Siirt, Bingöl, Lice ve Şırnak ormanları başta olmak üzere, bölgenin muhtelif yerlerinde ormanlar güvenlik gerekçesiyle sistematik bir şekilde kesiliyor. Kesilen ağaçlar, Urfa ve civarı kentlere odun olarak taşınıp satılıyor.
24.07.2022 tarihli Nerinaazad internet gazetesinde yer alan habere göre, Şırnak’tan sadece Urfa’ya günde 600 ton odun taşınmaktadır. Başka şehirlere taşınan odunlar da bu rakamlara eklendiğinde, günde ortalama bin ton ağaç kesilmektedir. Bu da yılda milyonlarca ağacın kesilmesi anlamına gelmektedir.
Yine aynı habere göre, devletin izniyle bu ormanlar korucular tarafından kesilmektedir. Orman İşletme kurumunun resmi izniyle yapılan kesimler sürekli faturalandırılmaktadır. Böylece günde ortalama 30 ton kapasiteli 20 adet kamyon yükü meşe ağacı kesilmektedir. Korucular için gelir objesi haline gelen orman kesimi, ekolojik dengeyi adeta alt-üst etmektedir.
Ormanların kesilmesi devlet tarafından bir güvenlik gerekçesi olarak öne sürülmesi oldukça düşündürücüdür. Çünkü günümüz yeni nesil silah teknolojisi askeri operasyonlarda orman öğesini bir engel olarak görmeyecek kadar gelişmiştir. Isıya duyarlı termaller ile siha ve benzeri akıllı askeri aygıtlar, ormanların derinliklerindeki canlıların ısısından siluetini belirleyebilmektedir. O nedenle ormanlar askeri operasyonlarda herhangi bir engel teşkil edecek bir unsur değildir. Kaldı ki, Doğu Anadolu bölgesindeki ormanlar son derece seyrek ve şeffaftır.
Devletin PKK örgütüyle yaşadığı çatışmaları gerekçe göstererek ormanları kesmesi haklı bir gerekçe olamaz. Devlet, daha iki-üç yıl evveline kadar, Akdeniz ve Karadeniz bölgelerinde de yıllarca PKK örgütüyle çatışmıştı. Ama o bölgelerdeki ormanların bir dalına bile dokunmamıştı. Bu nedenle ormanların kesilmesi için öne sürülen “güvenlik” gerekçesi inandırıcı bulunmamaktadır.
Anlaşıldığı kadarıyla, insansızlaştırılan bölge aynı zamanda ormansızlaştırılmak da istenmektedir. Yapılan doğa kıyımıyla biyoçeşitlilik yok edilmekte ve böylece giderek ekolojik denge bozulmaktadır.
Hasankeyf’te binlerce yıllık Kürd tarihinin sulara gömülmesi karşısında duyarsız kalan çevreci örgütler ile HDP ekolojistliği, bölgedeki ormanların yok edilmesi karşısında da suskun kalmaktadırlar.
Sistematik bir şekilde sürdürülen çevre kıyımına karşı sadece Şırnak barosu Çevre-Kent Komisyonu duyarlılık göstermektedir. Yasal girişimleri yetersiz kalsa da konuyu yine de gündeme taşımayı sürdürdüğü görülüyor.
Gezi olayları sürecinde gezi parkındaki üç-beş ağacın kesilmesini engellemek için kepçenin önüne atlayıp kendini siper eden HDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder ve şürekası Siirt, Şırnak, Bingöl ve Lice’de kesilen milyonlarca ağaç için neden bu duyarlılığı göstermiyor. Bu düşündürücü bir durumdur.
HDP’nin parti programında ekolojik dengenin korunmasına ilişkin güçlü vurgular yer almaktadır. Ancak bu vurgular teoriden öteye gidememektedir. Yani ekolojik dengenin korunması için, ormanların kesilmemesini demokratik eylemlerle engelleyebilme pratiğini sergilemekten kaçınmaktadır.
Oysa, Ege bölgesinde zeytinliklerin devlet eliyle kesilmeğe çalışılması, oradaki halkın ve çevre örgütlerinin demokratik eylem tarzları sayesinde engellenmişti.
Yine Karadeniz bölgesinde yapılmak istenen ve doğa felaketlerine neden olan HES’lerin inşası oradaki halkın ve çevre örgütlerinin demokratik eylem biçimiyle engellenerek doğanın korunması sağlanmıştı.
Bu tür demokratik eylemler burada da yapılabilir. Bölge insanının tamamına yakınının oylarını alan HDP, bölge insanının sosyal, siyasal ve ekonomik sorunlarının yanı sıra, doğasını da korumakla mükelleftir. Ancak bu görevini yerine getirmekten aciz olduğu gibi, adeta üç maymunu oynayarak “görmedim, duymadım ve söylemedim” demek istemektedir.
HDP’nin ekolojik dengeye dönük tahribatları engellemek için, demokratik yöntem mücadelesi mantalitesiyle görevlendirdiği komisyonları bulunmakta iken, ormanların kesilmesini engelleyecek herhangi bir demokratik eylem projesi ve niyeti yoktur. Dolayısıyla HDP’nin tüm politikaları düşündürücü olduğu gibi, ormanların kesilmesi konusundaki tutumu da bir o kadar düşündürücüdür!
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.