Atatürk Laik’miydi?

1937 tarihinde Kemalist Cumhuriyet’in anayasasında yer almış olan laiklik ilkesi, evrensel laiklik ilkesiyle örtüşmeyen, sünni din motifli bir “Türk tipi laiklik” modelidir. Oysaki, evrensel laiklik ilkesine göre; devletin hiçbir kurumunda din referans alınamaz, seküler bir yönetim ve yaşam biçimi esas alınarak din ve devlet işleri tamamen birbirinden ayrı olmasını emreden laik bir düzeni öngörür.

Mustafa Balbal

25.09.2021, Cts | 20:48

Atatürk Laik’miydi?
Makaleyi Paylaş

Siyasal iktidar son günlerde yeni bir anayasa değişikliğinden söz ederek, konuyu usulca tartışmaya açtı. Özellikle laiklik ilkesinin olası anayasa değişikliğinde yer almaması gerektiği üzerine, iktidar çevresinden bazı seslerin yükselmesi yâda yükseltilmesi muhalefette ve kamuoyunun küçük bir kesimi tarafından tepkiyle karşılandı. Diğer yandan, Türkiye toplumunun ezici bir çoğunluğu tarafından laiklik ilkesinin artık kabul edilebilir bir ilke olmadığı noktasına gelindiği açıkça anlaşılıyor. Bu bakımdan, Türkiye toplumu somutunda hiçbir zaman hissedilmemiş olan laiklik ilkesinin tartışma konusu haline gelmesinin neden-sonuç ilişkisinde, oklar sapmasız olarak Kemalist rejimin yüz yıllık karmaşık ve pragmatist işleyişini işaret etmektedir. Çünkü Kemalist anayasada yer alan laiklik ilkesi, Cumhuriyet süreci boyunca teoride var görülüp, pratikte asla varlık gösterememiştir. Militarist esemeye dayanan Kemalist rejimin anayasasında laiklik ilkesine yer verilmiş olunsada, ülke öteden beri resmen ve zımnen din devleti anlamında defakto bir durumla yönetilmiştir. Kemalist Cumhuriyet’in temel siyasal öğretisindeki bu çıkmaz, Türkiye toplumunun düşünbilim ve tinsel rotasının istinadlarını böylece dipten sarsmıştır. Dolayısıyla genel olgular karşısındaki Türkiye toplumunun reaksiyonu bazen tinsel olduğu gibi, bazen de özdeksel olabilecek kadar kafa karışıklığıyla ortaya çıkabilmektedir. Görüldüğü üzere, “Türk tipi laiklik” ilkesinin salt kâğıt üzerinde yer almış olması, Kemalist Cumhuriyet’in istinadında fiili bir karmaşaya neden olurken, bunun bir yansıması olarak, algısız ve tutarsız bir sosyo-kültürel yapı ortaya çıkmıştır. Bu bakımdan, bu ülkede ne gerçek bir müslümanlık, nede gerçek seküler bir anlayış oluşamadığından, dünyada örneği olmayan “melez” bir sosyal yapı ortaya çıkmış oldu.

1937 tarihinde Kemalist Cumhuriyet’in anayasasında yer almış olan laiklik ilkesi, evrensel laiklik ilkesiyle örtüşmeyen, sünni din motifli bir “Türk tipi laiklik” modelidir. Oysaki, evrensel laiklik ilkesine göre; devletin hiçbir kurumunda din referans alınamaz, seküler bir yönetim ve yaşam biçimi esas alınarak din ve devlet işleri tamamen birbirinden ayrı olmasını emreden laik bir düzeni öngörür. Buna göre, devlet, dini esaslara dayanan kanun çıkaramaz, dini eğitim yapamaz, ayinler düzenleyemez ve destekleyemez. Sıralanan bu öğelerin hiçbir tanesi Türk tipi laiklik ilkesinin fiiliyatında görülmemiştir. Çünkü, Kemalist Cumhuriyet’in anayasasında yer alan Türk tipi laiklik ilkesi her nekadar din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasını ihtiva etmiş olsa da, fiiliyatta din ve devlet tamamen iç içe olmuştur. Dolayısıyla, Atatürk’ün kendisi başta olmak üzere, hiç kimse laiklik ilkesinin anlamını içselleştirememiş ve önemsememiştir. Çünkü Osmanlı hilafetinde dinsel bir kurum olan “Şeyhülislam” kurumunun bir devamı olan “Diyanet İşleri Başkanlığı”, Atatürk’ün eliyle 1924 tarihinde resmen kurulmuştur. Bu kurum aracılığıyla, sünni islam dini bugüne değin kesintisiz olarak icra ve muhafaza edilerek, tüm yurttaşların dindar olması için kurumsal ölçüde bir çaba harcanmıştır. Atatürk döneminden başlayan bu çaba, öylesine hararetli yürütülmüş ki; Alevi yurttaşların mahalle ve köylerine bile ısrarla Cami yaptırılıp imam atayarak, Alevi’lik inancının asimile ettirilmek istenmesine kadar varmıştır. Atatürk’ün eliyle kurulmuş olan Diyanet İşleri Başkanlığı Kurumu, Alevi’lik inancının temsiliyetini kabul etmeyerek, salt sünni-islam inancının bir temsilcisi olarak kurulmuştur. Bu kurum, neredeyse birkaç bakanlığın bütçesi kadar hazineden pay alarak, bünyesinde yaklaşık olarak 120 bin imam ile 120 bin Cami’yi barındırmaktadır. Toplam 130 bin kişiden ibaret olan bir personel ordusuyla din hizmetlerini kesintisiz ve etkin bir şekilde yürütmektedir. Yine devlet eliyle tüm şehir, ilçe, kasaba, köy ve mahallede inşa edilen devasa ve görkemli Cami’lerde devletin olanaklarıyla okunan 5 vakit ezanla tüm yurttaşlar her gün doğrudan doğruya din düzenine davet edilmektedir. Cumhuriyet’in kuruluşundan bugüne değin, bu Cami’lerde devlet memuru olan imamlar aracılığıyla yurttaşlara şeriat ilkeleri ayrıntılı şekilde hergün öğretilmekte olup, şeriat ilkelerine uymayanların Allah tarafından cehennemde cezalandırılacağı telkini yapılmaktadır. Bunun yanı sıra, Kemalist anayasa çerçevesinde, İmam hatip okullarında dinin temel hedefleri sistematik bir şekilde topluma öğretilmektedir. İmam hatip okulları dışındaki diğer okullarda da din dersi müfredata alınarak din eğitimi zorunlu kılınmıştır. Diğer yandan, Diyanet işleri kurumunca köy ve mahallelerde “Kuran kursları” açılarak, çocuklar başta olmak üzere, yığınca insanın şeriat ilkeleri eğitimi almaları sağlanmaktadır. Öteden beri, TRT aracılığıyla devlet spotu olarak, radyo ve televizyonlarda mevlit kandillerinde ve dini bayramlarda Cami’lerde kılınan kitlesel namazlar Kuran tilaveti eşliğinde canlı olarak halka izletilmektedir. Diğer yandan, devlet kurumu olan TRT spotunda her zaman Cami’lerin görkemini gösteren uzun metrajlı panoramik görüntüler seslendirilen ilahiler eşliğinde yayınlanarak adeta toplumun manevi dünyaları okşanmaktadır. Tüm bunlar dün olduğu gibi, bugün de, yine Kemalist rejimin kurumsal direktifiyle yürütülerek, laiklik ilkesi tamamen ihlal edilmiştir. Şayet, Kemalist Cumhuriyet bir şeriat rejimi olsaydı, bu anti laik uygulamaları anlaşılır bir durum olabilirdi.

Evrensel laiklik ilkesine göre; devletin desteği olmadan, her yurttaş dilediği inanca sahip olup, ritüelini yerine getirmede hürdür. Kendi olanaklarıyla dinini öğrenebilir, yine yapacağı ibadet, okuyacağı ezan için kendi olanaklarıyla kutsal yapılar inşa edebilir. Bu açıdan kimse kimsenin inancını engelleyemez. Ancak, laik bir rejimde buna benzer hiçbir dini hizmet devlet eliyle yürütülemez.

Eğitim alanında tüm bunlar olup-biterken, laiklik ilkesinin temel dokusu sayılan medeni kanundaki kılık-kıyafet konusu da Kemalist Cumhuriyet sürecinde yine din kültürünün gölgesinde yürütülmüştür. Laiklik ilkesinin olmazsa olmazı olan kılık-kıyafet düzenlemesi, evvela Atatürk tarafından ihlal edilerek, din motifli kıyafetlere dokunulmamış ve bu konu zımnen halkın takdirine bırakılmıştır. Burada laiklik ilkesinden verilen ödünün temelinde kuşkusuz kişisel iktidar hesapları da olduğu açıktır.

İttihat-i Terakki Cemiyeti’nin kurucularından Abdullah Cevdet, kendi hükümetleri döneminde, çağdaşlık nişanesi olan fötr şapka takıp, kısa etek giyen eşini koluna takarak topluma örnek olmak adına Beyoğlu’da sıkça volta atmıştır. Çünkü zihninde modern batı tipi seküler bir yaşam biçimi vardı. Diğer yandan, halife Abdülmecid bile, kısa etekli ve fötr şapkalı Dürrüşehvar isimli kızını yanına alarak sokakta beraber gezinmiştir. Atatürk de ise, tam tersi bir durum söz konusudur. Örneğin eşi Latife hanımın başı tamamen örtülüydü. Annesi ile kız kardeşi de örtülüydü. Dolayısıyla Atatürk’ün laiklik konusunda zihni berrak değildi. Laik olabilmek ve bu konuda topluma öncülük edebilmenin yegâne koşulu, zihin berraklığıyla evvela kendi şahsından ve ailesinden başlamalı. Daha sonra, askeri bir vesayetle değil, tam aksine, insan hak ve hürriyetlerini ölçüt alıp, bilimsel tüm metotları eksiksiz bir şekilde tatbik etmek suretiyle, devletin tüm kurumlarını seferber edip, toplumu bağnazlıktan arındırarak, dipten değiştirip dönüştürebilmektir.

Kemalist Cumhuriyet’in tüm süreçlerinde kılık-kıyafet konusunda kimi zaman yapılan sembolik müdahalelerin dışında, din motifli kuşam unsuru sayılan takke, sarık, çarşaf ve cübbenin giyilmesine pek müdahale edilmemiştir. Atatürk’ün gittiği her yerde sarık, sakal ve çarşaflı ahali tarafında etrafında izdiham yaratıldığını gösteren pek çok sayıda doküman mevcuttur. O zaman olduğu gibi, bugün de ülkenin her tarafı aynı şekilde dini motifli kuşanan kitlelerle doludur. Kısacası bugün dünün bir yansımasıdır denilebilir.

Kılık-kıyafet yasası, sadece Türkiye nüfusunun takriben yüzde 3’üne tekabül eden kamu görevlilerine zorunlu kılmanın dışında, hiç kimseye kuşam kısıtlaması getirilmemiştir. Dolayısıyla, Cumhuriyet’in kuruluşundan bugüne değin, laiklik ilkesi hiçbir konuda olması gereken derecede önemsenmemiş ve tatbik edilmemiştir.

Medeni kanun kapsamındaki evlilik konusu da laiklik ilkesinin dışına itilerek, tatbikinde aksaklıklar yaşatılmıştır. Laiklik ilkesine göre, çok eşlilik denilen poligamik evlilikler ile erken yaşta yapılan evlilikler tamamen yasak sayılmaktadır. Oysaki, Türkiye’de öteden beri poligamik evlilikler oldukça yaygın şekilde devam ederken, hiçbir cezai müeyyidesi olmamıştır. Özellikle Cumhuriyet döneminin ilk ve orta dönemlerinde bu ilkel durum yaygın bir hal almıştır. Diğer yandan 10-15 yaşlardaki kız çocukları evlendirilerek laiklik ilkesi yerle-yeksan edilirken, bu konuda Kemalist Cumhuriyet’in kanunları nedense hiç işlememiştir.

Kemalist Cumhuriyet sürecinde laiklik ilkesinin görmezden gelinmesinin temel nedenlerinden biri kuşkusuz din faktördür. Bu faktörlerden bir tanesi de, dini bir gereklilik sayılan erkeklerde “sünnet” olma olgusudur. Sivil hayatta sünnet olamayan askerler, Kemalist Cumhuriyet’in askeri kurumu tarafından dini bir zorunluluk anlayışıyla mutlaka sünnet ettirilmektedirler. Diğer yandan, kendini laik olarak nitelendiren Kemalist Cumhuriyet, her yurttaşın nüfus kimliğindeki din hanesine “İslam” ibaresini yazdırarak, böylece evrensel laiklik ilkesini her alanda ihlal etmiştir. Çünkü laik bir sistemde devletin dini olamaz. Dolayısıyla bu durum laiklik ilkesiyle tamamen taban-tabana çelişiktir. Bu noktadan hareketle, Kemalist Cumhuriyet’in kuruluş felsefesi Türk-sünni-islam sentezine dayanan ve aynı zamanda “anti laik” bir anlayışa sahip bir yapı olduğu söylenebilir.

Kemalist sistem tarafından anayasada yer alan laiklik ilkesine olması gereken noktada işlevlik kazandırılmayarak, yukarıda sıralanan kurumsal ve toplumsal dini faaliyetler etkin bir şekilde sürdürüldü. Dolayısıyla eğitim kurumlarında bilimin yanında aynı oranda dini eğitim de verildi. Orantılı şekilde sürdürülen karma eğitimin sonucu, din ile bilim arasına sıkışıp zihinleri tamamen bulanan sosyal bir yapı oluşturuldu. Böylece milyarlarca yıllık evren ve evrim teorileri ile 17 bin yıllık Adem-Havva mitolojisini birbirine karıştırıp neye inanacağını idrak edemeyen bir yapı meydana getirildi. İslam dininin tüm ihtivasını ve gereklerini harfiyen öğrenip, kendi yaşamında uygulamaya gayret eden davranış bilimleri uzmanı Sibel Üresin’in bakış açısı dinci toplum tarafından ayıplanmaktadır. Çünkü, bu toplum gerçek dinin ihtivasını bu kadın kadar bilmediği için bu şahsı ayıplamağa çalışmaktadır. Diğer yandan, çağımızın bir dehası sayılabilecek olan Prof. Celal Şengör, bilimi idrak edip bu konuda derin bir bilgiye sahip olduğu için, ateist olduğunu her platformda açıklarken, şeriat düzenine karşı olanların bile tepkinsi çekmektedir. Çünkü, bu toplum bilimi de, dini de idrak edemediği için tepkisini bilinçsizce ortaya koymaktadır. Yeri geldiğinde, en değme solcu Kemalist bile, annesinin yâda ninesinin başörtüsüyle, kıldığı namazıyla ve tuttuğu orucuyla övünerek: “rahmetlik annemin de başı örtülüydü”, “elhamdülillah Türk’üz müslümanız” demektedirler. Yine en değme solcu Kemalist’in bile, inşallah, maşallah gibi yığınca dini terimi adeta lisanlarına pelesenk ettikleri görülüyor. Kısacası bu olay: bilime inanmış gibi gözükenlerin aslında dinin etkisinde kaldıklarını, ve beyinlerinin arkasındaki dini hislerinin lisanlarına dökülmesi olayıdır. Bu durum, Kemalist sistemin bu güne kadar devinimli bir şekilde sürdürdüğü dini eğitimin toplum üzerinde yarattığı etkinin bir sonucudur. Bu etkinin neticesinde, toplumun neredeyse yüzde 50’si: dinci-milliyetçi, yüzde 30’u: dinci-milliyetci-ırkçı, yüzde 20’si ise: dinci-milliyetçi-Türk tipi laikçi olmuştur. Görüldüğü gibi, tüm katmanlarda din ve milliyetçilik ortak payda haline gelecek kadar hortlatılmıştır. Örneğin “Kudüs” konusunda olduğu gibi, diğer dini hassasiyetlerde de, tüm katmanlar aynı paydada buluşabilmektedirler.

Süreç içerisinde toplumda oluşagelen bu dini eğilim, kuşkusuz bir günde oluşmadı. Konunun sosyolojisi irdelendiğinde, bugün yaşananlar, yüz yıllık bir Kemalist sistemin eliyle sürdürülen çok yönlü dini faaliyetlerin bir sonucu olduğu artık tartışma götürmemektedir. Bu bakımdan, bugün tek başına iktidar olabilecek kadar etkin bir siyasal dinci yapının ortaya çıkmış olması, tamamen Kemalist sistemin bugüne değin yürüttüğü politikaların reel bir ürünüdür...

Mustafa BALBAL

25 Eylül 2021/Ankara

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
5517 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:15:09:24

Mustafa Balbal

Yazarın Önceki Yazıları

Ağrı İsyanında Öldürülen Şêx Tahar’ı 91 Yıl Sonra Hatırlamak! Bıruki Aşiretinden Temoçin Ailesinin Erivan’dan Meclis-i Mebusan’a ve TBMM’ye Uzanan Siyasi Öyküsü Ekolojist HDP Üç Maymunu Oynuyor Selahattin Demirtaş’ta Liderlik Vasfı Var mı? Kürd Tarihi ve Sosyolojisi Bazen Abartılıyor 1916- Kürd Soykırımı Kürdolog Halil Hayali Kimdir? Ramazan Davulculuğu Geleneksel Faşizmdir 140 Yıllık Mültecilikten Tetikçiliğe Çerkes’ler… Aşiret Derneklerinin Sakıncaları Ve Aşiret Sosyolojisi Şêx Faxri Bokarki’nin Direniş Öyküsü Mahabad Kürd Cumhuriyeti’nin Sosyolojik Tarihsel Kronolojisi -8- Mahabad Kürd Cumhuriyeti’nin Sosyolojik Tarihsel Kronolojisi -7- Mahabad Kürd Cumhuriyeti’nin Sosyolojik Tarihsel Kronolojisi -6- Mahabad Kürd Cumhuriyeti’nin Sosyolojik Tarihsel Kronolojisi -5- Mahabad Kürd Cumhuriyeti’nin Sosyolojik Tarihsel Kronolojisi -4- Mahabad Kürd Cumhuriyeti’nin Sosyolojik Tarihsel Kronolojisi -3- Mahabad Kürd Cumhuriyeti’nin Sosyolojik Tarihsel Kronolojisi -2- Mahabad Kürd Cumhuriyeti’nin Sosyolojik Tarihsel Kronolojisi -1- HDP ile CHP’nin Muhataplık Paradoksu Türkiye’de Kemalist Irkçılığın Sosyolojisi ve PKK Faktörü Yahudi-Arap Çatışması ve Kürd’ler Ermeni’ler Kimdir, Neden Toprak Sattılar? 1 MAYIS VE KALIN ENSELİLERİN İSTİSMARI Ermeni’ler Nekadar Kürd Öldürdü? Seyidxan ile Elican’ın İsyan Öyküsü ve İTC-Ermeni İşbirliği 2. bölüm Seyidxan ile Elican’ın İsyan öyküsü ve İTC-Ermeni İşbirliği Mele Mıstefa Barzani’ye saldırmak ahlâki değil Mahabad Kürd Cumhuriyeti gibi, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni de Yıkmaya Çalışıyorlar Şeyh, Tarikat ve Kürd’ler ''Seyyid'' kimdir? Ve Kürd’ler… Bir Zamanlar Erivan Radyosu Kürd’lerin Devlet Olamayışının Faktörel Kronolojisi Ezidi Soykırımcısı IŞİD'in referans kodları 33 Kurşun Yahudi Jenosid'inin dün ve bugününe Kürd'lerin bakışı Dengbêj Seyidxan’ê Boyağçi’nin Cenazesinde Görülen Vefasızlık HDP'nin Yürüyüşü ve Demokrasi Çıkmazı Feridun Yazar'ı Anmak ve Anlamak Ahlât Selçuklu Mezarlığı söylemi ütopik bir söylemdir Kızıl Kürdistan'da Ermenistan'ın Vahşet Anatomisi
x