat ve beceri ister!
Yeter ki doğru dürüst doğrulabilsinler!
Son güncellenme: 17:50:29