Kürdler adına, sürekli, çözümden yana yazılar yazan bu “dostlar”. Çözüm diye dayattıkları düşünceler ise ne Bağımsızlık, ne Federasyon, ne Otonom, ne de Kürtçenin ikinci resmi dil olmasıdır.
Cumhuriyetin kurulması ile birlikte, oluşturulan düşüncelerin, zamana, gelişmeye ve değişmeye, ayak direten kavramlarla, günümüzde de, halen devam etmesi, batıda kurulan, ulus devlet modellerinde farklı, bir ulus devlet modeli ile ilintilidir. Batı da ulus devletler, ekonomik alt yapının gelişmesiyle, kendi burjuvazisini yaratarak oluşmuştur. Kendi ulusal devletlerini kurarken, birlikte yaşadıkları, halkları inkar ve imha etmemişlerdir.
Türkiye’de ise, ötekinin red ve inkarı üzerinde, yeni bir tarih, yeni bir kültür, yeni bir dil ve yeni bir resmi ideoloji oluşturmak için, askeri bürokrasi tarafında zora dayalı, kendi “bilim” adamlarını harekete geçirerek, bir ulus devlet yaratılmıştır. Bunu, hayatın her alanın da uygulamaya da, “Türk tarih Kurumu”, “Türk dil kurumu” vb.“bilimsel” kurumlar, kurarak yapmıştır. Dolayısıyla devletin, başta Kürdler ve diğer azınlık halklar üzerindeki baskısı ve imhası, cumhuriyetin kurulmasıyla, katmerleşerek artmıştır.
Günümüzde, Kürd ve Kürdistan meselesini, Özgürlük temelinde ele alan kesimlerin, çözüm istemlerinin artması, devleti yeni bir düşünce tarzını oluşturmaya sevk etti. Bunu oluşturmada da zorlanmadılar. Onların imdadına, Kemalist ideolojiye, çağdaş anlamlar yükleyerek, topluma sevdirme görevini üstlenen, yeni tarihçiler ve aydınlar yetişmiş bulunmaktadır.
Kürd meselesini, bireysel hak ve özgürlükler temelinde ele alan, Kürdler adına bir şey istemeyen, Kürd siyasal cenahında boy gösteren, Kürd ve Kürdistan sorununu, haraç-mezat pazarlamanın, gayreti içerisinde olanların, çözümlerini, çözüm olarak, Kürdlere dayattıklarını görmekteyiz. Bu aydınlar, “bağımsız ve tarafsız” bir misyonla, Kürdler’in dostluğu adı altında bunu yapmaktadırlar. Devletin, resmi görüşünü, sinsice “dostluk” adına açıklamaya çalışıyorlar.
Kürdler adına, sürekli, çözümden yana yazılar yazan bu “dostlar”. Çözüm diye dayattıkları düşünceler ise ne Bağımsızlık, ne Federasyon, ne Otonom, ne de Kürtçenin ikinci resmi dil olmasıdır.
İşte size, Kürd meselesinde, devam edegelen çözümlerden bir tanesi. İttihat ve Terakkinin kurucusu, Cemal Paşanın torunu, Hasan Cemal’i tutana aşk olsun. Maşallah müthiş bir Kürd aşkı, hiç sönmeden devam etmekte. Allah Kürdistan davasını satan, güruhlara bağışlasın.
Bakın ne diyor:
“Nasıl Irak’da federasyona hayır dedik ama olmadı. Bunlar Irak’ta nasıl olmadıysa, Suriye’de de olmaz. Nasıl Irak’ta Kürtleri, Amerika başta olmak üzere dış güçler kendi kaderleriyle başbaşa bırakmadılarsa, Suriye’de de bırakmazlar. Nasıl Amerika iç cebinde ‘Kürt kartı’nı hep tuttuysa, Rusya da, İran da farklı davranmadı ve davranmayacaktır. Onun içindir ki: Irak’ta, Kuzey Irak’ta yaşadıklarımızı bir defa da Suriye’de, Kuzey Suriye’de yaşamayalım. Kendi ‘oyun planı’mızı kuralım.
Kürt sorununu terör sorunu olarak görmekten vazgeçelim. Bir yandan hem kendi Kürtlerimizle, hem de özellikle Suriye dahil bölge Kürtleriyle barış yaparken, eş zamanlı olarak, Türkiye’de tam demokrasi yolunda somut adımlar atalım. İmralı’yı da devreye sokarak Kandil’le yeniden ‘masa yolu’nu açalım. Ve bu çözüm sürecinde TBMM’nin kesin devrede olması, CHP ve HDP’nin büyük rol üstlenmesi gerektiğini gözardı etmeyelim.”
Peki niye, Hasan Cemal, Cengiz Çandar, Ahmet Altan vb. sürekli bunları söylüyor. Çünkü devletine şu mesajı veriyorlar; “eger bu sorunu, mevcut Kürd, siyasal hayatta boy gösteren, siyasal yapıyla çözemezsek, birileri çıkar altında kalkamayacağımız şeyler ister, onun için elinizi çabuk tutun” demek istiyorlar.
Aslında başarılı da oldular. Bu ince “dostlukları sayesinde” Kürd partisi olmadığı bilinen partinin başına, Kürd olmayan, ama Kürdleri temsil ettiklerini savunan, tam da evlere şenlik şarlatanların, yerleştirilmesinde pay sahibi oldular.
Diğer taraftan KCK yöneticileri olan kişiler, adeta bunların suyu hürmetine, Güney Kürdistan Devlet Başkanına darbe yapmak ve Kürdistanı yok etmek için girişimlerin içinde oldular. Bununla kalmayıp, peş peşe Kürdistan milletine, ihanet eden açıklamalar yaparak, bağlılıklarını dile getirdiler. En delikanlısı da hızını alamayan, Qamışlo’nun, Kürd şehri olmadığını fark eden Rıza efendi oldu.
Aydın ve bilim insanı olmanın gereği, Kürd’lerin bu haklı davasını, dünyadaki diğer halkların, sahip oldukları haklar düzeyinde, savunmak ve çözüm için devletine baskı kurmaktır. Dünyanın değişik ülkelerinde, aydınlar ülkelerinin sömürgeci yapılarına böyle karşı çıkmışlardır.
Türkiye de ise aydınım diye geçinenler, Kendilerini, Kürdlerin yerine koyarak, onların liderlerini ve kimin muhatap olması gerektiğini belirliyorlar. Devlete, bu konuda ne kadar samimi olduklarını da gösteriyorlar.
Kendi devleti tarafında, hak ve özgürlükleri gasp edilmiş, topraklarından kopartılmış, dili, kültürü yok edilmeye çalışılmış, varlığı inkar edilerek, kendisine yeni bir kültür ve tarih dayatılmış, bir ulusun, meselesinin çözümünü, herhalde o ulusun halkına bırakmak, daha gerçekçi olacaktır.