TBMM Başkanı İsmail Kahraman, 28 Ağustos 2016 da yaptığı bir konuşmada, Ernesto Che Guevera için ‘eşkıya’ sözünü kullandı. TBMM Başkanı, Türk gençlerini uyarıyordu. “Milliyetçi Türk gençliği, tişörtlerinde bir ‘eşkıya’nın resmini taşımamalıdır” diyordu. BMM Başkanı’nın bu sözüne karşı, gerek TBMM içinde, siyasal partilerde, gerek basında ve sivil toplum örgütlerinde çok büyük tepki gelişti. Küba Devleti’nden de büyük tepki geldi. Bu yoğun tepkiler karşısında, AKP, TBMM Başkanı İsmail Kahraman’ın sözlerini biraz yumuşatmaya çalıştı.
Bu yazıda, başka bir “eşkıya” nitelemesi üzerinde durmak istiyorum. 14 Temmuz 1958’de, Irak’ta askeri darbe oldu. Albay Abdülkerim Kasım liderliğindeki askerler, krallığı ilga edip Cumhuriyet ilan ettiler.
Krallık ilga edildiğinde, Kral II Faysal (1935-1958) 23 yaşındaydı. Babası Gazi Bin Faysal’ın (1912-1939) vefatından sonra, 4 yaşındayken kral ilan edildi. Kral naipliğine 1953 yılına kadar, Gazi bin Faysal’ın büyük kardeşi ve Hicaz’ın eski kralı Ali’nin oğlu Prens Abdülilah (1912-1958) getirildi 1958 darbesi çok kanlıydı. Başbakan Nuri Said Paşa (1888-1958) da dahil olmak üzere, kral ailesi tamamen katledilmişti.
Gazi bin Faysal Mekke Kralı Şerif Hüseyin’in (1853-1931) en küçük oğluydu. Büyük oğlu Ali (1879-1935) Suudi Arabistan’a, ortanca oğlu Abdullah (1882-1951) Ürdün’e kral tayin edilmişti.
Abdülkerim Kasım,27 Temmuz’ 1958’de, geçici Irak Anayasası’nı açıkladı. Geçici anayasa, “Irak halkı Araplar’dan ve Kürdlerden oluşur” diyordu. Kürdistan Demokrat Partisi legalleşmeye başladı. Darbe lideri Abdülkerim Kasım, 1947’de, merkezi Mahabad olan Kürdistan Cumhuriyeti’nin yıkılmasından sonra, 500 peşmergeyle birlikte, Sovyetler Birliği’ne sığınan Mele Mustafa Barzani’yi ve peşmergeleri Irak’a davet etti.
Mele Mustafa Barzani, 21 Ağustos 1958’de, Moskova’dan hareket etti. Önce Bükreş’e uğradı. Mele Mustafa Barzani’yi havaalanında, Romanya Devlet Başkanı karşıladı. Bükreş’ten, bir süre sonra Prag’a hareket edildi. Orada da Barzani’yi, havaalanında, Çekoslovak Devlet Başkanı karşıladı.
Mele Mustafa Barzani Prag’dayken, Mısır Lideri Cemal Abdülnasır (1918-1970) Barzani’yi Kahire’ye davet etti. Bütün bu süre içinde, Barzani’nin, Abdülkerim Kasım’la yazışmaları sürdü. Barzani, Prag’da biraz fazla kaldı. Bunun nedeni daha sonra anlaşıldı. Barzani’nin, Abdülkerim Kasım’a yazdığı mektuplar, telgraflar vs. darbeci askerlerden Abdüsselam Arif tarafından, Abdülkerim Kasım’dan ve Bakanlar Kurulu’ndan gizlenmişti.[1]
Abdüsselem Arif ismine dikkat etmek gerekir. 8 Şubat 1963’de, Baasçı subaylar ve Nasırcılar, Abdülkerim Kasım’ı devirip iktidarı ele geçirdiler. 18 Kasım 1963’de de Abdüsselam Arif liderliğindeki Ulusal Muhafızlar, Nasırcıları ve Baasçıları devirip iktidara el koydular.[2]
Abdüsselam Arif 1958’deki darbede albaydı. 18 Kasım 1963 deki darbe sonunda kendisine mareşal unvanı verdi.[3]
“Eşkıya”
Cemal Abdülnasır-Mele Mustafa Barzani görüşmesi 6 Ekim 1958 de, Kahire’de, Başkanlık Sarayı’nda gerçekleşti. Barzani, bu görüşmeden sonra, 6 Ekim akşamı, Bağdat’a hareket etti.
Bu görüşmeye Türk devlet ve hükümet yöneticileri çok büyük tepki göstermiş. “Mısır gibi büyük bir devlet eşkıya ile nasıl görüşür?” “Eşkıya’yı kabul etmesi görüşmesi Nasır’a yakışmadı”… Devlet ve hükümet yöneticilerinden sonra, basın, siyasal partiler, sivil toplum kurumları da “Eşkıya” söylemine yoğun bir şekilde sahip çıktılar.
O zaman Cumhuriyet Gazetesi 6 sahife çıkıyormuş. 5. Sahifede, birinci sütunun alt kesimlerinde bu olayı ve protestoyu içeren küçük bir haber var. Diğer gazetelerde de benzer içerikli haberler olabilir…
Yukarıda, TBMM Başkanı İsmail Kahraman’ın, Che ile ilgili olarak dile getirdiği “Eşkıya” söylemine çok şiddetli tepkilerin geliştiğini belirtmiştik. 1958 de böyle değil. Bu söylem, bütün kişiler ve kurumlar tarafından yoğun bir şekilde destekleniyor.
O günlerde, Kahire Radyosu Kürdçe yayına başlamış. Haftanın birkaç gününde, günde 15 dakika Kürdçe yayın varmış.. 10 dakika, İbn-ül Ezrak’ın Meyafarkin Tarihi kitabından bölümler okunuyormuş. Bu kitap aslında Arapça yazılmış. Kürdçe’ye çevrilmiş ve bu çeviriden okumalar yapılıyormuş. 5 dakida da kılamlar, stranlar söyleniyormuş…
Bu Kürdçe yayın da Türk devlet ve hükümet yöneticilerini çok rahatsız etmiş. “Mısır olmayan bir dille yayın yapıyor.” “Mısır’ın olmayan bir dille yayın yapması onun devlet olma özelliğiyle bağdaşmaz.” Devlet ve hükümet yöneticilerinden sonra basın ve sivil toplum kurumları da protesto yazıları yayımlamış… Şöyle anlatılır. Mısır’ın bu tutumunu eleştirmek için Kahire’deki Türk büyükelçisi Nasır’la görüşmüş Daha doğrusu, devlet, protestosunun bildirmek için büyükelçisini Nasır’a göndermiş… Büyükelçinin şikayetinden sonra, Nasır şunu söylemiş: “Siz hiç endişe etmeyin, Türkiye’de Kürd de yok, Kürdçe’de yok. Endişe edilecek, kaygılanacak bir durum yok… Büyükelçi, Irak’ı, Suriye’yi, İran’ı kastederek, “başla yerlerde de yok…” demeye çalışmış. Başkan Nasır, “Onu da başkaları düşünsün…” demiş. “Siz başkaları adına düşünmeyin” demiş”.
Bu ilişkilerin yaşandığı dönemde, Ankara’da, Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencisiydim. Irak’ta askeri darbe olduğunu biliyordum ama, darbenin eni-boyu hakkında ciddi bir bilgim yoktu. 1957-1858 sularında, Fransa’daki V. Cumhuriyet’den, Yeni Fransız Anayasası’ndan daha çok konuşulurdu. Kantinde büyük bir oda vardı. Odanın ortasında büyük bir masa. Masanın etrafında sandalyele.[4] Her gün, günlük gazeteler gelir, bu masa üzerine konurdu. Basını böyle izlerdik. Kürdler, konuşulan, yazılan bir konu değildi. 49’lar hakkındaysa hiç bilgim yoktu. 49’llar’ı 1960’lların ortalarında, 1967’deki Doğu Mitingleri’nde duymuştum.
Diyarbakır-Siirt İlleri Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Tutukevi’nde, 1971 sonlarında, koğuşta, bir Gerekçeli Karar metni dolaşıyordu. Metni ben de inceleme fırsatı buldum. Bu, 49’lar’la ilgili bir Gerekçeli Karar’dı. 49’lar’la ilgili dava 1960’ın başında başlamış. Askeri mahkeme tarafından verilen hüküm Askeri Yargıtay tarafından bozulmuş. Dosya birkaç defa hüküm mahkemesi ile Askeri Yargıtay arasında gidip gelmiş. Her seferinde, hüküm mahkemesinin kararları Askeri Yargıtay tarafından bozuluyormuş. Benim gördüğüm, incelediğim, 1964-1965 yıllarına bir Gerekçeli Karar’dı.
Gerekçeli Karar, parlak sarı kağıda basılmış bir teksirdi. 100 sahife kadar vardı. Sık satırlarla yazılmış ama metin okunaklıydı. Bu metni incelerken 20 sahife kadar not almıştım. 49’lar Davası’nı, 49’lar’ı bu metinden öğrendim diyebilirim. Bu metnin koğuşa nasıl geldiğini, kimin olduğunu bilmiyorum. Koğuşta, 49’lar Davası’nda yargılanan iki arkadaş vardı. Musa Anter, Naci Kutlay… Bu arkadaşlardan biri getirtmiş olabilir.
Gerekçeli Karar’da, sanıkların kimliklerinden künye bilgilerinden iddianameden bölümler vardı. Sonra savunmalar yer alıyordu. Deliller bölümünde sanıkların birbirlerine yazdıkları mektuplardan bölümler yer alıyordu.
Yukarıda, Cumhuriyet Gazetesi’nde yayımlanan bir haberden söz edilmişti. Bu haber o zaman, Ankara’da ve İstanbul’da üniversitede öğrenci olan bazı sanıkların dikkatini çekmiş. Öğrenciler, gazeteden bu haberi kesmiş, gazete kupürünü defterinin, kitabının arasına koymuş. Evlerde yapılan güvenlik aramaları sırasında bu kupürler de bulunmuş. Bu kupürler, askeri savcı ve askeri mahkeme tarafından örgütün bir delili olarak değerlendiriliyor.
49’lar Davası ile ilgili olarak Naci Kutlay ve Yavuz Çamlıbel kitaplar yayımladılar. O kitaplarda da 49’lar davası ile ilgili olarak dikkat çekici bilgiler var.
Cemal Abdülnasır-Kürdler
Bundan önceki, “28 Devlet Bağımsız Kürdistan’ı Tanımayacak” yazısında, Nasır’ın, Musevilere karşı nefretinden söz edilmişti. 6 Haziran 1967 de, İsrail baskınından sonra, Nasır felç geçirdi. Durumu çok ağırdı. 1970’de vefat etti. Vefat ettiğinde 52 yaşındaydı.
Nasır, Kürdlere karşı daha olumlu, ılımlı bir liderdi. Irak sınırları içinde, Kürdlerin bazı milli haklara sahip olmasını istiyordu. Bu düşüncesini, Abdükerim Kasım (1914-1963), daha sonra, Abdüsselam Arif (1921-1966) , Abdurrahman Arif (1916-2007) , Hasan El Bekir (1914-1979) Saddam Hüseyin (1937-2006) gibi Irak liderlerine de söylüyordu. Ama, Güney Kürdistan’ı, Arap anavatanının bir parçası sayıyordu.
Baas Partisi, Mişel Eflak (1912-1989) ve Salah Bitar (1911-1980) ve Zeki Arsuzi (1899-1968) tarafından 1947’de, Suriye’de kuruldu. 1952 yılında, bu üçlüye Ekrem Havrani (1912-1996) de katıldı.
Arap Sosyalist Baas Partisi’nin üç önemli ilkesi vardı. Birlik, Özgürlük, Sosyalizm. Birlik, Basra Körfezi’nden, Fas’a kadar bütün Arap dünyasını birleştirmek anlamına geliyordu. Basra Körfezi’nden Fas’a kadar, Arap anavatanından söz ediyordu. Arap Sosyalist Baas Partisi, Güney Kürdistan’ı da Arap anavatanı içinde kabul ediyordu. Nasır Baasçı değildi ama Baas Partisi’nin bu ilkelerine uygun tavır ve davranış sergiliyordu.
1958’de, Birleşik Arap Cumhuriyeti adı altında, Mısır’ı ve Suriye’yi birleştiren bir birlik kurulmuştu. Bu birlik girişimi başarılı olmadı, 1961 de dağıldı. Yeniden eski düzene dönüldü.
Başkan Cemal Abdülnasır, Güney Kürdistan’ı Baasçılar gibi, Arap anavatanı içinde telakki ediyordu. Kürdlerse Baas Partisi’nin, ve Nasır’ın bu görüşlerine şiddetle karşı çıkıyordu. Kürdler, Kürdistan’ın ayrı bir ülke olduğunu vurguluyordu. Kürdistan Demokrat Partisi’nin, Mele Mustafa Barzani’nin Irak liderleriyle önemli anlaşmazlıklarından biri buydu. Kürdistan’ı bir ülke olarak tanıyan, “Güneşin altında Kürdlerin de bir yeri, bir ülkesi olmalıdır” diyen tek Arap lideri Muammer Kaddafi (1942-2011) dir.
[1] Mesut Barzani, Barzani ve Kürt Ulusal Hareketi, Cilt I Doz yayınları, Ocak 2003, s.470 Peşmergeler, Sovyetler Birliği’nden Irak’a gemi yolculuğu yaparak döndüler. Sovyetler Birliği’ne 1947’de 500 peşmerge sığınmıştı. 784 kişi olarak döndüler. Evlenmişlerle, nüfusları artmıştı. Peşmergeleri taşıyan gemi,, 16 Nisan 1959 da Basra limanına vardı. s. 477
[2] Mesut Barzani, Barzani ve Kürt Ulusal Özgürlük Heketi Cilt II, Doz Yayınları Şubat 2005, s. 89, s. 129
[3] Dr. Şıvan, Kürt Millet Hareketleri ve Irak’ta Kürdistan İhtilali, APEC, Stockholm 1997 s. 188
[4] Fakiülte’ye bitişik olan daha doğrusu, Fakilte’yle aynı binada bulunan yurddaki kantin. Şimdi kanımda Aziz Köklü Salonu’nun olduğu yerle, Cebeci Şehitliği’ne doğru yükselerek çıkan sokak arasındaki bölüm…Sokak tarafında birinci sınıfların yatakhanesi vardı. Kantin, yatakhaneyle şimdi Aziz Köklü Salonu olan yer arasında yer alıyordu.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.