İkinci dünya savaşında, SSCB ile İngiltere’nin İran’ı işgal etmesiyle İran toprakları ikiye bölünmüştü. Kuzey tarafını Sovyetler Birliği işgal ederken, güney bölgesini ise İngiltere işgal etmişti. Kürd’lerin lehine dönüşebilecek bu tür bir kritik gelişmeyi iki yıl öncesinden ön gördüklerini söylemek afakî olmasa gerek. Çünkü Kürd’lerin o günkü siyasal reflekslerinden anlaşıldığına göre, Kürd’ler arasında ulusal birlik ve dayanışma bağları sağlanmaya çalışıldığı açıkça görülüyor. Bu bağlamda, 1944 tarihinde KOMELA topluluğu ile HAWİ cemiyetinin imzaladıkları ortak üçlü sınır anlaşmasının etkisiyle, Kürd’lerin genel devinimi ve diplomasisi sonucunda 1946 tarihinde alınan SSCB’nin desteğiyle “Mahabat Kürd Cumhuriyeti” “Çarçıra” meydanında kurulmuştu. Bilindiği gibi, bir müddet sonra SSCB kendi emperyal emelleri doğrultusunda elde ettiği ekonomik ve siyasal edinimler karşılığında 11 ay sonra Kürd’lerden desteğini tümden çekerek İran ordusunun Mahabad Kürd Cumhuriyet’ini yıkmasına olanak sunmuştu. İngilizlerin de desteğini alan İran devleti, 11 ay sonra kanlı bir şekilde Mahabad Kürt Cumhuriyeti’ni ortadan kaldırarak devlet başkanı Kadı Muhammed ile beraber bazı diğer yetkilileri de Cumhuriyet’in kurulduğu “Çarçıra” meydanında idam etmişti. Mahabad Kürd Cumhuriyet’inin yıkılmasında salt SSCB’nin rolünü aramak son derece yanıltıcı bir yaklaşım olur. Çünkü Kürd devletinin kuruluşuna destek sunan birçok Kürd aşiret güçleri, bir takım kişisel menfaatler uğruna Kürd kardeşlerini yalnız bırakıp İran ordusunun yanında yer almıştı. Mahabad Kürd Cumhuriyet’inin yıkılışında yer alan bazı Kürd güçlerinin oynadığı karanlık rolü, bugün Federal Kürdistan Bölgesel Yönetim’ini yıkmaya çalışan birtakım Kürd’ler tarafından maalesef üstlenmiş olduğu görülüyor.
Mahabad Kürd Cumhuriyeti’nin yıkılışından takriben yarım asır sonra, Kürt toplumunun tüm katmanlarında yıllar boyu süren devlet olabilme özlem ve ümidi böylece güneyde yeniden filizlenmeye başlayacaktı. Faşist Irak Baas rejimi dönemi ile önceki iktidarlarla sürdürülen takriben 150 yıllık kanlı çarpışmalar sonucunda elde edilen ulusal kazanımlar, bugün Kürt’lerin lehine devlet olabilme kapısını aralamıştır. Kürt’ler, Ortadoğu’nun karmaşık siyasal ve sosyal yapısını iyi analiz ederek, bu kez geçmişin hatasına düşmemenin siyaset ustalığıyla devlet olabilme hamlelerini tüm egemen devletlerin baskısına rağmen, birer-birer gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Böylece kan ve gözyaşının harç edildiği ulusal bir temel inşa edilmeğe çalışılmaktadır. Bu temel üzerinden devletleşme basamaklarını zorluklarla tırmanmaya çalışan güney Kürd’lerin yarattığı bu kazanımları yıkmak veya küçümseme gafletine hiçbir onurlu Kürd düşmemelidir. Anımsadığım kadarıyla, bu ulusal kazanımları küçümsemek ve bertaraf etmek maksadıyla zaman-zaman Kürdistan yönetimine “Zulu kabilesi” yakıştırması yapanlar, bugün bağımsız bir Kürd devletini reddederek, Kerkük başta olmak üzere, Kürdistan’ın birçok şehirlerini işgal eden Haşdi-Şabi vahşet şebekesiyle dirsek temasında bulunan cenahtan başkası değil. Anlaşılması mümkün olmayan bu durum, tıpkı Mahabad Kürd Cumhuriyeti’nin yıkılışı sırasında İran ordusunun yanında yer alan Kürd aşiretlerin tavrını hatırlatmaktadır. Bu tür yıkıcı davranışlarda bulunulması Kürd’lerin tüm ulusal kazanımlarına saldırı anlamına gelmektedir. Öte yandan, alay konusu edilmek istenen Zulu kabilesinin tarihsel süreci irdelendiğinde tıpkı Kürd’ler gibi alay konusu edilmeyecek derecede haklı ve onurlu bir mücadele geçmişi vardır. Askeri deha Shaka’nın halkı olan Zulu kabilesi, 1878’de İngiliz işgaline karşı asil bir direniş gösterir, buna rağmen yenilgiye uğrar ve toprakları olan Zululand işgal edilir. Kral Cetshwago İngiliz’lere esir düşer. 1897 de Natal’a dahil edilir. Natal yerli yasasıyla bir İngiliz kraliyet ailesi sömürgesi haline getirilir. Güçlü Avrupa ordularına karşı uzun süre savaşırlar. Dramatik yenilgilerle beraber sosyal, siyasal ve ekonomi alanında geri bırakılmaları küçümsenmelerine neden değildir! Avrupa’lılar (beyazlar) kara kıta’yı acımasızca istila ederken, Zulu’ların ulusal geleceklerini asırlar boyu sarsacak şekilde biçimlendirdiler. Bu nedenle günümüzdeki yönetim pastasının tüm dilimlerinde güçleri yok denecek seviyededir. Bugün bu halkın sadece otantik çalgılar eşliğinde ateş etrafında yaptıkları dansları ile bedenlerine sardıkları hayvan derisi donlarından başka her şeyleri yok edildi. Bugün Haşdi-Şabi terör şebekesiyle ittifak çerisinde bulunanların yegâne amacı; tüm Kürd’leri tıpkı Zulu halkı gibi sonsuz bir felakete sürüklemekten başka bir şey değil. Meseleye sosyolojik açıdan bakıldığında, kısmen Asya kıtasını, Afrika kıtasını ise tamamen kasıp kavuran aşiret ve kabilecilik kasırgasıyla karşılaşıyoruz. Bu kasırga, tabiatıyla Kürd’leri de etkisi altına almıştır. Özellikle her iki kıta halklarına ilişkin tarihsel sürecin tüm fenomenleri sosyolojik analizlerle ortaya konulduğunda, herşeye rağmen ekonomi, sosyal ve siyasal açıdan Kürt’lerin önemli bir mesafe kat ettikleri bariz bir şekilde görülmektedir. Buna bir örnek vermek gerekirse; en az iki asırlık devlet tecrübesi olan onlarca Afrika devletleri, onlarca Arap hanedanlık devletleri ve diğer islami devletlerin hala demokrasiden yoksun ve katı rejimlerle yönetildiğini ve kendi halkını inim-inim inlettiklerini görebilmekteyiz. Ama bugün temeli henüz atılan Federal Kürdistan Bölgesel Yönetimi ise, demokratik ve laik bir sisteme doğru ilerlediğini söylemek mümkündür. Anayasalarını da bu istikamette şekillendirmişlerdir. Kürdistan yönetimini durmadan olumsuzluklarla itham edip kazanımlarını bertaraf etmek isteyenlerin iddiaları doğru olmuş olsaydı, güneyli Kürd’lerin 2017 tarihinde yapılan bağımsızlık referandumuna %97.38 oranında destek vermesi mümkün olabilirmiydi? Düşman saflarında durarak, Kürd halkının ulusal kazanımlarını sabote edenlerin karanlık düşüncelerini bertaraf edecek olan ve Kürdistan Bölgesel Yönetmi’nce sergilenen sosyal, siyasal ve ekonomik başarıların grafiği, ilerde Kürdistan’ın herhangi bir aile hanedanlığının etkisinde kalamayacağına dönük gelişmeler olarak görülebilir. Kuşkusuz ailesel etkinlik-yetkinlik ile bir takım olumsuzluklar devletleşmenin ilk evrelerinde kaçınılmaz olabilmektedir. Bu dünyanın her tarafında baş gösteren kronik bir problemdir. Buna rağmen, Kürdistan’ın ekonomisini şahsi çıkarına kullananlar da kuşkusuz Haşdi-Şabi’yle ittifak yapanlar kadar suçludur. Ancak, yolsuzluk sorunu bahanesi arkasına gizlenerek, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni düşmana peşkeş çekmek ise, çok daha büyük bir suçtur ve böylesi bir suçu işlemek kimsenin haddine olmamalı. Sözkonusu usulsüzlükler zamanla yönetimlerin demokratikleşmesiyle beraber tasfiye edilir ve telafisi de mümkündür. Ancak Kürd’lerin ulusal kazanımlarını bertaraf etmeye çalışmanın ise, asla telafisi yoktur ve olmamalıdır. Önemle vurgulamak gerekir ki, yolsuzlukları gerekçe göstererek, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni yıkmaya çalışmak ve işgalci güçlerle ittifak yapmak, doğrudan doğruya Kürd’lerin yaşamına, özgürlüklerine ve yarınlarına saldırmak demektir. Bunun başka bir izahı yoktur.
Gelişmemiş toplum ve ülkelerde yolsuzluklara ilişkin sayısızca örnek sıralanabilir. Örneğin; sosyalist lider Evo Morales’in Bolivya devlet başkanlığına seçildiğini gören yoksul kız kardeşi, çalıştırdığı mahalle bakkalının tozlu rafları arasında pineklerken bir anda fırlayıp siyasetin rant köşesini kapması bu tür sorunlara önemli bir örnek teşkil etmektedir. Yani, yolsuzluk sorunu sadece Kürdistan Bölgesel Yönetimi’yle sınırlı değildir. Kuşkusuz orada da bireysel menfaatlerinin döndüğü bir süreç yaşanmaktadır ve bu durum bir müddet daha da devam edeceğe benziyor. Ama bu sorun sonsuza dek süremeyecektir. Çünkü Kürd’lerin aile hanedanlığına dayalı bir düzen kurma şansları yoktur ve olmamalı. Bu nedenle, Kürd’ler tıpkı Yahudi’ler gibi Ortadoğuda yalnız bir halk olduğundan, yönünü batıya çevirmekten başka seçeneği yoktur. Bu nedenle, yüzü batıya dönük olmayan bir Kürdistan’ın batı küresel güçlerce kabul görmesi, yâda kollanması olası değildir. Dolayısıyla, Kürdistan’nın demokratik bir anlayış benimsemesi Kürd’ler açısından bir zorunluluktur. Konuya bu açıdan bakıldığında, güney Kürd’lerinin bugün yaşadığı çıkmazları aşıp demokratik bir sistemi hızlandırmak gibi hedefleri vardır ve bu sevindirici bir durumdur. Bugün, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nce çağdaş normlar esas alınarak bir devleti oluşturabilecek tüm kurumsal oluşumlar birer-birer yaşama geçirilmektedir. Diktatör Saddam’ın adeta bir enkaza çevirdiği Kürdistan bölgesi, kısa bir süre içerisinde ve her alanda müthiş gelişmeler kaydetmektedir. Örneğin Adalet, Savunma, Sağlık, Ekonomi, Eğitim, İmar, Spor, Kültür, Ulaştırma ve Enerji alanlarında yaşama geçirilen reformlar uluslararası ölçüleri yakalayabilecek düzeydedir. Bir yandan bölge yabancı sermayeyi çekebilecek bir cazibe merkezine dönüştürülmeye çalışılırken, bir yandan da bölge adeta bir şantiyeye dönüştürülerek çok sayıda modern kentleşme projeleri hayata geçirilmeye son surat devam etmektedir. Tüm bu güzel gelişmeler yaşanırken, bir takım bahaneler öne sürüp bu önemli kazanımları görmezden gelmek kimsenin haddine değildir. Tüm bu gelişmelere rağmen, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin topraklarını işgal edip Kürd’leri yurtlarından süren terörist Haşdi-Şabi şebekesi ve türevleriyle zımnen ve alenen güç birliği yaparak Süleymaniye kenti ile Şengal bölgesini Kürdistan’dan kopartıp Irak’a bağlanmasını, yâda özerk bölgelere ayrılmasını isteyenler, Kürd’lerin ulusal kazanımlarına doğrudan kamikaze dalışı yapmaktadırlar. Barzani’ler yolsuzluk yapıyor gerekçesiyle Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni yıkmaya çalışanlar, Kürdistan topraklarını Haşdi-Şabi terör çetesine satıp işgal ettiren Talabani ailesine ses çıkartmamaktadırlar. Bu bakımdan, amaçlarının iyi olmadığı net olarak anlaşılmaktadır. Bilinmelidir ki, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni de tıpkı Mahabad Kürd Cumhuriyeti gibi yıkmaya çalışan sömürgeci terör şebekeleriyle ittifak içinde olanları bu halk çok iyi bilmekte olup bu suçu işleyenleri asla affetmeyecektir!
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.