İmamoğlu The Economist’e yazdı: PKK’nin silah bırakması şiddet döngüsünü kırmak için tarihi bir fırsat ama…
İmamoğlu, Economist’e “Türkiye’de iç barış ve dış itibar nasıl sağlanır?” başlıklı makale yazdı. İmamoğlu, PKK’nin silahsızlanmasını Türkiye için tarihi fırsat olarak değerlendirip, barış ve bölgesel rol için önemli buldu. Kürt taleplerinin dahil olduğu katılımcı siyaset gerektiğini vurguladı.

Mart ayında görevden alınan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve CHP'nin cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu, Economist dergisinde yayımlanan makalesinde, PKK'nin silahsızlanma sürecini Türkiye için tarihi bir fırsat olarak değerlendirdi. İmamoğlu, barışın kalıcı olması için Kürt halkının siyasi, kültürel ve ekonomik taleplerini kapsayan kapsayıcı bir siyaset ve demokratik reformların şart olduğunu vurguladı. Ayrıca, Türkiye’deki demokratik gerilemenin bölgesel ve uluslararası itibar üzerinde olumsuz etkileri olduğunu belirtti. İmamoğlu, iç barış ve dış itibarın sağlanması için hukukun üstünlüğü ve demokratik kurumların güçlendirilmesi gerektiğini ifade etti.
İmamoğlu’nun The Economist dergisinde yayınlanan yazısı şöyle:
‘’Temmuz ayında, Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri tarafından terör örgütü olarak tanımlanan silahlı bir grup olan Kürdistan İşçi Partisi’ne (PKK) mensup yaklaşık 30 kişi, Irak’ın kuzeyinde düzenlenen sembolik bir törende silahlarını bıraktı. Bu devam eden silahsızlanma süreci memnuniyetle karşılanmalı; çünkü ülkemizin siyasi sistemini uzun süredir zedeleyen, ekonomik ilerlemeyi yavaşlatan ve toplumsal ayrışmayı derinleştiren bir şiddet döngüsünü kırmak için tarihi bir fırsat sunuyor. Aynı zamanda, Türkiye’nin bölgesel rolünü yeniden tanımlaması için eşsiz bir olanak yaratıyor.
PKK’nin başlattığı ayrılıkçı isyanla başlayan Kürt meselesi, onlarca yıldır Türkiye’nin daha ileri bir demokrasiye ulaşmasının önünde engel oldu. Ne var ki, silahsızlanma süreci ilerlerken Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yönetiminde otoriterliğin artması ve siyasi muhalefetin ciddi baskı altında olması oldukça ironik. Bu yılın başlarında, Cumhuriyet Halk Partisi’ne (CHP) mensup birkaç belediye başkanı—ben dahil—siyasi saiklerle hapse atıldık. Bu gelişme, muhalefete verilen ürkütücü bir mesaj oldu ve Türkiye’deki demokratik katılım alanını daha da daralttı.
Baskı ortamı barış sürecini de etkiliyor. Kürt halkının uzun süredir dile getirdiği siyasi, kültürel ve ekonomik talepleri kapsayan katılımcı bir siyasal çerçeve olmadan yürütülen bu süreç eksiktir. Irak, Suriye ve İran’da faaliyet gösteren PKK bağlantılı gruplarla nasıl bir angajman kurulacağına dair gerçek bir strateji de oluşturulmamıştır. Oysa bu bölgesel boyutlar ele alınmadan kalıcı bir çözüm mümkün değil. Hükümet açık ve kapsayıcı bir ulusal diyalog başlatmalıydı. Bunun yerine kapalı kapılar ardında müzakereleri tercih etti ve böylece meşruiyet ve güven inşa etme şansını heba etti.
Cumhurbaşkanı adayı olarak gösterildiğim CHP için Kürt meselesi sadece bir ulusal güvenlik meselesi değil; aynı zamanda demokrasi, adalet, kalkınma ve kurumsal reform meselesidir. Şiddetin sona erdiği, kalkınmanın teşvik edildiği ve köklü eşitsizliklerin giderildiği uzun vadeli bir stratejiye inanıyoruz. Eşit yurttaşlık, demokratik katılım, hesap verebilirlik ve cumhuriyetin tüm bireylerini kapsayan bir gelecek istiyoruz.
PKK’nin dağılacağını ilan ettiği andan itibaren iki temel öneri sunduk. İlk olarak, barış sürecinin yasallık, sivil katılım ve kurumsal denetim temelinde yürütülmesini sağlamak için derhal bir parlamento komisyonu kurulmasını talep ettik. Bu komisyon 5 Ağustos’ta ilk kez toplandı. Bu, doğru yönde atılmış bir adımdır. Hükümetin dar güvenlikçi yaklaşımının komisyon çalışmalarına hakim olmasından endişe eden çok kişi var; yine de bizler sürece katılarak demokratikleşme ve toplumsal uyum konularının gündemde yer alması için çaba gösteriyoruz. Bu süreç şeffaf olmalı; Erdoğan koalisyonunun kararlarını onaylayan bir “onay makamı”na dönüşmemelidir.
İkinci olarak, silahsızlanma süreci demokratik normlara dönüşle birlikte yürümelidir. Partizanlıkla ve demokratik gerilemeyle işleyen bir sistemde kalıcı barış olmaz. Meşruiyet sağlayacak kurumlar olan parlamento ve sivil toplum uzun süredir etkisizleştirildi, yargı siyasallaştırıldı. Oysa halkımız için barış, baskı yoluyla değil, meşruiyetle sağlanabilir.
Benim yaşadıklarım, Türkiye’nin içinde bulunduğu çelişkileri gözler önüne seriyor. Mart ayında, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olarak görev yaparken ve partimin cumhurbaşkanı adayı olarak gösterilmek üzereyken, siyasi saiklerle tutuklandım. Hakkımdaki suçlamalar arasında yolsuzluk ve teröre yardım da vardı. Bu sonuncusu, belediye meclisi aday listemizde PKK bağlantılı olduğu iddia edilen bir platformla ilişkisi bulunan isimler olduğu gerekçesiyle yöneltildi. Oysa bu adaylar Yüksek Seçim Kurulu tarafından adaylıkları onaylanmış kişilerdi.
Bu sırada, barış istediğini söyleyen hükümet, seçilmiş Kürt temsilcilere sistematik olarak baskı uyguladı. Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP, şimdi DEM Parti) onlarca belediye başkanı görevden alındı ve yerlerine kayyum atandı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş’ın serbest bırakılması yönündeki kararları ise hala uygulanmadı.
Erdoğan dönemindeki demokrasi erozyonu sadece iç mesele değildir. Bu durum, güvenlik, enerji ve göç gibi konularda güvenilir ortaklara ihtiyaç duyan dünyada Türkiye’nin potansiyelini de baltalamaktadır. Türk dış politikası tepkiseldir ve iç siyasi hesaplarla yönlendirilmektedir; bu da istikrarsızlık yaratmaktadır. Komşularla ilişkiler çatışma ile yakınlaşma arasında savruluyor.
Suriye’de Esad rejiminin çökmesiyle şekillenen bölgesel manzara, Orta Doğu’da barış, uzlaşma ve yeniden inşa çabalarına katkı sunmak için gerçek bir fırsat yaratıyor. Türkiye, tüm toplulukları kapsayan adil bir dış politika izlerse bu alanda çok şey yapabilir. Aynı zamanda Avrupa Birliği ile Orta Doğu’da daha fazla iş birliği yapılabilir. Ama bunun için dış politika, içeride demokratik meşruiyet ve hukuk devleti temellerine dayanmalıdır. Temel hakların korunması, Türkiye’nin duraksayan AB üyelik sürecini de yeniden canlandırabilir. Türkiye’nin coğrafi konumu, tarihsel zenginliği ve demokratik mirası, onu istikrar ve ilerleme için güçlü bir aktör haline getirir. Ancak dış politikanın Erdoğan’ın kişisel hırsları ve içerdeki kutuplaştırıcı politikalarla şekillenmesi, bu potansiyeli heba etmektedir.
Türkiye bir dönüm noktasında. İç yönetim biçimi, dışarıdaki etkisini daha da fazla belirleyecektir. Sorumlu bir bölgesel güç olmak için Türkiye, demokratik kurumlarının bütünlüğünü yeniden tesis etmelidir. Ancak o zaman giderek daha istikrarsız hale gelen dünyada güvenilir bir ortak olabiliriz. CHP’nin cumhurbaşkanı adayı olarak, ülkemin demokratik yenilenmesini sağlama konusunda kararlıyım. Meşruiyet ve hukukun üstünlüğü temelinde kurulacak yeni bir hükümet, dünyayla net ve kararlı biçimde ilişki kuracaktır. ■
Ekrem İmamoğlu, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin cumhurbaşkanı adayıdır. Şu anda cezaevindedir.’’
Son güncellenme: 16:47:57