Elbette, Kudüs şehri, içinde barındırdığı Mescidi Aksa ile beraber Selahaddinê Kurdî - Kürt Selahattin’in mirası olarak Torunları Kürtlere emanetidir.
Bilindiği gibi 1095 yılında başlayan haçlı seferi Kudüs’ün ele geçirmesiyle neticelendi. Kudüs’ü geri almak için İslam âlemi tarafında yapılan tüm teşebbüsler sonuçsuz kaldı. Kudüs tam 88 yıl Haçlıların egemenliğinde kaldı. Ta Ki Eyyubihanedanının kurucu Salahaddin’ê Kurdi- Kürt Salahattin tarafından geri alınıncaya kadar.
Kudüs Selahaddin tarafından alındıktan sonra, Haçlılar, birkaç sefer daha düzenlemesiyle geri almayınca 1. Dünya savaşına kadar bu teşebbüslerinden vaz geçtiler. İngilizler 1. Dünya savaşında Osmanlı devletini yıkıp Ortadoğu’da yeni bir paylaşımla kendine uygun bir düzen kurunca, bu bölgede İsrail devletini kurdu. Bu devlet sınırları içerisine Yahudilerce kutsal olan batı Kudüs, şehre dâhil edildi.
1967 yılında Araplarla İsrail devleti arasında yapılan 6 günlük savaşta İsrail, Müslümanlarca kutsal olan doğu Kudüs başta olmak üzere Mısır, Ürdün, Lübnan ve Suriye’den çok büyük topraklar ele geçirdi. O günden beri Mısır’a ait Sina yarımadası dışında bu topraklardan hiç bir toprağı sahiplerine iade etmedi.
Peki ortada 400 milyonu aşkın nüfusuyla 23 Arap devleti, bunlarla beraber 57 (sözüm onlara) halkı Müslüman İslam devleti ve bu kapsam içerisinde 1.5 milyarı aşkın Müslüman nüfusa rağmen İsrail 8.5 milyon nüfusuyla (sözüm onlara) İslam âlemini acz içerisinde bırakarak, İslam alemince Kutsal sayılan bu beldeyi hiç kimseye minnet etmeden elinde tutabiliyor? Bunun bir izahı olmalı diye düşünülmeli.
Bence bunun izahı şudur:
1. ve 2. dünya savaşı ardında, İngiliz’lerin başkanlığında galip devletler, Ortadoğu’yu merkez alarak, kendi himayelerinde ve çıkarları çerçevesinde yeni bir planla Sykes-Picot ve onların uzantıları tarafında İslam âlemini-Ümmetini yeni bir haritaya tabi tutarak bir düzene soktular. Batı o günden beride bu projeyi sahiplendikleri gibi bu haritayı da deldirmemeye çalıştılar, çalışıyorlar da. Bunun en somut ve yakın örneği; Irak Kürdistan’ın da yapılan bağımsızlık referanduma karşı ABD ve Batıda meydana çıkan karşı oluşları ve Sykes-Picot haritasını deldirmemeleridir.
Burada demek istediğim şudur: Mevcut koşular çerçevesinde ne İslam ülkeleri nede İslam Ümmeti mevcut değildir. Mevcut olan İngiliz Ümmetidir. İngilizlerin kendi çıkarı için kurup, yine kendi çıkarının bekçiliğini yapmak için atadığı yönetimler söz konusudur. Mevcut durum bundan ibarettir. Fertler bazında değil de, bu müstemleke devletlerin yöneticilerinin din-iman ile ilgili yaptıkları tüm vaaz ve konuşma ve tahrikler hepsi fasa-fisodur. Hepside içe yönelik propagandadan öteye gitmeyen söylemlerdir. İplerin uzunluğu efendilerinin uzattığı kadardır.
Elbette İslam dini ve bu dine mensup Müslümanlar için, Mescidi Aksa ve bu mukaddes yeri içerisinde barındırdığı Kudüs şehri hayati derecede önemlidir. Ve bu yerler sözde değil özde “Hakiki Müslümanlar” tarafında sahiplenmeli ve ellerinde bulundurulmalıdır. Bu konuya aykırı bir söz söyleme ve aykırı davranışlarda bulunmamız söz konusu değildir ve olamaz da. Fakat kazın ayağı göründüğü gibi değildir.
Bu çerçeve de İngiliz-İslam ümmetine bakacak olursak;
Şüphesiz bu konuda en popüler görünen Türkiye Cumhurbaşkanı Tayip Erdoğan’dır.
Erdoğan Davos’ta meşhur “oneminute – bir dakika” sözüyle İsrail’e karşı Filistin davasına sahip çıkmaya çalıştı.
Bu durum çerçevesinde olaya bakacak olursak Erdoğan, halkı ajite edip içe dönük propaganda dışında ne yapa bilmiştir?
IHH- İnsani Yardım Vakfı’nın Gazze ambargosunu delmek amacıyla organize ettiği Mavi Marmara Gemisi olayında ( ki ilk başta Erdoğan bunun ateşli destekçisi olmuştu) İsrail Türkiye vatandaşı 9-10 kişiyi katletti. Onlarcasını da yaraladı. Erdoğan çokça bağırıp çağırmasından sonra öldürülen kişilerin ailelerinin tüm itirazlarına rağmen Türkiye İsrail’le diplomatik ilişkisini tekrardan kurdu. Yine maktullerin ailelerinin itirazına ve İsrail’in Gazze üzerindeki ambargoyu kaldırmamasına rağmen bu öldürmelerinden dolayı tazminat karşılığında İsrail devletini af edip mahkemedeki şikayetini geri çekti. Hâlbuki Erdoğan her daim şunu derdi; “maktulün ailesi affetmediği müddetçe devlet katili af etme hakkına sahip değildir, olamaz.”
Son olarak ABD’nin Elçiliğini Kudüs’e taşıması kararı karşısında Erdoğan bağırıp çağırdı. “Kudüs bizim kırmızı çizgimizdir” dedi. Ve nihayetinde 14 Mayıs 2018 tarihinde ABD elçiliğini Kudüs’e taşıdı. Fakat Erdoğan, ümmetin yetimleri olan zavallı Kürtlere yaptığı gibi, ne ABD ile diplomatik ilişkisini kesti ne de İsrail sınırına asker yığıp savaş ilan etti. Demek ki sadece kimsesiz Kürtlere gücü yetiyor. İş ABD ve İsrail olunca eller hemen yanlara iniveriyor. Yapılan sadece yurt içinde karizmasını çizdirtmemek ve tahrik etmiş olduğu halkın “gazını” almak için ancak şunu yapabildi: İsrail elçisini Dışişleri Bakanlığına çağırarak (adeta danışıklık dövüş mahiyetinde); “bir süreliğine ülkenize giderseniz iyi olur” demekle yetine bildi.
Fakat içe dönük propaganda amacıyla halkı ajite etmek için görkemli mitingler düzenlemekten de geri kalınmıyor.
Sözde İslam âleminin en popüler ve “hilafet namzedine” en yakın siyasetçisinin durumu bu halde iken, geri kalan ülkelere bir bakalım;
Mesela eskiden ve halen Baas düşüncesiyle yöneten ülkelere bakacak olursak;
Bilinmesi gerekir ki Baas düşünce ve partisinin kurucusu ve fikir babası Lübnanlı bir Hıristiyan olan Mişel Eflak’tır.Bu Mişel Eflek kalıntısı olan Baas partisinin yönettiği devletler mi Kudüs’ü kurtaracak?
Irak Baas yönetimi, sadece Allah’ın doğuştan kendilerine verdiği ve herkesin sahip olduğu hakları kendim içinde istiyorum dediği için, yüz binlerce Kürdü öldürdü. 5 bine yakın köy ve yerleşim bölgelerini boşaltıp milyonlarca insanı yerinden etti. Bunları yaparken de Kur’an’ın Enfal, şehit, gazi gibi dini terimleri kullanarak Kürtleri kâfir konumunda göstermeye çalıştı.
Suriye, 1982 yılında, hama da ve bundan 7-8 yıl önceden bu güne kadar sadece Allah’ın şeriat düzenini istiyoruz diye ülkenin genelinde barışçıl gösteriler yapan milyonu aşkın Müslüman’ı kıyımdan geçiren vahşi ve bu vahşi yönetimi ölümüne destekleyen İran ve onun korumasında olan bu rezil düzenin önderliğinde mi İsrail’e cihat ilan edilecek?
Yoksa Mısır gibi bir ülkede, Müslüman Kardeşler partisi seçimi kazandığı halde ABD, İsrail ve Avrupaların teşvikiyle onu askeri bir darbeyle indirip bunlara mensup on binlercesini öldürüp hapse koyan bu rezil düzenin önderliğinde mi Kürtler İsrail’e cihat ilan edecek?
Yoksa adeta ABD’nin sömürge valileri tarafında yönetilen Körfez ülkeleri, Suudi Aabistan gibi “hadimul Haremeyn” değilde “gasibul Haremeyn”ve diğer İslam devletleri tarafında dini söylemleri kullanarak, toplumu ajite ederek “Ümmet” adına Kürtleri sahaya sürmek ve bunu da iyi niyetli ve gerçekte saf olan dindar Kürtlere onaylatmakla İsrail’e cihat ilan etmek ne kadar da akıl karıdır acaba?
, “Bizim devlet yönetimimizdeki ana programımız, Cumhuriyet Halk Partisi programıdır. Bunun kapsadığı prensipler, yönetimde ve politikada bizi aydınlatıcı ana çizgilerdir. Fakat bu prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya yaşamdan almış bulunuyoruz”
“Din körü körüne bağlanmaktır. Gerçekte dinleri konusunda halkın hiçbir fikri yoktur, din dediği şey bilinmeyen inanç dizgelerine kör bağlılıktan başka bir şey değildir”(1)
Diyen kişiyi kendine ATA ve ebedi şef seçen ve şu anda da bundan hoşnut olan bir Türkiye’ye bakacak olursak;
Türkiye, “sadece Allah’ın doğuştan bana verdiği ve herkesin sahip olduğu hakları kendim içinde istiyorum dediği için, on binlerce Kürdü öldürdü. 4 bini aşkın köy ve yerleşim bölgelerini boşaltıp milyonlarca insanı yerinden etti. Bunları yaparken de Kuran’ın, şehit, gazi gibi dini terimleri kullanarak Kürtleri kâfir konumunda göstermeye çalışıldı.
Oysaki İslam, bir yere savaş açmak ve bu savaşta ölenleri şehit saymayı bir kurala bağlamıştır.
Hz. Muhammed (as) Sahabelerine şöyle talimatı vardır:
“Bir yerleşim birimine savaş açmaya gittiğiniz zaman, geceleyin orayı kuşattın. Sabahı bekleyin. Eğer o beldede ezan okunuyorsa savaşmaktan vazgeçin. Çünkü orası İslam beldesidir demektir. Yok, ezan okunmuyorsa orası gayri İslami belde olduğu için, ilk önce onları İslam’a davet edersiniz, kabul etseler mesele yok. Etmeseler, onları İslam devletine teslim olmaya ve Cizye ödemeye çağırırsınız. Bunlardan hiç birisini kabul etmeyeceklerse o zaman Allah’ın kanunlarını hakim kılmak için onlarla savaşırsınız.” İslami açıdan savaşmanın kuralı budur. Ancak böyle bir savaşta ölenler şehit, kalanlar gazi sayılır.
Birde Şehitlik, İslami bir kavramdır. Hiçbir dünyevi ve kişisel makam, mevki, toprak da dahil menfaat elde etmek ve bu argümanlar gözetmeksizin sırf Allah rızasını gözeterek Allah kelimesini yükseltmek, Allah’ın Şeriatını hâkim kılmak için yapılan savaşlarda ölenlerin ancak şehit ve bu mücadelede geri kalanlara da gazi denilebilir. Bu uğurda ölenler yıkanmadan ve kefenlemeden üzerindeki kanlı elbiseleriyle mezara konulur.
Bunun dışında şehitlik derecesinde olmak vardır. Bu da Allah’ın doğuşta kendisine ve bulundu topluma hak olarak vermiş bir hak gasp ediliyorsa, veya bu hakları ellerinde almak için saldırıya uğruyorsa bu uğurda ölenleri (bazı afat ve kişisel hastalıklarda bu kapsamdadır) şehitlik derecesinde olan mazlumlardırlar. Bunun dışında hiç biri için şehitlik söz konusu değildir. Kaldı ki hak ve hukuka saldırganlık söz konusu ise bırak şehitliği, Allah’ın gazabına uğrayıp cehennemi boylamak kesinin ötesinde kesindir.
En basitinde bir ülkede bırakın Şeriat düzenin olmasını, bu düzeni istemek büyük bir ceza gerektirip yasaklanıyorsa, bu düzeni ayakta tutmak için ölenleri nasıl şehit sayılabilir acaba? Üstelik sağa sola saldırı da söz konusu ise?
Birde inkârcı ve saldırgan bir düzende, Allah’ın doğuştan kendilerine verdiği insani haklarını isteyen Kürtlere saldırıp onları adeta soykırımdan geçirirken bu uğurda ölenler, İslami açıdan nasıl şehit sayılabiliyor?
Bir de bunu sadece Türkiye çerçevesiyle de yetinmeyip, Kürtlerin bulunduğu dünyanın her yerine de müdahaleyi kendine vazife biliniyorsa bunu da uyguluyorsa? Örneğin her yerine cami, İslami ilim ve ahlakının öğretildiği tekke-zaviye, dergah, zikir merkez ve medreseleri olup ezan okunduğu Irak Kürdistan’ı ile Afrin gibi yerlere karşı savaşmağa nasıl şehitlik payesi verilebilinir?
Irak Kürdistan’ın yapılan bağımsızlık referandumu münasebetiyle Filistin devlet başkanı Mahmut Abbas yaptığı açıklamada Kürt devletine karşı çıkarak, “Kürt devleti Arapların bağrına saplanmış bir hançerdir” diyor.
Bir yandan da, Türkiye devleti, devlet tapıcı Türk halkıyla beraber bir bayram ve festival havasında Afrin’de binlerce Kürdü katledip yüz binlercesini yerinden-yurdundan edildikten sonra İstanbul Üsküdar da bu katliamı kutlamak için yapılan toplantıya Filistin-Hamas lideri Halit Meşal da katıldı. Türklerin Kürtleri katletme sevincini paylaştı ve “Türklerin bu başarısı kâfirlere karşı bir zaferdir” deyip böylece Kürtlerin kâfir olduğunu ilan etmiş oldu.(2) Buna mukabil bu güruh uğrunda Kürtler İsrail ile savaşacak, mukaddes beldeleri alıp bu vahşi ve sapıkların idaresine teslim edecek, öyle mi?
Bence Mukaddes yerler bu rezillerin elinde olacağına İsrail elinde olmakta daha mutludur. Ta ki gerçek sahibi olan Salahaddinler çıkıncaya kadar.
Esasen dünya Kürtlerin, Filistinleri tanımaları için Irak’ta Saddam’ın Kürtleri soykırımdan geçirirken Filistinlerin bu olaylarda Saddam’a verdikleri destek, bu katliamlarda Filistinlilerin üstlendikleri role bakmak gerek.
Kudüs’e taşınan elçilik olayı başladığında sosyal medya hesabımda;
Değerli arkadaşlar
Kürdün Filistin diye bir dava ve sorunu yoktur, olmamalıdır.
Kürdün net olarak Kerkük-Efrin sorun ve davası vardır.
Selahaddin Kudüs\'ü haçlılardan aldı. Buna mukabil
Torunları katedildi.
Kürdün Kudüs\'ü Kerkük\'tür” mesajı paylaştığımda azda olsa dini bütün ve fakat saf olan bazı Kürt arkadaşlarım benim Müslümanlığımı sorgulamaya başladılar.
Burada onların samimiyetine inanarak onlara şunu derim: “Elhamdülillah Müslüman’ım. Hem de taklidi değil de tahkiki bir inanca sahip olup, diğerleri gibi Müslümanlığı günlük yaşantısına uyarlayan değil de, günlük yaşantısını İslam’a uyarlayan bir yaşam biçimine de sahibiz ve bundan da mutluluk duyanlardanım elhamdülillah.
Sorun benim Müslümanlığım değil. Sorun kaşı taraf ne kadar hakiki Müslüman olup olmadığıdır.
Son olarak şunu derim;
Yahudiler ile Müslümanlar inanç olarak bir birlerini kabul etmeyen ve rakip olan iki ayrı dindir.
Hiç Yahudilerin bir birlerini öldürdüklerini, özellikle kendi devletleri eliyle Yahudi öldürdüklerine şahit olan var mı?
Halkı Müslüman olan sözde İslam devletlerine bakar mısınız?
Bırakın bundan, şundan. Şu ana kadar sadece “ben İslami kurallara göre yaşayıp İslami bir düzen, yani Allah’ın kelamını yükseltecek ve Allah’ın adaletini sağlayıp uygulayacak bir iktidar istiyorum dedikleri için, bu pislik içerisinde küflenmiş sözde İslam devleti iktidarları tarafında İsrail’in yüz katı, yani milyonlarca masum Müslüman halkı katl edilmemişler mi? Bu kin beslediğimiz İsrail bu sefil ve rezil iktidarların yüz de birini bile Müslümanlara yapmamıştır.
Şunu göz ününüze getirin; Hz. Muhammed’in ehli beyit fertlerini Yahudiler öldürmedi.
Hz. Muhammed müşrikleri Arabistan’dan temizledi. Allah’ın dinini hakim kıldı. Onun nimetiyle beslenip iktidar olanlar, onun aile fertlerini kılıçtan geçirip onları soykırımdan geçirdiler.
Selahaddin’ê Kurdi ( Selahattin’i Eyyubi) Filistin,Kudüs ve içerisinde barındırdıkları mukaddes Mescidi Aksa’yı haçlılardan temizledi, ondan sonra buralara sahip olan Müslüman ve Araplar Selahaddin’nin torunlarını soykırımdan geçirip dünyalarını karartılar. Hz. Muhammed’le Selahaddin’in ahfatlarının (torunların) kaderleri nasılda bir birlerine benziyor, öyle değ mi?
HZ. Aliye sormuşlar:
“Devletin dini nedir?”
O da: “Devletin dini adalettir. Adaleti olmayan devletin dini de olmaz.”
İsrail kendi milletine, kendi dindaşlarına karşı bakışı ve uyguladığı adaleti bir kenara koyun.
Diğer taraftan sözde İslam ülkelerinin kendi milletine ve dindaşlarına uyguladığı adalet ve bakışını karşılaştırın.
Şu açık ve seçik bilinmeli ki;
“Devlet temelinde adaleti olmayan bu barbar sözde Müslüman devletlerinin sözde zulme karşı çıkışları ancak ve ancak iktidarlarını sağlamlaştırdıkça muhalefet ederler! İktidarları için dinin prensiplerinden ve vicdanından kolaylıkla vaz geçmekten sakınca görmüyorlar.
Bakar mısınız, sırf iktidarları için evlatlarını bile devlete kurban veren bu pisliklerin himayesinde din savunulmaz ve din adına savaşılmaz! Ve nezih Kürt milleti de bu oyuna gelmez gelmemelidir”
Bu konuya ışık tutacak Hz. Muhammed’in enfes ve kesin teşhis koyucu bir hadisini-sözünü buraya almak istiyorum.
Eşsiz önder Hz. Muhammed şöyle diyor:
\"Sizin davranışınıza bakıp ta, Müslümanlığa özenen insanlar yoksa, imanınızı gözden geçiriniz\"
Şimdi İslam devleti denilen devletlerin uygulamalarına ve yaşantılarına özenen var mı?
Elbette yoktur. Çünkü eğer olsaydı bu devletlerin vatandaşları ölümü göze alarak buralardan kaçıp “Gavur”, üst akıl, İslam düşmanı dedikleri kitleler halinde sığınmazlardı. Buna rağmen bu yöneticiler yüzleri kızarmadan batıya karşıda bağırıp- çağırıp ahkam sekmekten de geri durmuyorlar.
Ölçü bu olduktan sonra, İslam adına ahkam kesenlerin (hem takipçileri hem de kendileri) eğer gerçekten din-iman onlar için önemli ise, imanlarını test etmekte ciddi bir şekilde zaruret vardır!
Son olarak yazımızı bir anekdotla bitirelim. İnşallah Kürtler bundan ders alırlar:
\"XOBZU NEBİ BİLA BER TEBÎ\" (Nebinin ekmeği önünde olsu)
Bir Arap\'la bir Kürt beraber sofrada yemek yiyecekler. Sofrada buğday ile Arpa ekmeği var. Arap yemeğe başlamadan Kürde vaaz vermeye başlıyor. Arpa ekmeği eline alıyor, Kürde diyor ki; \"Biliyor musun bu nedir?\" Kürt, \"Arpa ekmeğidir,\" der. Arap, \"doğrudur. Fakat bunun çok önemli bir özelliği vardır. O da Hz. Nebinin (yani Peygamberin) ekmeğidir. Bunu yemek hem karın doyurur, Hemde sevap kazandırır.\" Arpa ekmeği kürdün önüne koyar ve yemeğe başlarlar. Kürt\'te, Arab\'ın bu hınzırlığına kanarak arpa ekmeği yemeğe başlar. Fakat göz ucunda Arab\'a şöyle bir bakar ki Arap hiç Arpa ekmeğini yemiyor. Hep Buğday ekmeğinden yiyor. Kürt şöyle buğday ekmeğine el uzatmaya kalkışınca Arap onun elini tutup, “lala, haza(xubzu Nebi), hayır hayır bu Nebinin ekmeğidir. Sevap kazanmak için buna devam etmelisin\" deyince, Kürdün tepesi atıyor, önündeki Arpa ekmeği alıp \"Hubzu Nebi- Xubzu Nebî bilabertebi\" deyip arpa ekmeğini Arab\'ın önüne koyup buğday ekmeyi yemeye başlıyor. Değerli arkadaşlar Bu günden itibaren Kürtler, \"Xubzu Nebî bilabertebî\" diye bildiği takdirde kurtuluşa ilk adımını atmış demektir. Benim tek bildiğim şey budur.
Atatürk’ün din ve İslam’a bakışı:
http://www.haberturk.com/yazarlar/nihal-bengisu-karaca/1710132-hurmetle-iktifa-ediniz
Halit Meşal’in Kürtleri kafirlikle itham etmesi:
https://tr.zer.news/2018/04/filistin-halit-mesal-afrin-sevinci.html
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.