Güney Kürdistan\'ın bugünkü statüsünü bir tarafa bırakırsak, yüz yıllar öncesinden günümüze kadar, Kürtlerin yaşadığı coğrafyada siyasi yada iktisadi olarak kendi gelecekleri üzerinde söz sahibi olmamışlar. Mezapotamya denilen coğrafyada, defalarca değişimler yaşanmış ve her değişimin arkasında sayısız hükümdarlıklar ortaya çıkarmıştır. Dolayısıyla İktisadi, siyasi ve kültürel değişimlerin yoğun yaşandığı bu bölgede ,her değişimin sonunda kaybedenler maalesef bu toprakların kadim halkı Kürtler olmuştur.
Elbetteki tarihsel süreçlerde kendi özgünlükleriyle kendi gelecekleri adına bir çok kez başkaldırmışlar. Ancak hiç bir zaman siyasal ve iktisadi açıdan kendi kaynakları üzerinde söz sahibi olmalarına yetmemiştir. Dolayısıyla kendi lehine dönüştürecek değişimler gerçekleşmediği gibi, barıştır-süreçtir-birlikte yaşamaktır-kardeşliktir gibi oyunlarla mazlum Kürt halkının temel hak ve özgürlük talepleri bu çağa havale edilmiş bir biçimiyle tarihsel kayıtlara geçmiş oldu.
Yüz yıllarla süren böylesi tarihsel bir akışta, Kürt halkının ulusal gelişimin şekillenmesinden de büyük açmazları beraberinde doğurmuş oldu. En önemli açmazlardan birisi de \"eyvallah!\"larla başlayıp, kendisini ikna temelinde bahane ve gerekçelerle bir başkasının sofrasına meze olarak adanmış olduğu gerçeğidir. Dolayısıyla bu günün yetmezlikleri dünün şekillenmesiyle müthiş bir benzerlik ve kan bağı vardır. Zira Kürtlerin günümüzdeki yetmezliklerin bir bölümü, ne yazık ki tarihsel süreçlerden günümüze kadar sirayet etmiştir.
Örneğin İslam öncesi tarihsel süreçlerle yaşanmışlıkları, tarihsel bilginliğiyle unvan sahibi Kürtlerin bilginlerine bırakırsak, İslam sonrasının tarihsel akışında Kürtlerin nasıl da şekillendirildikleri yada kendilerini nasıl da bu şekillendirmeye \'\'kellem ve bedenim senin kılıcına kurban olsun\" dedikleri görülüyor. Kabileler düzeyinde dahi genişletilen alan üzerinde söz sahibi olma arayışının hızlandığı dönemlerde Kürtler \'\'aman efendim\'\' le başlayan ve yaşam alanını genişletmesi yada sahiplenmesi de \'\'ne oluyor?\'\' la biten bir çöküşün hazinliğini yaşadılar hep.Çünkü, Kürtlerin düşünselliklerine enjekte edilenle, yaşam alanı diye tabir edilen dünyadaki bütün topraklar halkların var oluşlarına göre parsellenmemiş; zira Kürtlerin düşünsel mekanizmalarına kendi çıkarlarını enjekte eden enjektörlere göre dünyadaki tüm yaşam alanları ve bütün topraklar Nebi Süleyman hazretlerine aitmiş! Peki dünden farklı bir aşamada mıyız? Hayır değiliz. Zira dün itibariyle tüm yaşam alanları nebi Süleyman\'a aittir ve hepimiz Müslüman\'ız mantığının yerine, günümüz itibariyle de \"hepimiz kardeşiz ve enternasyonalistçe düşünmek gerekiyor, sınırlara ne gerek var\" saçmalığıyla karşı karşıyayız.
Velhasılıkelam, uzayın derinliklerindeki kuyruklu yıldızların üzerinde dahi hakimiyet kurma ve parselleme girişimlerinin hızlandığı bir dönemde 50 milyon nüfusuyla kendi ana vatanında esir alınmış bir halk unvanına sahip Kürt halkının günümüz gerçeği, her ne kadar dünyamızı kendi çıkarları paralelinde evirip çevirenlerin bir ayıbıysa da, geçmişin \"hepimiz Müslüman\'ız ayrıya gayriye ne gerek var\"ların yatağında uykuya dalmış dünün Kürt dinamikleriyle, günümüzle başlayan geleceğini de \"hepimiz kardeşiz\" ile sürdürmeye çalışan ve Kürdistan ana toprağının sadece Kürtlerin değil, tüm halkların anayurdudur argümanlarıyla dünün devamını müthiş bir ustalıkla ve bire bir benzer versiyonlarla devam ettirmeye çalışan günümüzde tarihsel akıntının geçmişinde kalan Kürt dinamiklerle günümüzü şenlendirmeye çalışan günümüzün Kürt dinamiklerin arasında ne tür bir faklılık var diye insan düşünmeden edemiyor.
Gerçi Kürt halkının ulusal demokratik mücadelesi IŞİD vahşetiyle yepyeni bir aşamaya girdiği görülüyor. Dikkat edilirse, resmi yada gayri resmi dört parçadaki Kürt evlatları Şengal\'de, Kobanê\'de birlikte savaşıyor. Dolayısıyla Kürt halkının evrensel hakkaniyetleri baz alınarak geliştirilecek stratejinin özü de bu paralelde şekillenmelidir.
Zira Güney Kürdistan Kürt halkının kazanımlarının şahsında Şengal\'de yaşatılan dram Rojava Kürt halkının kazanımlara yönelen gidişatın şahsında Kobanê savaşı gibi sonuçlar Kürt halkının siyasal kurum ve önderlerine tarihsel bir sorumluluk yüklediği göze çarpıyor.
Yani sözün kısacası, Kürt halkının önünde duran temel üç tane yol güzergahı vardır:
- Birincisi, hiç bir dış etkenin etkisine girmeden kendi öz dinamikleriyle yol güzergahında yoluna devam etmesidir ki günümüz koşullarında bu imkansız gibidir..
- İkincisi ve bana göre en önemlisi, ulusal özlem ve istemlerini uluslararası realiteyle buluşturup, ulusal çıkarıyla uluslararası güçlerin çıkarlarını barıştırıp yoluna devam etmesidir.
- Üçüncüsü ve bana göre en tehlikeli olan ise, her türlü çirkef ve kepazeliğin hüküm sürdüğü bölgesel politikaların içinde sıkışıp kalması olacaktır.
Kürt halkı ve özelikle Kürt aydın kategorisinde bulunan her insanın yapması gereken şudur: Biran önce umursamaz bir bakış açısıyla şekillenen olurları, olmazların gölgesinden çıkarmaya gayret etmesidir. Zira Saddam diktatörün işkalcı aşkıyla başlayan körfez savaşı, İran İslam cumhuriyetinin mezhepsel yayılmacı özlemi, İmparator kurgularıyla zaman geçiren Türkiye Cumhuriyeti ve en son olarak ta IŞİD\'çi çete başının halifelik hayaliyle gelişen gelişmelerin sonuçları, Kürt halkının ulusal demokratik taleplerini uluslararası güçlerin gündemine taşınmasına devam ediyor.
Kürtlerin ulusal demokratik mücadelesinde yaşanan tüm dramlar ve yetmezliklere rağmen, emperyalist denilen büyük güçlerin gündemine girecek kadar kendinden söz ettirecek bir tarihsel süreç yaşanıyor.
Bu tarihsel sürecin doğuşuna vesile olan gelişmenin özünde Kürtlerin kendi özgünlükleriyle kendi ulusal sorunlarına cağın gerekleriyle cevap mı olmalı? Yoksa uluslar arası sermaye güçlerinin çıkarlarına meydan okuyarak dünyayı kendine göre dizayn mı etmeli?
Ulusal akliselimin tüm verileri, Kürtlerin kendi siyasal özgünlükleriyle ulusal demokratik taleplerini uluslararası güçlerin gündemine taşınmasına sebep olan fırsatı iyi kullanması gerektiğine işaret ediyor. Dolayısıyla yaşanmışlıkların içinde boğulmadan, cağımızın dayatmasıyla farklı çıkarlarla gelişen ilişki ve gelişmelere odaklanmak gerekiyor. Yani işin açıkçası, Kürtler hem kendi ulusal çıkarlarını hem de uluslar arası güçlerin çıkarlarını makul olabilecek ulusal bir duruşla orta sahada buluşturma yeteneklerini ortaya koymalıdır.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.