Son zamanlarda uyku uyuyamaz oldum. Sayıklamalar, sonu gelmeyen toz duman rüyâlarla sabahı zor ediyorum.
Dilimde bir ağıt...
Ne oldu çocuk sana
yok olup gittin birden
Nasıl kıydılar sana
ne zor büyüttüm seni ben
Sevgisiz kefensiz kaldın
soğuktur şimdi orası
En kolay katlanılan
başkasının acısı
Ben anayım ağzımdaki
tükürdüğün kan tadı
Ninni çocuk uyu çocuk
ölüm yalan dön gel çocuk
***
Birbirine yaslanmış kırmızı benekli, yer yer sarıya çalan iki kaya parçasının kuytusuna sığınmışız.
Her tarafa şarapnel ve kurşun yağıyor.
Yaralısın. Bedenin lime lime...
Kan damlıyor kanatlarından.
Anlaşılmaz bir çabayla kanayan yaralarını deşiyorsun.
Yarınımız yok diyorsun, tarazlanmış, tükenmiş bir sesle.
Gözlerinde biçimli bir hasret...
İflah olmam bu yaralarla... Söz yarım kalıyor dudaklarında.
Ne olur böyle söyleme diyorum. Sesimde bir inilti.
Yaralarına bir hâl çare bulmadan gün ağarıyor.
Uyanıyorum.
Yaralanmış, kırılmış bütün duygularım.
Sabaha varmak üzere olan bir gecede oldu bütün bunlar.
Gördüklerim rüyâymış.
Hayatımı cehenneme çeviren rüyâlardan.
***
Herkes gibi olamamaktan, hayata gülen gözlerle bakamamaktan ötürü kahırlandığım, marazlandığım çok olmuştur.
Tiz bir ağıtla parçalanıp darmadağın oluyorum.
Acıyı bu kadar yoğun yaşamaktan, bu denli acıya saplanıp kalmaktan bitap düştüğümün farkındayım.
Lakin bu yorgunluğun; biraz yaşamak, daha çok da anıları yaşatmak gibi bir anlamı var.
Onların eksik bıraktığı yerden başlayıp eksik kalanı bütünlüğe kavuşturma gayretiyle hayata sarılmak gerekir.
Acıya acı ekleyerek hayata küsmek, gülüşü eksik kalan çocukların, bir teselli hatırası olarak geride bıraktıkları anılarına, vuruşmaktan çekinmedikleri ideallerine sırt çevirmek mânâsına gelir.
***
Ateş sadece düştüğü yeri mi yakar?
Su içen karınca, usulca sallanan papatya da küle dönmez mi?
Yuvasını terketmeyen kuşu, varıp gidecek yeri olmayan börtü böceği de kül etmez mi ateş?
Bilmediğimiz, tanımadığımız, dokunamadığımız kaç yürek ulaşamadığı, adını sanını bilmediği diyarlarda sevdiklerini yitirir?
Evlat hasretiyle yana yana kaç ana, kaç kardeş, kaç baba tükenip kül olmakta?
Kaç kişi telefona bakmaz olur? Çaldığında kaç kişi yürek çarpıntısıyla kahrolur?
Kaçımız fotoğraflara sarılır?
Kaçımız fotoğrafların ifadesiz haline bakmaktan usanır?
Kaçımız boşluğu kucaklar?
***
"Ezidi kültüründe biri öldüğünde matem uzun sürer. Komşular da ölen kişinin ailesi ve yakınlarıyla birlikte hayattan elini eteğini çeker.
Keder bütün evleri etkisi altına alır.
Düğünler iptal edilir, bayram kutlamaları, tebessümler duvarların ardına taşınır. Kadınlar beyaz giysilerini karalarla değiştirir. Tıpkı neşeyi terkedip mateme yöneldikleri gibi.
Mutluluk böyle zamanlarda herkesin sakınması gereken bir kötücül niyettir.
Yaşama dair ne varsa sınırlandırılır. Çünkü sevdiklerinin hatırası kolay silinsin istemezler."
***
Derin acılarla sarsılan toplumların hayatla olan bağları bu şekilde kök salıyor toprağa.
Farklı farklı evlerde aynı yası tutan aileler acıyı paylaştıkları gibi yaşamı da onurlandırıyorlar.
Bu kadim kültürden payımıza düşen bir yaprak düşmesi gibi göze gelen soğuk, ipe sapa gelmez duygusuzluktur.
Haliyle "ateş" herkesin birbirine sırt çevirdiği bu toplumda sadece düştüğü yeri yakıyor.
Not: Ağıt - Leman Sam
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.