İnsan, evrensel değerlere ait ilkeler üzerinden değil de ideolojik/düşünsel bağlılık üzerinden dünya algısı oluşturuyorsa, sosyal yaşam açısından kör ve sağırı oynamakta olduğunu fark edemeyecek kadar problemli bir duruma duçar olmuştur. İnsanın kendisini konumlandırdığı bu düşünsel/ideolojik bakış ötekine ait dünyayı daha ilk hamlede kaybetmesine yol açacaktır. Eğer evrensel değerlere ait olan ilkeler üzerinden kendisini konumlandırırsa kaybetmiş gibi görünse de aslında kazanan taraf olacağı muhakkaktır.
Ki insanın oluşturduğu düşünce dünyası, kendisi dışında kalan dünyayı ve çevreyi algılama biçimi üzerinde etkili olmaktadır. İnsanın bir şekilde ünsiyet oluşturduğu kendi düşünsel dünyasına ait olmayan her türlü düşünüşe karşı hazırlanmış/formatlanmış reddiyelere sahip olduğu gerçeği göz ardı edilemez. Bu nedenle, benimsediği düşünsel/ideolojik bakış kendisi dışında kalan ötekilere karşı kategorik değerlendirmelere tabi tutulmasına yol açmaktadır.
İnsanın kendisi dışındakileri kategorik değerlendirmelere tabi tutmaktan kurtulması ancak eleştiri kültürünü özümsenmesiyle mümkün olur. Sosyal yaşama kategorik bakmaktan kurtulmak için de akıl, fikir ve iz\'an sahibi olmayı gerektirir. Ki bu durum ise bireyin kendi kendisiyle barışık olmasını sağlar. Kendisiyle barışık olan insan ise düşündüğüne ve düşündüklerine güvenir ama salt/mutlak doğruyu kendi burnunun düzü olarak görmez. Dolayısıyla kendisiyle barışık olan kişi yöneltilen eleştiriye karşı tahammüllü olur ve bu eleştiriden payına düşeni evrensel doğruyu bulmak için kullanır.
Ancak insanın bağlandığı ideolojik /düşünsel bakışını evrensel değerler nispetinde algılaması ve onu mutlak doğru olarak benimseme gafletine düşürür. Bu durum ise kendisini evrensel değerlere ait doğrular üzerinde görmeye yönelttiğinden içine düştüğü olumsuz tavır, tutum ve davranışı görmesini engeller. Oysa insan her an şu soruyu kendisine sormak zorundadır. “Acaba bağlandığım düşünsel/ideolojik bakışı beni evrensel değerlere mi yaklaştırıyor yoksa dar kalıplı ideolojik bir dünyaya mı hapsediyor?”
Bu soruya verilecek insanın evrensel değerlere atfettiği önem ile İdeolojik/düşünsel bağlılığına ait fanatizmine de ışık tutar. Ancak İdeolojik/düşünsel bağlılık eğer insanı fanatizme yöneltmeyerek yerel ve evrensel doğrulara yöneltiyorsa insanı geliştireceğinden gelecek açısından faydalıdır. Fakat unutmamak gerekir ki bu durumda yerel ile evrensel doğruların ayrımıyla uzlaşımını belirleyen ise düşünsel/ideolojik yapıların ortaya koyduğu yöntem ve bakış sorunudur.
Yerele ait değer ve doğruları üretmekten yoksun olan bir bakış elbette evrensel değerlere yönelik uzlaşımlar gösteremez. Ki bu durum şunu açıkça ortaya çıkarmaktadır. Yerele ait doğruları olmayanın evrensele ait doğruları da doğal olarak olamaz. Çünkü evrensel doğruları besleyen şey yerellerin asgari müştereklerdeki uzlaşımlardır. Dolayısıyla insanın yerelden beslenen algı ve bilinci olmadan evrensel algılara sahip olması pek de mümkün görünmemektedir.
Dünyayı sadece kendi düşünsel/ideolojik paradigmaları için bir uygulama alanı görenler ve kendi bakışları dışında kalan düşünsel paradigmaları görmek istemeyen bakışlar ne yereli ne de evrensel olanı doğru kavrayamazlar. Çünkü bu anlayış temelde pragmatist değerlerle dünyaya bakmaktadır. Bunun altında yatan temel sebep, ideolojik/düşünsel bakışların yerele ait kültürel değerlerin felsefi alt yapısını çözememesinden kaynaklanıyor. Dolayısıyla evrensel olduğunu iddia ettikleri ideolojik anlayışlarına yönelik felsefi dayanaklarla kılıf arama derdine düşerler.
İşte tam bu noktadan bakıldığında biz Kürdlere dayatılmaya çalışılan evrensel kılıfa büründürülmüş iki tür ideolojik/düşünsel bakışla karşı karşıya olduğumuz gerçeği ile yüzleşiriz. Bu iki bakış İslamcıların ümmetçi anlayışı ile Sosyalistlerin Enternasyonal anlayışıdır. Bu durum karşısında yaşanan asıl problem ise iki anlayışında biz Kürdleri kendi başlarına özne olarak değil ideolojik düşüncelerine ait nesne olarak görmeleridir. Bunu evrensel kılıflarla açıklama girişimlerine yönelmeleri ise yaşanılan sorunun çözümünü yönelik samimiyetlerini de ortaya koymaktadır.
O halde Kürdler kendilerini nesne düzeyinde algılayan her türlü ideolojik bakıştan imtina etmelidirler. Ancak özne olarak yer alabilecekleri düşünsel yapıları önemsemelidirler. Ki her toplumun kendisine ait özelliğini ve farklılığını özne düzeyinde algılayan düşünüş biçimi aynı zamanda evrensel doğruyu da içinde barındırıyor demektir. Bu noktada biz Kürdlere dayatılan iki anlayışın da oluşturduğu düşünsel/ideolojik bakışın anlamını sorgulamak zorundayız.
Ki burada temel sorun iki bakışında yerelimize ait olan düşünüş ve algıya ait doğru eylem ve davranışı belirleme ihtiyacı duymadan evrensel düşünüşe ait olduğunu ileri sürdükleri algı ve eylemlerini yerelde bize dayatmaya çalışmalarıdır. Evrensellik adı altında kendi varlığımızdan vaz geçmemizi öneren bu anlayışlar aslında kendi ideolojilerine hazır kıta bekleyen asker olmamızı istemektedirler.
Evrensel değerlere bağlılık hiçbir şekilde kendi benliğinden vaz geçme anlamına gelmemektedir. Biz kendi tarihsel değerlerimizle var olmalıyız/olmak zorundayız. Aynı zamanda insanlığın tarihsel süreçte ürettiği ortak bilincin ürünü olan evrensel değerler çerçevesinde varlığımızın kabul görmesi şartıyla bu bakışları benimseyebiliriz. Aksi takdirde her iki düşünüş biçimi bizim açımızdan sadece fantastik zihinsel egzersiz kategorisinde olmalıdır.
Çünkü iki kesiminde ileri sürdükleri temel argümanlar evrensel felsefi dayanaklardan yoksun olup belli çevrelerin/toplumların çıkarlarını korumaya matuf anlayışlardır. Dolayısıyla bizim duygu, düşünce ve folklorik değerlerimiz görmeyen düşünce bizi nesne düzeyinde algılamaktadır. Dil, sanat ve edebiyat olarak var olamadığımız hiçbir düşünce bizim açımızdan evrensellik arz etmemektedir.
Sonuç:
Doğrusu bugün gelinen noktada her iki düşünsel/ideolojik kesimin geliştirdiği bakış açıları Kürd halkını hem bugün hem de gelecekte neyle karşı karşıya bırakacağını kestirmek mümkün değil. Bu çerçevede hem evrensel hem de yerel değerler açısından eleştiri ve eleştirmekten korkmamalıyız. Ama eleştiri kisvesi altında herhangi bir yönüyle bize göre öteki olanı rencide edecek hiçbir davranış ve eylemi de kabul etmemeliyiz. Eğer zihin dünyamız eleştiriyi kaldıracak düzeyde değilse, her gördüğünüzü, okuduğunuzu kendinize yöneltilmiş ok olarak algılarız.
Hele ki bugünlerde Kürdler arasında eleştiri adı altında ortaya konulan bel altı vuruşları kesinlikle lanetlemeliyiz. Ki bu zeminde farklı düşünsel dünyalara ait olan Kürdler kendi düşünsel bakışları çerçevesinde siyaset yapacaksa birbirlerine karşı dürüst olmak zorundadırlar. Geliştirecekleri siyaseti doğru zemin ve doğru eylemle yapılmalıdırlar. Ancak karşıtlık üzerinden kendisini konumlandıranların meçhule doğru yol açtıklarını bilmeleri gerekir. Yapılacak şey ise farklı siyasi ve düşünsel anlayışa sahip olanlar karşılıklı olarak bir birlerini Kurdistan Ulusal değerleri üzerinden kabul edilmelidir.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.