Sömürgeci TC Devleti’nin ülkede yaklaşık yüz yıldır uyguladığı yanlış politikalar nedeniyle son yıllarda içerisine düştüğü uluslararası yalnızlık ve buna bağlı olarak da yaşanmakta olan ekonomik ve sosyal kriz başta iktidar partisi olmak üzere tüm sistem partilerinde ve bürokraside büyük bir telaşa sebep olmaktadır.
Geçmişten günümüze sistemin sahibi olan çevrelerin farklı dönemlerde yaşanan kriz ve bunalım durumunu kitlelerin gözünden kaçırmak ve mevcut ırkçı şoven devlet anlayışını sürdürebilmek üzere iki farklı metot uygulamaktadırlar. Bunlardan birincisi askeri darbe yaparak halkta gelişen itirazları bastırmak. İkincisi ise seçimleri öne alarak ya da zamansız bir seçim atmosferinde toplumun gazını almak ve tepkileri azaltmak olmuştur.
TC Devleti’nin yüz yıllık siyasi tarihi incelendiğinde Kemalistlerin tek partili dönemi hariç diğer zamanlarda her on yılda bir askeri darbenin yapıldığını keza her iki yılda bir erken seçime gidildiğini rahatlıkla görebiliriz. Bu yöntemler başlı başına yüz yıl öncesi tekçi bir anlayış üzerine kurulmuş ve geniş halk yığınlarının rahatsızlıklarına rağmen kendi varlıklarını sürdürmek üzere tasarlanmış sinsi ve adaletsiz bir uygulamadan başka bir şey değildir. Dolayısıyla tek millet, tek bayrak, tek dil ve tek devlet anlayışıyla idare edilen ve ülkenin varlıklarını bir avuç rantiyeciye peşkeş çeken bu düşüncenin ne ülkenin yurttaşları olan Kürd, Rum, Yahudi, Ermeni, Çerkez ve diğer ırklara onların kimliklerini ve kültürlerini tanıyarak barış içerisinde yaşaması ne de ağır işlerde yok pahasına çalıştırılan emekçileriyle huzurlu bir ortamda yaşaması mümkün değildir.
Türkiye’de yaşamakta olan insanların @’ı etnik kimliğinden diğer @’ı da ekonomik şartlarından dolayı zulme uğrayıp hakaret görüp horlanıyorsa geriye kalan bir avuç vurguncu ve soyguncunun bu devleti dünya milletler camiasında saygın bir yere taşıması mümkün değildir. Yaklaşık yüz yıldan bu yana ırkçı ve entrikacı bir devlet anlayışıyla ülkeyi yönetenlerin gelinen bu aşamada ortaya çıkan mevcut kaos ve krize gerçek anlamda bir çözüm bulmaları ve ayrıca adil ve eşitlikçi bir formül geliştirmeleri asla mümkün olmayacaktır. Toplumda var olan yapısal sorunların sahte İslamcılar ve güdümlü Kemalist solcular tarafından bugünlere kadar ancak erteleyebilmişlerdir. Sorunların içinden çıkılamaz bir duruma geldiği bu aşamada durup dururken Kemal Kılıçdaroğlu’nu devreye sokarak sözde bir helalleşme söylemiyle ortaya çıkarılması oldukça düşündürücüdür. Esasen mevcut sistemi rahatlatmaya yönelik bu sinsi projeye başta Kürdler olmak üzere Türkiye’deki demokrasi güçleri ve emekçiler oldukça temkinli yaklaşmalıdırlar.
Kemal Kılıçdaroğlu ve Onun Helalleşme Sözüyle Ortaya Çıkışı
Mevcut ırkçı ve inkârcı sistem kendi yüz yıllık kirli ve kanlı geçmişiyle yüzleşip hesaplaşmadan ve büyük mağduriyet yaşattıkları kesimlere yönelik ciddi bir pişmanlığı ortaya koymadan sistemin muhataplarıyla helalleşmesi nasıl mümkün olacaktır?
Şimdi buradan sormak istiyoruz: Helalleşmeyi bir slogan olarak ortaya atan K. Kılıçdaroğlu Dersim’de büyük bir zulme uğramış akabinde sürgünde dünyaya gelmiş Kürd ve Alevi bir ailenin çocuğudur. Uzun bir yoksulluk döneminden sonra TC Devleti’nde önemli bir bürokrat olarak hizmet ettikten sonra devletin Ali menfaatleri dikkate alınarak Mustafa Kemal’in kurduğu CHP’nin başına bir komplo sonucu getirilmiştir. K. Kılıçdaroğlu bugün 74 yaşında TC Devleti’nin kurucu felsefesini ve Kemalist düşünceyi militanca savunan CHP’de genel başkanlık yaparken 1921 ve 1938’deki vahşet ve haksızlıklar bugün de devam ettirilmekte olduğu halde Kılıçdaroğlu herhangi bir ortam ve yerde kendi kimliğini ve inancını sahiplenerek 70 yıldır sürmekte olan bu zulme karşı tek bir kelime etmiş midir?
Yine sormak istiyoruz: Kılıçdaroğlu kendi kimliğini ve inancını sahiplenmeden bu coğrafyada zulme uğramış, sürgünlere gönderilmiş ve büyük haksızlıkların muhatabı olmuş yaklaşık 30 milyon Kürd, Alevi, Rum, Ermeni ve Süryani’nin hesabını nasıl ve hangi cesaretle soracaktır? Ayrıca mevcut anayasanın Türklerin dışında herkesi yok sayan ve tartışılması dahi suç sayılan maddelerine ve buna dayalı işleyen sözde hukuk sistemine rağmen hangi ortam ve platformda hangi güvencelere dayanarak bir hesaplaşma veya helalleşme ortamı sağlayacaktır. Anlaşılan o ki Kılıçdaroğlu mevcut sistemin içeride ve dışarıda devleti idare edemez duruma geldiği bu aşamada M. Kemal’e olan aşkını ve bağlılığını ispatlamak üzere İyi Parti, HDP ve bir takım Kemalist marjinal örgütlerle kurduğu açık veya örtülü ittifaklar kanalıyla önemli bir seçmen sayısına sahip Kürdleri de kandırarak devletine hizmet etmek üzere iktidara gelmenin sinsi hesaplarını yapmaktadır.
Şayet Kılıçdaroğlu zulme uğramış Kürdlerin ve onların temsilcisi yurtsever çevrelerin kendisi hakkındaki olumsuz kanaat ve düşüncelerini çürütmek ve kendi samimiyetini ispatlamak istiyorsa buyursun yarından tezi yok meclisteki grubunu toplayarak ve ittifak yaptığı İyi Parti ve HDP’yi de yanına alarak Güney ve Rojava Kürdistan’ına yönelik işgal ve operasyonların durdurulması ve ayrıca Kürd dilinde eğitim ve öğretimin yapılması, zindanlarda yapılan işkencelerin durdurulması daha da önemlisi Türklerin dışında tüm kimlikleri yok sayan 12 Eylül Faşist Darbesi’nin ürünü olan anayasanın değiştirilmesi yönünde adımlar atsın.
Kılıçdaroğlu ve partisi bu yönlü girişimlerde bulunmadığı durumda Kürdler kendisini bu ırkçı ve inkârcı devlete hizmet eden Diyap Ağa, Kamuran İnan, Öcalan ve Lozan’a 1923 yılında mektuplar yazarak kendi halkına ihanet eden ve onların statüsüz kalmasına sebep olanların arasında ve izinde göreceklerdir. Kürd yurtsever siyaseti ciddi bir tıkanma yaşayan bu ceberrut sisteme nefes aldırmak üzere ortaya sürülen Kılıçdaroğlu’nun samimiyetsiz ve gerçeklerden uzak bu sinsi önerisine itibar etmeyerek Kürdlerin milli demokratik çizgisini esas alan bir düşünceyle Kürd halkının mevcut sorunlarına çözüm aramalıdırlar. Ve Kürd siyaseti bilmelidir ki Kürdlerin sorunlarının çözümü ve haklarına kavuşması Kürdistani bir çizgide güçlü bir birlik yaratmakla mümkün olacaktır.
Bilinmelidir ki mevcut anayasayla ne mağdurlarla hesaplaşmak ne de helalleşmek mümkün değildir. Gücün yoksa birlik değilsen kimse seni ciddiye almaz çünkü zayıflık düpedüz köleliktir.
Saygılarımla
M. Hüseyin Taysun
30.11.2021 İST
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.