Güney Kürdistan’da 25 Eylül 2017 tarihinde yapılan ve evrensel hukuk kurallarına azami dikkat gösterilen bağımsızlık referandumu, bölgede yaşayan Kürd, Arap ve Türkmen seçmenlerinin yoğun katılımı ve %93 gibi yüksek bir evet oyuyla gerçekleşmiş oldu.
Irak merkezi hükümetinin, İran güdümlü mezhepçi ve hukuk tanımaz uygulamalarına büyük bir sabır gösteren Kürdistan federal yapısının mevcut Irak anayasasında belirlenmiş olan Kürdistan halkına ait başta petrol gelirleri olmak üzere memur ve peşmerge maaşlarının merkezi hükümet tarafından kesilerek adeta Kürd halkını açlıkla terbiye etme pratiği Kürd tarafında bardağı taşıran son damla olmuştur.
Kürdistan yönetiminin sabrının zorlanması sonucu almış olduğu referandum kararı, mevcut Irak anayasasında olup merkezi hükümet tarafından savsaklanarak bir türlü hayata geçirilmeyerek Kürdistan yönetimini ve Kürd halkını zora sokmayı hedefleyen gayri meşru pratiğine yönelik haklı ve hukuki bir karardır.
Irak merkezi hükümeti ve diğer Kürd düşmanı ülkelerin, tüm tehdit, şantaj ve zorbalıklarına rağmen referandum süreçleri Kürdistan yönetimi tarafından büyük bir aklıselim ile yönetilmiş ve bu referandum tüm olumsuzluklara rağmen huzur içerisinde gerçekleşmiştir. Referandum sonuçları, Kürdlerin hasımlarını büyük bir düş kırıklığına uğratırken ortaya çıkan sonuçlar ise bahsi geçen çevreleri adeta çılgına çevirmiştir.
Referandum sonuçlarında Kürdistan yönetiminin ve Kürd halkının ortaya koyduğu irade ve vermiş oldukları karar, herhangi bir ülkenin toprağını işgale yönelik olmadığı gibi herhangi bir komşu halkın haklarına tecavüz ya da gasp niteliği ve niyeti taşımamaktadır. Referandum da ortaya konulan tavır ve çıkan sonuç, tamamı ile Kürd halkının kendi kaderini kendilerinin belirleyebileceği yasal ve meşru bir hak kullanımıdır.
Gerçek durumun böyle olmasına rağmen, kendi aralarındaki yüzyılların derin düşmanlık ve çelişkilerini bir tarafa bırakarak apansızca ve haksızca Kürdlere saldırmayı görev bellemiş Irak, İran, Türkiye ve Suriye sömürgeci yönetimlerinin, alelacele ortaya koydukları tavır ve uygulamalarını geleneksel ve müzmin Kürd düşmanlığından başka bir biçimde izah edebilmek mümkün değildir.
Kürdistan sömürgecisi devletlerin, Kürdlerin kazanımlarına yönelik böylesi bir şer ittifakında birleşmesi aklı başında hiçbir Kürdü şaşırtacağını zannetmiyorum. Bize göre asıl sorgulanması gereken, on yıllardır Kürdleri din kardeşliği ve ideolojik yakınlık iddiasıyla Kürd gençlerini kandıran ve zaman zamanda kendi gizli emellerini gerçekleştirmek üzere kullanarak ölümlere ve zindanlara gönderen takiyeci Türk-İslamcıları ve sözde devrimci Türk solcularının takındığı tutumdur.
Bahsi geçen bu çevreler, Kürd halkını bir avuç suda boğmak isteyen devlet aklına ve iktidarların pratiklerine karşı adeta üç maymunu oynayarak görmedim, duymadım, yapmadım alçaklığını oynamaktadırlar. Oysa bu bahsi geçenler, kendi ideolojik ve ümmetçi hesapları için özellikle Kürd gençliğini ne kadar acımasızca kullandıklarını çok iyi bilmektedirler. Sorun kendilerinin farklı zamanlarda, farklı nedenlerle karşı çıktıkları devlet yapısının beka sorunu olunca ne kadar da alçalabildiklerini göstermektedir.
Güney Kürdistan’lılara yönelik hiçbir haklı gerekçeye dayanmayan ve bilinen tek argümanları Kürde düşmanlık olan devlet refleksi karşısında, adeta dut yemiş bülbüle dönen ne sahtekar din kardeşlerimizin ne de mangalda kül bırakmayan sözde solcu yoldaşlarımızın kılını dahi kıpırdatmadıklarını esefle izlemek durumundayız. Yüzyıllardır birlikte yaşadıkları Kürdlerin, ne Bosna’da ki ne Filistin’de ki Müslüman kardeşleri ne de Latin Amerika’da yaşayan solcu yoldaşları kadar önemsemediklerini bir kez daha büyük bir teessürle öğrenmiş bulunuyoruz.
Mevcut suskunluklarıyla, kendi devlet anlayışlarını ve Kürdlere yapılan zulüm ve zorbalıkları onaylayan bu sahtekar çevreler bilmelidirler ki, bu alçakça tavırlarıyla sadece kendi yüzlerine geçirdikleri maskeyi düşürmüş olmaktadırlar. Burada özellikle Kürd gençlerine yönelik bir gerçeği bütün çıplaklığıyla gözler önüne sermek istiyorum, Türk solculuğu Nazım Hikmet gibi ezilenlerden ve emekten dem vurarak kendi hareminde onlarca kadınla yaşamını sürdüren kişilerden ilhamını almaktadır. Ayrıca Türk-İslamcılığı da gıdasını Zekeriya Beyaz, Yaşar Nuri Öztürk ve Adnan Oktar gibi sapkınlardan almaktadır.
Böylesine rezil ve sahtekarların yol göstericisi olduğu çevrelerden başka milletlerin haklı ve meşru mücadelesine katkı beklemek veya onlara güvenerek birlikte mücadele etmenin elle tutulur bir sonucu olmayacaktır. Tam tersine, İslamı öğreneceksek Müslümanlığın iki ana damarını temsil eden Şeyh Abdülkadir Geylani’yi ve Mevlana Halid’i anlamak ve bilmek yeterlidir. Özgürlük ve devrim mücadelesinde ise Qazi Muhammed, Şeyh Said, Mela Mustafa Barzani ve Hasan Hayri Durmuşları örnek almak doğru bir direniş hattını oluşturmakta yeterli olacaktır.
Geldiğimiz bu aşamada, İran’ın Haşdi Şabi çakallarıyla, Türkiye’nin ise kiralık Türkmen çeteleriyle ve ayrıca dört sömürgeci devletin devlet olma avantajını kullanarak Kürdistan’ı yeni bir Kerbela’ya döndürme senaryolarına ve yine Kürdleri açlıkla terbiye etme oyunlarına ancak ve ancak Kürdlerin kendi aralarındaki birliği ve kendilerine ait toprakların kutsallığını bilince çıkararak karşı koymaları mümkün olacaktır. Ve yine Kürdistan’ı Kürdler için cehenneme çevirmeye çalışan işgalci güçlere, Kürdlerin dünyanın gelişmiş milletleri ve uygar demokratik devletleriyle kuracakları dostluk ilişkileriyle cevap olmaları mümkündür.
Kürdistan toprakları üzerinde iğrenç emellere sahip olanlar bilmelidirler ki, yüzyıllardır uğruna mücadele verdikleri ve yüzbinlerce evlatlarını kurban ettikleri Kürdistan coğrafyasına çılgınca saldırılar, onların bütün avantajlarına rağmen pikniğe gidilir gibi girilebilecek bir coğrafya parçası değildir.
Temenni ederiz ki, geçmişte bizzat kendilerinin ifade ettiği gibi, Kürdlere dost ve iyi komşu yaklaşımı sergileyerek halkların birbirini boğazlayacak çılgınlıklardan uzak durup mevcut sorunları aklıselim ve diyalog yöntemleriyle çözmeye çalışırlar. Aksi durum, herkesin olumsuzluklardan kendi payına düşeni alacağı bir zemine dönüşür ki böylesi bir durumun kazananı asla olmayacaktır.
Saygılarımla
M. Hüseyin Taysun
12.10.2017 / Iğdır
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.