Ortadoğu ve Suriye'de Taşlar Yerine Oturmaya Başlıyor
'' Ülkeleri bölünüp parçalanmış, kimlikleri yasaklanmış dünyanın en mazlum ve mağdur bir milletlerinden biri olan Kürtlere yeni bir umut doğdu. Kürtler, eski aymaz hata ve yanlışlarını tekrarlamazlarsa, önleri açıktır. Çağın gereklerine uygun, toplumu bir arada tutan birlikçi ve demokratik bir siyasi akla, güçlü diplomatik ilişkilere sahip, evrensel demokratik teamüllerden sapmayan, farklılıklara saygılı, özgürlüklere lafta değil özde sahip çıkan Kürtlerin geleceği Ortadoğu aynasında parlayıp dünyaya yansıtan örnek bir toplum olabilir. ''

1. Dünya savaşını kızıştırıp başlatan o dönemin iki güçlü emperyal devleti İngiltere ve Fransa, gelişen ve kabına sığmayan sanayileri için gerekli olan enerjiye kesintisiz sahip olmaları için Ortadoğu topraklarında keşfettikleri enerji deposunu (fosil yakıt-petrol) kontrol altına almak ve bunları güvenli bir şekilde ülkelerine taşımak için Ortadoğu'yu ve kuzey Afrika'yı denetimleri altına almak için Osmanlı imparatorluğunu tarihten silmişlerdi. 1916 yılında gizli bir anlaşmayla yürürlüğü koydukları Sykes-Picot, 1917 yılında Rusya da Bolşeviklerin Çarlığı devirerek iktidara gelmeleri, bu gizli anlaşmayı deşifre etmiş, yeni Rus yönetimi bu gizli anlaşmadan çekildiğini ilan etmişti. Bu siyasi dizayn ve yapılandırma, amaca uygun bir şekilde, Ortadoğu'da birbiriyle kavgalı onlarca manda Arap krallıkları ve emirlikleri kurulmuştu.
Yıkılan Osmanlının merkezi coğrafyasında ise, Kemalistlerle anlaşarak Anadolu ve Kürtlerin üzerinde yoğun olarak yaşadıkları yukarı Mezopotamya topraklarını da içine alan Türklük temelinde Laik bir cumhuriyet kurduruldu (gerçi ülke hiç bir zaman evrensel anlamda laik bir devlet olmadı. Sadece vitrin ve görüntüde, giyim ve kuşamda yapılan zorlamalı bir durumdu) Kemalistlerin adı geçen bu emperyal devletlerin kendi önlerine koydukları proje ve haritaya Lozan'da "evet" diyerek karşılığında Ermenilere yapılmış olan tehcir ve kırım için hesap soramayacağı, tehcir edilen Ermenilerin kendi topraklarına geri dönüşlerini engelleyen Kemalist rejime göz yumulacağı sonucunu doğurmuştu. Diğer en büyük trajediye maruz bırakılan ise Kürtlerdi. Kürtlerin üzerinde yaşadıkları topraklar, yapay bir şekilde kurdurulan Türkiye, Irak ve Suriye devletleri arasında bölüşüldü. Bu bir halk ve millet için çok korkunç bir trajedi ve travmaydı. Nitekim yüz yıllık süreçte Kürtlerin ulusal onur için başvurdukları kalkışmaları yüzbinlerce çocuk, kadın ve erişkinlerin katliamına yıl açtı. Bu yüz yıllık süreçte, son derece haksız ve dayatmacı bir şekilde oluşturulmuş yapay sınırlar ve devletler yaratılan haksızlıklar, başkaldırı ve isyanlar sonucu milyonlarca mağdur millet, halk ve topluluklar bu katliamlardan nasiplerini aldılar. 110 yıl sonra cetvelle çizilmiş sınırlar çatırdamaya ve dökülerek yıkılmaya başladı. Yapay olarak yaratılan bu hapishane devletleri, baskı altına aldıkları katliamlardan geçirdikleri milletleri, halkları ve inanç topluluklarını susturmaya güçleri yetmedi. Yeni bir yapılandırma kaçınılmaz oldu. Buna direnen devletler yıkıldı veya iç huzursuzluk ve boğazlaşmalarla yüz yüze geldiler.
Ülkeleri bölünüp parçalanmış, kimlikleri yasaklanmış dünyanın en mazlum ve mağdur bir milletlerinden biri olan Kürtlere yeni bir umut doğdu. Kürtler, eski aymaz hata ve yanlışlarını tekrarlamazlarsa, önleri açıktır. Çağın gereklerine uygun, toplumu bir arada tutan birlikçi ve demokratik bir siyasi akla, güçlü diplomatik ilişkilere sahip, evrensel demokratik teamüllerden sapmayan, farklılıklara saygılı, özgürlüklere lafta değil özde sahip çıkan Kürtlerin geleceği Ortadoğu aynasında parlayıp dünyaya yansıtan örnek bir toplum olabilir. Bu saydıklarımız yolunda Güney Kürdistan ve Rojava Kürtleri bu yolda önemli yol kat etiler. Ama aşılması gereken epeyce sorun ve atılması gereken adımlar var. Çağını doldurmuş totaliter ideolojik hedef ve paradigmaları devam ediyorlarsa etmelidirler. Sykes-Picot eseri bu bölünme ve parçalanmanın yaratmış olduğu tahribatlar, Kürtlerin blok olarak hala "Birleşik Kürdistan" özlem ve amacını mümkün kılmayabilir. Örneğin kırılmış muhteşem bir bibloyu ne yaparsanız yapın eski haline getirmeniz mümkün değildir. Bunu ancak güzel bir şekilde tamir edebilirsiniz. Bunu eski haline getireceğiz diye ısrar etmek mantıklı değildir. Yapay olarak kurulmuş olan bu ulus devletler bünyesinde Kürtler pek ala hem kendi öz varlıklarını ve kurumlarını kurabilir, geliştirebilir yaşatabilirler. Hem de bu ülkelerin bütünü üzerinde meşru ve yasal söz sahibi olmak gibi bir fırsatları da doğar. Bu dediklerimizin oto asimilasyonla (İsteğe bağlı asimile olmak) hem de anayasal veya demokratik özerklikle bir ilgisi yoktur. Bu, kendini inkar temelinde hakim etnik aidiyete teslim etmekle değil, devlet egemenliğine olan hakimiyetleri ve meşruiyeti anayasa ve yasalarla belirlendiğinde geçerlidir. Devletin hakimiyeti devletin yeniden şekillendirilmesine ön ayak olmuş iki ulusun tasarrufunda olduğu şeklinde anayasa ve yasalarla tescil edilmesi sağlandığında bu söylediklerimiz olabilir. Güney Kürdistan federal yapısını ayrı tutarsak, Suriye, İran ve Türkiye'de anayasal ve yasal değişikliklerle, Kürtlerin kolektif ulusal haklarının kabulüyle mümkün olabilir. Sykes-Picot eseri olan tekçi ve inkarcı devletten bahsedilemez. Kürtler, ülkenin egemenliğini elinde tutan hakim etnik ulus olan Türk, Arap ve Farslarla bu egemenliği paylaşımları şeklindeki ihtimaller daha çok öne çıkıyor. Bunu nereden biliyoruz? Dünya hakimiyetini ellerinde bulunduran küresel güçlerin açıklamalarından anlıyoruz. Rojava Kürtleri bunun farkında. Şimdi bazı üst telden çalarak gündem yaratmaya çalışan, solculuk adına yola çıktıklarını söyleyen, hayatın gerçekleriyle hiç uyuşmayan, kendi ütopik marjinal dünyalarında hayal aleminde yaşayanlar çıkıp; "İşçi sınıfının ve dünya emekçi halklarının kararlı devrimci mücadelesi emperyalizmi yenecek sınıfsız, sömürüsüz düzeni kuracaktır" komedisini tellendirip duracaklar.
Rojava Kürtleri ve seküler Sünni Arapların ve de Gayrimüslimlerin üzerinde anlaşmaya vardıkları bölgelerinde SDG adı altında örgütlenmeleri önemli bir güç ve kazanımdır. (Ki SDG hakimiyeti altındaki bazı büyük şehirlerde nüfusun % 80 i Araptır) SDG (Suriye Demokratik Güçleri) adı verilen yapının yönetimi ile Şam'a hakim olan HTŞ arasında en son yapılan görüşmelerde çok önemli ilerlemeler kaydedildiği görülüyor. Bu geçiş döneminde, Nüfusun %60-70 ini Sünni Arapların oluşturduğu bir ülkede, 70 yıl boyunca eli sopalı çok kanlı operasyonlara imza atmış BAAS diktatörlük rejimi yıkıldıktan sonra, batılı devletler kerhen HTŞ ve Colani'ye Şam'ın anahtarını vermek zorunda kaldılar. Çünkü mevcut şartlarda başka bir alternatif yoktu. Bazı kesimler bu incehesap ve realiteleri düşünmeden "Neden kafa kesen cihatçılara verildi? Kürtlere verilseydi" deyip duruyorlar. Amerika ve müttefikleri bunları düşünmediğini mi sanıyorsunuz? Bir kere, hiç bir Arap devleti, bunu kabul etmezdi. Hele Türkiye ve İran hiç kabul etmez, çıkaracakları fitnelerle, oluk oluk kan akacaktı. Başta Kürtler olmak üzere, etnik ve inanç azınlıkları da çok büyük zarar göreceklerdi. Nüfusun %70 i Arap olan bir ülkede %15-20 lik etnik bir kesimin o ülkeyi yönetebileceğine gerçekten inanıyor musunuz? Acı da olsa gerçekler ve realiteye bakmakta çok büyük fayda var. Başını Amerika ve Fransa'nın çektiği, SDG ile Şam'daki HTŞ yönetimi arasında başlayan birleşme ve entegrasyon görüşmelerinin aynı zamanda garantör devletleridir. Türkiye'nin bu görüşme ve olası entegrasyon anlaşmasında bir yeri ve rolü yoktur. Bu da çok olumludur. Çünkü Türkiye, Suriye gibi iç savaştan çıkmış yorgun bir ülke üzerinde şantaj ve tehditlerle iç işine karışmakta, Colani yönetimine siyasi ve ekonomik dayatmalarda bulunmaktadır. Suriye de bütün enik ve farklı inanca sahip halkların, anayasal güvence altına alındığı bir Suriye'yi istemiyor. O kendi rejimi gibi her şeyin merkezi otoritenin elinde olduğu ve BAAS versiyonu bir yönetim istiyor.
Mazlum Abdi, sadece bir askeri komutan değil, çok iyi bir siyasetçi ve diplomat olduğunu kanıtlamış oldu. Bazı Kürt siyasi kulvarlarda klasik bir anlayışla Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları bu küçük toprak parçasında izole edilmiş bir şekilde Kürtlerin kıvranıp durmaları için bağımsızlık talep ediyorlar. Bu Rojava Kürtlerine mevcut konjonktürde iyilik değil, kötülük olur. Bence de Kürtlerin büyük düşünüp Suriye'nin ortaklığına talip olmalıdırlar. Amerika ve Avrupalıların da istedikleri bu. Çünkü dışarıdan gelmiş cihadist yabancı çetelerin Suriye’yi istikrar içinde yöneteceklerine kendileri de ihtimal vermiyorlar. Basına yansıyan bir haber geçti. Şam yönetimi, iç savaşta en büyük bir güce sahip Kafkas ve Uygur kökenli bir komutanı gözaltına almış, buna karşı çatışmaların başladığı söylentileri var. Amerika ve Fransa'nın bu yeniden yapılandırmanın garantörü olmaları çok önemli. SDG ve haliyle Kürtlerin Suriye'nin bütününe sahip ve ülke yönetimine ortak olmaları, aynı zamanda Suriye'deki diğer azınlık mağdurlar için de bir güvencedir. Bu dünyada Kürtlerin prestijini daha da yükselteceklerdir. SDG kurumsal birlikleri ve siyasi yapılarıyla devlet aygıtını inşa edecek. Hatta çok uç bir şeyden daha bahsediliyor. YPJ (Kadın savunma birlikleri) bile kurumsal olarak Suriye ordusunun bir parçası olmasına cihadist yönetim tarafında itiraz edilmediği söyleniyor. Kürtler ufuklarını açmalı, büyük düşünmelidirler.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Son güncellenme: 17:54:24