Baştan belirteyim özellikle "Dost pazarda görsün diye" özellikle sivil halka yönelik yapılan terör eylemlerine, sonucu belli olduğu halde binlerce gencin ölümüne, milyonlarca insanın göç etmesine neden olan Hendek Savaşı gibi giderek kirlenen savaşa ben de karşıyım. Karşı olduğumu da yazılarımda her zaman belirttim. Ayrıca ulusal mücadeleden vaz geçip, yerine Demokratik Konfederalizm, Demokratik Modernite gibi görüşleri savunmak silahlı mücadele vermeye de hiç gerek yok.
84'ten bu yana adım adım amacından uzaklaşan bu savaş göz göre göre yapılan yanlışlara rağmen neden bu kadar uzatıldı sorusunun yanıtıda gelinen yer ve savunulan görüşler ile artık gizlenemez biçimde ortaya çıktı. Kürd ulusal mücadelesini farklı, farklı olduğu kadar da hayali amaçlara yönlendirilmesi, el birliği ile amacın içinin boşaltılması için silahlı mücadeleye devam edildi. Çünkü yapılan eleştirilerin duyulmaması için silah seslerine ihtiyaç vardı. Bunların hepsi başarı ile kullanıldı.
Che Guevara'nın "Ölüm nereden ve nasıl gelirse gelsin, savaş sloganlarımız kulaktan kulağa yayılacaksa ve silahlarımız elden ele geçecekse ve başkaları mitralyöz sesleri bile, savaş ve zafer naraları ile cenazemize ağıt yakacaksa ölüm hoş geldi, sefa geldi" 68 ve 70'li yıllara damgasını vuran sözlerinden bu yana (1959) yarım asır geçti. O günden sonra SSCB dağıldı ve dünya globalleşti. İran'da Şah'ı deviren Molla rejimi kuruldu (1979). Kurulduğu günden beri Ortadoğu'da Şia inancına bağlı 1400 yıllık mezhep savaşlarını körükleyerek emperyalist amaçlı yayılma siyaseti izliyor.
Suriye'den Yemen'e kadar kendisine bağlı örgütlere askeri ve lojistik destek veriyor. Yemen'de iktidara karşı savaşan Husiler, Irak'ta Haşti-Şabi, Filistin'de Hamas, Lübnan'da Hizbullah gibi çok sayıda silahlı örgütleri kontrol ediyordu. Sadece Irak’ta örgütlediği Haşdi-Şabi örgütünün milis gücü 300.000 kişi. Bu örgütler İran gibi İsrail devletini Ortadoğu'dan silmeyi istemekle birlikte Kürdlere ve Sünni Araplara karşı da savaşıyor.
Ancak İran'ın bölgedeki ağırlığı Devrim Muhafızları Ordusu Baş Komutanı Kasım Süleymani'nin, sonra Haniye ve Nasrullah'ın öldürülmesi ile sekteye uğratıldı. Deyim yerindeyse kendisi savaşa girmeyen İran'ın bölgedeki "kolu ve kanadı kırıldı"
Ortadoğu'da kolu-kanadı kırılan ve güç kaybından sonra İran'dan boşalan boşluğu inanç ve etnik nedenlerden dolayı İsrail dolduramaz.
Yeni bir Ortadoğu için taşın altına elini koymaya Türkiye kendisini aday görüyor. Ancak çözüm bekleyen Kürd sorunu ve kötü giden ekonomi önündeki en önemli iki engel. Bu boşluğu, önünde çözüm bekleyen bu iki engele rağmen (özellikle de ülkede yaşayan 30-35 milyon Kürd'ün desteğini almadan) toplumsal barışı sağlamadan doldurup dolduramayacağı tartışma konusu.
Hamas'ın İsrail'e saldırısı ile başlayan sıcak gelişmelerden sonra anlaşılan devletin derinlerindeki raflarda çözüm süreçlerinde izlenmesi gereken yolların yazılı olduğu dosyaların tozu silkelendi. "Başka Türkiye yok" diyerek beka fobisini sürekli kaşımaktan vaz geçip "Yeni döneme giriyoruz. Dünyada barış isterken ülkede barışı sağlamak lazım" diyen Bahçeli'nin başlattığı süreç ile birlikte Türkiye'nin Ortadoğu'da rol kapmak için yıllardır beklediği alan da açılmış oldu. Osmanlı döneminde olduğu gibi genişlemek için şartlar olgunlaşınca da Bahçeli'nin ilk aklına gelen Kürdler adına DEM Partinin atanmış yöneticileri ile tokalaşmak oldu.
Devlet Bahçeli ile tokalaşmak için balıklama atlayan DEM Parti'nin eski ve yeni atanmış yöneticileri Bahçeli'nin ağzından henüz kayda değer bir söz çıkmadığı halde süreci son derece anlamlı buluyorlar.
Bir zamanlar partisi ile süreci görüşmek isteyen AKP heyetine "Kaçak çaylarını içip giderler" diyen SS Önder Bahçeli'ye daha çok güveniyor olacak ki o da teşekkür edip desteklerini belirtti.
Anayasanın ilk dört maddesi ile ilgili görüşünü açıklayan TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş'a Bahçeli "Demokrat yobazlar" ve "Su katılmamış bölücülük" gibi ağır eleştiriler ile yanıt verdi. Bu sert eleştirilere AKP'nin sineye çekip sessiz kalması çok şeyi ifade ediyor.
Millet İttifakı kurulduğu günden bu güne çoğumuzun aklındaki "AKP'mi MHP'lileşti, yoksa MHP'mi AKP'lileşti" sorusuydu. Bugün gelinen noktada bu sorunun daha net yanıtını görebiliyoruz. Türkiye'de var olan kırmızı çizgilere rağmen iktidar olmak için sadece seçim kazanmak yetmiyor.
Önceki süreçte "Baldıran zehiri içerim diyen Erdoğan anlaşılan bu yeni süreçte bir şey içmeyecek. Baldıran zehirini kimlere içireceklerini ve birilerinin Onurlu Barış'tan ne anladıklarını yeni süreç ile birlikte göreceğiz.
Evren'in koyduğu anayasanın ilk dört maddesini Devlet Bahçeli gibi savunan Özgür Özel'in açıklamalarından CHP’nin yeni sürecin neresinde olduğunu anlıyoruz.
Anayasanın ilk dört maddesi "Demoklesin Kılıcı" gibi demokrasinin, insan haklarının ve Kürdler üzerinde sallanıp dururken Özer "Eğer Kürdler eşit hissetmiyorum diyorsa, Kürdler eşit hissedene kadar eşit yurttaşlık için mücadele edeceğiz" diyor. Bunu ilk dört maddeyi savunmasına rağmen Özer nasıl gerçekleştirecek?
Bahçeli'nin Öcalan'a Türkiye'ye getirilirken "Her türlü hizmete hazırım" dediğini hatırlatması ve basında çıkan haberlere göre yeni sürece Kandil'i ikna etmek için yeniden piyasaya sürülen Öcalan görevlendirilmiş.
Kürd sorununun çözümü için yaptıkları her açıklamada "Muhatap İmralı" diyen DEM Partinin atanmış yöneticileri de parti tabanını ikna için görevlendirildi. Geçmişteki süreçte Oslo ve Dolmabahçe Sarayı'ndaki görüşmeler hep kapalı kapılar ardında yapılmıştı. Anlaşılan bu süreçte de Kürd halkı ve ulusal sorunlarının gündeme gelmesi, kamuoyunun bilgisine dahilinde tartışılması yine istenmiyor.
Sürecin selameti için PKK'nin silah bırakması isteniyor. PKK’nin nasıl ikna edileceği de başlı başına bir sorun. PKK Türkiye dışında örgütlendiği Suriye, Irak ve İran devletleri ile savaşmayıp ilişki ve ittifak kurduğu biliniyor.
Diğer tarafta hizmete hazır olduğunu sürekli tekrar eden İmralı Cezaevi'nde bulunan örgütün lideri Öcalan var. Siyasi irademiz dedikleri Öcalan'a bağlılık ile ilgili yapılan bütün açıklamalara rağmen ortada tek başlı bir PKK örgütünden söz etmek mümkün değil.
Süreç ile birlikte gelinen yol ayırımında olası bir ayrışmada İmralı'nın çağrısına rağmen silah bırakmak istemeyenler de olacak. Silah bırakanlar ne için silah bıraktıklarını, bırakamayanlar da ne için silah bırakmadıklarını kamuoyuna açıklamak zorundadır.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.