Ekrem İmamoğlu'nun Diyarbakır'ı ziyaret etmesine kimsenin diyeceği yok ama herkesin bu tablodan bir şeyler çıkartması gerektiğine inananlardanım. Hemen hemen yarım asra yakın bir zamandan beri akıtılan kan, gözyaşı ve halkları bir birine düşman eden tahribatlar, ülkeyi virana çevirmekle başlayan yıkımların ortaya çıkardığı dramlardan sonraki son tablo bize bizi anlatmaya yaramalıdır bence. Biz, dün dündür bugün bugündür diyemeyiz.
Bölge sorunlarına, Kürtlerin evrensel haklarına, Türkiye'nin siyasal çıkarlarına hiç bir katkısı olmadığı biçimde sürüklenen sonucu sorgulamak zorundayız...Bizi bize anlatacak o kadar şey var ki, hangisinden başlamalı diye insan şaşırıyor doğrusu.
Acaba "nereden nereye" ile mi başlamalı? Yoksa dün talep ettiklerimizle ne düşünüyorduk, bugünle ne düşünüp ne istiyoruz ile mi giriş yapılmalı? Hayatın büyük bir bölümünü zindanlarda geçirip ve tahliye olduğu günden hemen sonra "sen Kemalizm'e teslim olmuş bir ajansın!" diye canlarına kastedilme dönemiyle, Kemalizm'in kurucusu olan bir önderin posteri Diyarbakır gibi bir yerde yarım yüzyıla yakın bir surecin aktörlerine armağan edildiği bugünle ne değişti ki, haberimiz yok?
"Senin güzünün üstünde kaşın vardır" gibi saçma sapan suçlamalarla kaç insanın hayatına son verildi? O günden bu güne ne değişti? Bizim gibi insanların gayesi ve merakı, gerçekten de bir şeylerin değiştiğine tanık olmaktır. Canlı umutlarımızın, hayallerimizin aşınmasından başka ne değişti? Açık ve net söylemek gerekirse, Kürt halkı olmazlarla olurların ayrıştırma zorluğu bu kadar ayyuka çıktığından dolayı çok yorgun bir duruma geldi.
Ne kendi adına patlatılan silaha güveni kaldı, ne de kendi adına bu kadar olmazlarla olurları bir birine karıştırıp çorbaya dönüştürenlere güven kaldı ve ne de rant kokulu siyasete güveni kaldı! Yani velhasılıkelam Kürtler 40 yıla yakın bir süredir yürütülen silahlı mücadeleden ne kadar bir şeyler anlamamışsa, yüzyıla yakın Atatürk posterli kardeşlik manevralardan da bir şey elde etmez. Bu koşullarda siyasetin adı aldatmacılığa çıktı.
Aldanma ile aldatmanın birlikte ortaya çıkardığı sonuç hüsrandır. Nihai amacımız elbette yaşanılır bir dünya yaratmaktır. Amacımız tabii ki barış olmalı ama barışın silahla yada Atatürk portreleriyle olmayacağını da bilmeliyiz. Bu kadar kanla yürütülen bir süreci Atatürk fotoğraflarıyla yada onlarca yıldır patlatılan silahlarla yürümez. Ne yapıldıysa Kürt düşmanlığını körüklemeyi isteyenlere yaradı ve Kürdlere karşı düşmanlığın altından çıkılmaz sonuçlara varmasına yaradı. Bu sonuçları hasıl eden plan ve projelerin mimarı kimdi acaba?
Dün Yunan karşıtlığı sloganlarıyla ırkçılık kışkırtıldı, bugün terör karşıtlığı sloganlarıyla! Bize öyle görünüyor ki, ortada bize yarayan bir kazanım amaçlanmamış bir Türk ırkçılığına sürekli prim kazandırılmış. Militarizmin bir ihtiyaç olmasını sağlamak için bir tehlike varmış gibi yapay sunumlar yaratılmış! Bu Militarizmin kazanımları için Kürtlerin başına belalar açıldı! Kürt düşmanlığı tahrik edilerek ırkçı bir potansiyel yaratıldı.
Irkçılık Türkiye'de öyle bir yükseldi ki, sonuçta Türkiye dünyanın karşısında terör yanlısı ve yayılmacı olarak suçlanmaya neden oldu. Türkiye Cumhuriyeti devleti Kürtleri terörize etmek için giriştiği bu vahim durumun altından çıkabilir mi acaba? Gönül isterdi ki, devlet kendi amacına ulaşmak için uyguladığı taktiklerin mağduru olmasın.
Yirmi birinci asra uymayan şiddeti esas alan geleneksel siyaset ile kimse bir yere varamaz. Dünyada derin taktiklerle, derin siyasi projelerle siyasi hedeflerine ulaşan güçlerin maskeleri düştü. Kürdlerin kan ve gözyaşlarına neden olan siyasal vicdansızlıkların maskeleri düşmeyecek mi sanıyorsunuz? Kürtlerin içinde olmadığı bir siyasal manevra ile Kürtlerin köyleri yakıldı, insanlar topraklarından sökülüp atıldı, umutları yıkıldı, asimilasyon hızlandı! Bunun hesabını kim verecek?
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.