Ömer Önhon: Yeni Suriye ile yeni Türkiye'ye ilişkin olasılıklar ve çeşitli soru işaretleri

''Suriye'nin geleceğini etkileyecek çok önemli dış unsur İsrail’dir. Bu ülke, zayıf ve mümkünse parçalanmış bir Suriye istiyor, Suriye’ye durmaksızın müdahale ediyor. Son yıllarda cepheleşen ve birbirine diş bileyen İsrail ile Türkiye her an birbirlerine dalabilecek gibi dursalar da, doğrudan iletişim kanalları kapalı değil, görüşüyorlar. ABD, arabulucu ve yatıştırıcı rolü oynuyor. Türkiye Hamas ve Suriye’ye destek verdikçe, İsrail, Türkiye’nin yumuşak karnı olarak gördüğü Kürt kartını daha sıkıca kavrıyor''

4 Ağustos 2025 - 09:59
4 Ağustos 2025 - 09:59
 0
Ömer Önhon: Yeni Suriye ile yeni Türkiye'ye ilişkin olasılıklar ve çeşitli soru işaretleri

Türkiye’nin Suriye ve bölge politikalarına dair gelişmeleri, Türkiye’nin son Şam Büyükelçisi Ömer Önhon kaleme aldığı analizinde değerlendirdi. Önhon, Ortadoğu’daki yeni dengelerin Türkiye açısından taşıdığı önemi vurgulayarak, Suriye’deki SDG yapısının dönüşümü ve bölgesel aktörlerin rollerine dikkat çekti.

Önhon’un ifadesiyle, Suriye’de yaşanan süreçler, sadece o ülkeyle sınırlı kalmayıp ABD, İsrail ve bazı Arap ülkelerinin öncülüğünde yeni bir bölgesel sistemin kurulması çabasıyla doğrudan bağlantılıdır. Türkiye’nin bu ortamda, özellikle Kürt meselesi üzerinden yaşadığı rahatsızlık ve bölge politikalarına yön veren dinamikler, Önhon’un analizinde öne çıkarılan başlıca konulardandır.

Önhon’un T24’te yayınlanan yazısı şöyle:

‘’Türkiye’de yeni Türkiye ve Suriye’de Esad sonrası yeni Suriye olarak tanımlanan süreçler yaşanırken, Orta Doğu genelinde de ABD ve İsrail’in başını çektiği, bazı Arap ülkelerinin de aktif olarak dahil olduğu, güvenlik ve siyasi kodları yeniden tanımlanmış bir bölge oluşturulması için çalışılıyor.

Bu gelişmelerin hepsi birbiriyle ilintili ve bazı hallerde konular iç içe geçmiş olunca, muhtelif ülkelerin karşı karşıya gelmesi kaçınılmaz oluyor.

Türkiye yıllardır, ilhamını Osmanlı döneminden alan ve ideolojik bir zeminden beslenen, İslam coğrafyasında başat aktör ve hatta hakim güç olma hevesiyle şekillenmiş bir bölgesel politika uygulama gayretinde.

Türkiye’nin bölgeye yönelik dış politikasını etkileyen başlıca unsurlar Suriye’deki iç dinamiklerin yanısıra, Trump yönetimi, İsrail ve özellikle Suudi Arabistan olmak üzere, Arap dünyasıyla ilişkilerdir.

Suriye’deki meselelerin pek çoğu Türkiye’yi ilgilendiriyor ama en çok Kürtlerle ilgili olanı.

Kürtlerin geleceğiyle ilgili müzakerelerin ve çalışmaların ABD’nin ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın “ABD’nin arkasına takılan küçük ülke” diyerek küçümsediği Fransa’nın gözetiminde yürütülmesi, Türkiye’yi birçok yönüyle rahatsız eden bir durum ortaya çıkarıyor. 

Diğer iki ülke kadar ön planda görünmese de, İngiltere de sahada. Halen İngiltere Başbakanının ulusal güvenlik danışmanı olan Jonathan Powell’ın sahibi olduğu danışmanlık şirketinin Ahmet el-Şara ve HTŞ’nin iktidarı ele geçirmesi sürecinde ve sonrasındaki katkıları, ayrıca, Suriye Kürtleriyle ilgili konulardaki dahli, ABD’nin eski Şam Büyükelçisi Robert Ford’un açıklamaları ve basında çıkan haberlerle artık kamuoyunca da biliniyor.

Yani, birinci dünya savaşı öncesinde ve sonrasında Ortadoğu'yu şekillendiren aktörler, bu defa ABD’yle daha da güçlenmiş olarak, bölgede faaliyetlerini sürdürüyorlar.

Trump‘ın ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi olarak görevlendirdiği, yakın dostu, Lübnan asıllı Amerikalı işadamı Tom Barrack, kendi ifadesiyle, başkanının vizyonu ve talimatları çerçevesinde bölgede yeni bir sistem oluşturmak için çalışıyor.

Suriye özelinde de, İsrail’in güvenlik kaygılarını karşılayacak, Türkiye’yi sakin tutacak ve SDG’yi sisteme dahil edecek bir formül arayışında.

Büyükelçi Barrack’ın SDG/YPG’ye yönelik bazı açıklamaları Türkiye'de iktidar kanadında çok beğenildi.

Trump iş başına geldikten sonra ABD’nin SDG/YPG’yle ilgili  tutumunda Türkiye'nin lehine değişiklikler oldu ama bu durum, ABD’nin yıllardır eğittiği, donattığı ve ordulaştırdığı SDG/YPG’yi, başta DEAŞ ve İran olmak üzere düşmanların ve ayrıca başka muhtelif risk ve tehditlerin varlık gösterdiği bir ortamda gözden çıkarması ve kenara koyması anlamına gelmiyor.

ABD, SDG ile ilişkilerini yeni koşullara göre yapılandırıyor ve SDG’yi Suriye’de farklı bir şekilde konumlandırmayı hedefliyor.

Büyükelçi Barrack SDG/YPG’ye yönelik açıklamaları ve tepkileriyle, Amerikalıların deyimiyle “reality check” yaptı, örgütü dalmış olabileceği hayallerden uyandırıp gerçek dünyaya döndürmek için şöyle bir sarstı ve amacına da ulaşmış gözüküyor.

SDG’nin başı Mazlum Abdi, son yaptığı açıklamalarda Suriye’nin toprak bütünlüğüne ve 10 Mart antlaşmasına sadık olduklarını, SDG’nin Suriye ordusuna entegrasyonunun yıl sonuna kadar tamamlanmasının öngörüldüğünü ifade etti.

Büyükelçi Barrack, geçenlerde Habertürk’e verdiği röportajda, PKK, SDG, YPG  gibi yapıların birbirine karışmış olmasından doğan bir karışıklık bulunduğunu ama sorunların çözüleceğine ve entegrasyonun gerçekleşeceğine inandığını söyledikten sonra, Mazlum Abdi’nin bu süreci son derece akıllı ve sorumlu bir şekilde yürüttüğünü, kendi toplumunu korumaya çalıştığını, Türkiye'ye bir tehdit oluşturmadığını, Mazlum Abdi’nin tutumundan gurur duyduğunu ifade etti. 

Bu suretle, kısa bir süre önceki sert söylemlerini telafi etti ve ABD’nin SDG’den uzaklaşmadığının mesajını verdi. 

Suriyeli Kürtlerle ilgili meselelerde aslında herkes herkesle görüşüyor, iletişim kanalları kapalı değil. Mazlum Abdi ve diğer SDG yetkililerinin, Türkiye ile de doğrudan iletişim içinde olduklarını açıkladıkları malum.

Ancak SDG ile Şam arasında çözümlenmesi gereken sorunlar çok çetrefil ve çözüm gayretlerini etkileyebilecek pek çok iç ve dış dinamik var.

SDG/YPG Suriye’de krizin başladığı 2011 yılından bu yana elde ettiği kazanımları (öz yönetim, silahlı güç, Kürtçenin resmi kullanımı ve doğal kaynaklara sahip olmak) korumak ve güvence altına almak istiyor.

10 Mart anlaşmasında da belirtildiği üzere, ABD, Şam Yönetimi ve Türkiye, SDG/YPG’nin Suriye ordusuna dahil edilmesi için bastırıyor.

Aslında buna göre, SDG/YPG dağıtılmayacak, sahneden silinmeyecek, yeni  bir şekle kavuşturularak Suriye’de sisteme entegre edilecek.

Yani burada kara para aklama misali bir operasyon söz konusu. Örgüt Suriye ordusunun bir parçası yapılmak suretiyle aklanıp meşru hale getirilmiş olacak.

Suriye’nin gelecekteki yönetim tarzına gelince, ülke nüfusunun çoğunluğunu oluşturan Sünni Arapların ekseriyeti güçlü bir merkezi yönetim istiyor ama gidişat bunun olmayabileceğine işaret ediyor.

Suriye’de Kürt, Dürzi ve Alevi azınlıklara öz yönetim hakkı tanıyan, parametreleri ayrıca belirlenecek adem’i merkeziyetçi bir yönetim yapısının oluşturulması daha muhtemel.

Bu sistem dahilinde, Suriye’de de Irak ve Lübnan benzeri modeller de uygulanmaya çalışılır mı bilinmiyor ama mezhepsel, dini ve etnik kökenler temelinde oluşturulan yönetim yapıları ülkeleri ülke, ulusları da ulus olma vasfından uzaklaştırıyor, yüzlerce meseleyle karşı karşıya bırakıyor. 

Şam Yönetimi çok hassas bir çizgi üzerinde hareket etmek durumunda. Bir taraftan kendi tabanını karşısına almaması, diğer taraftan ülkeyi de bölmeden azınlıkları tatmin etmesi gerek. Ölçünün kaçması ülkeyi yine bir iç savaşa ve nihayetinde parçalanmaya kadar sürükleyebilir.

Büyükelçi Tom Barrack’ın millet sistemine dair atıfları, bölge için iyi bir sistemin nasıl olabileceğini konusunda düşündükleriyle ilgili ipuçları veriyor olabilir.

Büyükelçi millet sistemini münhasıran Suriye için değil, geneli için ifade etti. Yani, bu sistem Türkiye için de iyidir anlamı da çıktı.

Orta Doğu geneline bakıldığında, bölgede oluşturulmaya çalışılan yeni sistemin güvenlik boyutunun merkezinde de İsrail’in güvenliği bulunuyor.

Ekonomik alanda ise bölge ülkeleri istikrar ve işbirliğinin getireceği hareketlilik ve maddi kazanımlar ile teşvik ediliyor.

Suriye yönetimi, ülke ekonomisini ayağa kaldırıp işler hale getirebilmek için Körfez ülkelerinin finansal gücüne ihtiyaç duyuyor.

Türkiye de yıllardır Körfez‘le ticaretini daha arttırmak, yatırım çekmek ve oradan turistleri cezbetmek için çok çabalıyor ama beklediği ölçüde ilgi göremedi. Suriye Arap dünyasından olması hasebiyle belki bu konuda daha başarılı olabilir.

Suriye'nin geleceğini etkileyecek çok önemli dış unsur İsrail’dir. Bu ülke, zayıf ve mümkünse parçalanmış bir Suriye istiyor, Suriye’ye durmaksızın müdahale ediyor.

Son yıllarda cepheleşen ve birbirine diş bileyen İsrail ile Türkiye her an birbirlerine dalabilecek gibi dursalar da, doğrudan iletişim kanalları kapalı değil, görüşüyorlar. ABD, arabulucu ve yatıştırıcı rolü oynuyor.

Türkiye Hamas ve Suriye’ye destek verdikçe, İsrail Yunanistan ve GKRY’yi, ayrıca, Türkiye’nin yumuşak karnı olarak gördüğü Kürt kartını daha sıkıca kavrıyor.

Irak’taki başlıca iki Kürt grup, Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) ve Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB), ABD’nin arabuluculuğunda Eylül 1998'de Washington anlaşmasını imzalamışlardı. Bu gelişme Saddam'ın devrilmesi ve bugünkü Irak’ın çatılmasında çok önemli bir safha oluşturmuştur.

27 yıl sonra, bu kez, farklı ülkelerden başlıca tüm Kürt yapılanmaları (KDP, KYB, PKK, SDG/YPG, Suriye Kürt Ulusal Konseyi ENKS) aralarındaki anlaşmazlıkları bir kenara koyarak ortak amaçlar doğrultusunda bir araya geldiler.

ABD ve Fransa’nın sponsorluğunda 26 Nisan 2025’de Kamışlı’da düzenlenen Kürt ulusal konferansı bu çerçevede not edilmesi gereken bir tarihtir.

Tüm bu gelişmelerin, Suriye’nin ötesinde, terörsüz Türkiye diye bir yola giren ülkemiz bakımından taşıdığı önem açıktır.

Sözkonusu sürecin terörün sona erdirilmesi bakımından itiraz edilecek yanı olamaz ama karşılığında ne verildiği ve verileceği, Türkiye'nin siyasi, idari ve sosyal yapısının nasıl etkileneceği gibi birçok boyut Türk halkında soru işaretlerine ve endişelere yol açıyor.

Ülkemizdeki gelişmeleri, hele de bölgedeki gelişmelerle birlikte değerlendirince, kaygı duymamak imkansız.’’

 

 

Bu haber toplam 1412 kişi tarafından görüldü.
Son güncellenme: 12:02:31