Ahmet Altan: Kuzu beni yiyecek baba

Yahu, hiç mi farkınız yok sizin birbirinizden, Türk’ü Kürt’ü hiç mi fark etmiyor, emrinizde herkesi öldürtecek adamlar, silahlılar bulunduğu için mi böylesine kibirli, nobran, tehditkârsınız, o silahın size herkese hükmetme yetkisi verdiğini mi sanıyorsunuz, elinizde silahlarınız var diye bu halk sizin köleniz, yanaşmanız, tebaanız mı oluyor?

Arat Barış

02.08.2019, Cum | 14:21

Ahmet Altan: Kuzu beni yiyecek baba
Makaleyi Paylaş

Ahmet Altan, hem yürümeye, hem konuşmaya, hem de kapının önündeki çayırlıkta oynamaya başlamıştı.

Bazen dayanamaz, öğleleri bile giderdim onu görmeye.

Ahmet, beni görünce koşarak gelip, oralarda dolaşan birkaç kuzuyu göstererek; korka korka: Kuzu beni yiyecek baba, diye bana sarılırdı.

Çetin Altan, ileride dünyaca ünlü bir yazar olarak ünü kendisini geride bırakacak olan oğlu Ahmet Altan'a dair anılarını bu şekilde anlatıyordu.


***


"Dünyayı aklımın sonsuz kanatlarında geziyorum. İsmimi tekrarlayan her ses, elimi küçük bir bulut gibi tutuyor... Ve beni ovalarda, yaylalarda, ormanlarda, denizlerde, şehirlerde, sokaklarda uçuruyor."

Bu durumda Ahmet Altan'ı yazmanın, onun ismini her alanda, her satırda vurgulamanın vefa borcu olduğu kadar demokratik bir tavır olduğu kanısındayım.

Aşk ve ayrılık yazıları, her biri birer manifesto niteliğinde olan siyasi yazıları, toplumun eksik ahlakını sorguladığı emsalsiz eleştirilerileriyle hayatımıza anlam katan yazar oldu Ahmet Altan.

En çok da kadınları yazdı. Kederi bir şerha gibi yüreğinde taşıyan kadınları, sevgiyi tatmamış kadınları, aşkı unutmuş kadınları, aşık olmaya fırsat bulmamış kadınları yazdı yıllar yılı.

Bir eksik gülüşü, bir kaçamak bakışı, sekerken daldan dala bir hain kurşuna kurban giden kimsesizlerin kadersizliğini yazdı.

Can yakan meselelerde müesses nizamın karşısında durmanın erdemli şuurunu oluşturmak için tabiri caizse vuruşarak direndi.


***


Küçük bir çocukken kuzunun kendisini yiyeceğinden korkan o çocuk, şimdi korku mefhumuna karşı en asil duruşu sergileyen yazar konumunda.

Türkiye'de haksızlığa karşı koymanın, karanlığa baş kaldırmanın bedeli ağırdır.

Baba Çetin Altan bunun bedelini mapusla, linçle, acıyla ödedi.

Elli yılı aşkın yazı serüveninde yazılarından dolayı pek çok kez mahkemeye verilen Çetin Altan hakkında 300'den fazla dava açıldı.

Gözaltı süresinin 24 saat olduğu dönemlerde bile günlerce gözaltında tutuldu. Üç kez tutuklandı, iki kez mahkûm oldu ve iki yıl cezaevinde yattı.

Türkiye İşçi Partisi milletvekiliyken mecliste linç edilen Çetin Altan ölümden döndü. Adalet Parti'li milletvekillerinin saldırısına uğramış, tabancalar çekilmiş, o barbarca saldırıdan sonra Çetin Altan'ın bir gözü kalıcı olarak hasar görmüştü.

Baba Çetin Altan gibi oğul Ahmet Altan'da gadre uğrayacaktı.

Babasının tan yeri ışımadan elleri kelepçelenerek cezaevine götürüldüğü günlerin anısıyla büyüyen Ahmet Altan, 17 Nisan 1995 günü Milliyet gazetesinde "Atakürt" başlıklı bir makale yayımlandı.

90'ların Türkiyesi kaygıların korkuları beslediği yıllardı. Gerçi Türkiye'de bu paradoks sıtma yayan bataklık gibi hep var oldu lakin o günlerin karanlığı başkaydı.

Benzersiz bir yazıydı ve beklendiği üzere birçok tartışmaya neden oldu. Ancak çıkan tartışmaların çoğunluğu Ahmet Altan'ı linç etmek üzerineydi ve milliyet gazetesi yönetimi yazılarına son vermek istedi. Altan DGM'de yargılanıp 1 yıl 8 ay hapis cezası aldı. Sonrasında gazeteden kendisi istifa etti.

Bu emsalsiz yazıdan sonra babası Çetin Altan'ın iz bıraktığı yola revan olacaktı.


***


Yazarlık hayatı boyunca kaleminin önüne kimse geçemedi.

Nobranlık yaptığında dönüp Murat Karayılan'a bir güzel demokratik bilinç dersi veriyordu...

Yahu, hiç mi farkınız yok sizin birbirinizden, Türk’ü Kürt’ü hiç mi fark etmiyor, emrinizde herkesi öldürtecek adamlar, silahlılar bulunduğu için mi böylesine kibirli, nobran, tehditkârsınız, o silahın size herkese hükmetme yetkisi verdiğini mi sanıyorsunuz, elinizde silahlarınız var diye bu halk sizin köleniz, yanaşmanız, tebaanız mı oluyor?

Sen kim olarak bütün Kürtlere emirler yağdırıp talimatlar veriyorsun, atası mısın, ağası mısın, efendisi misin?

“Bize akıl öğretmeyin” diyorsun, arkasından maşallah herkese akıl öğretiyorsun, bütün Kürt halkına, bütün Kürt Sivil Toplum Kuruluşlarına, Kürdistan’daki bütün barolara ve medyaya...

Seni bizim hepimizden daha “akıllı” yapan şey ne?

Kimse sana ve arkadaşlarına akıl öğretmeyecek ama sen hepimize akıl öğreteceksin, bu ayrıcalığı neye borçlusun?

Yoksa seni hepimizden akıllı yapan elindeki silah mı?

Bir keresinde övünerek söylemiştin ya, “24 saat içinde istediğimiz herkesi öldürtürüz” diye, bu mu seni hepimizden akıllı kılan?

Sen “Hepiniz susun, sadece ben konuşacağım, ben akıllıyım” diyeceksin, biz de “Aman susalım yoksa bizi sokak ortasında öldürürler” deyip susacağız, sen de böylece herkesten akıllı olacaksın, öyle mi?

Bütün generaller böyle düşünür, öldürtürler de, öldürttüler de... Ama bir kere bu yola girdin mi artık iflah etmezsin çünkü haklılığını kanıtlayamadığın, haklı olmadığın için öldürdüğünde insanlar bunu niye yaptığını anlarlar.

Birini sustursan, öbürü konuşur.

“Ceylanların, Uğurların katillerinin peşine düştünüz mü, o katilleri deşifre ettiniz mi” diye soruyorsun, bu soruyu bize soracak babayiğit daha doğmadı.

Ceylan’ın katilini sen mi deşifre ettin, senin örgütün, partin mi deşifre etti, senin medyan mı deşifre etti, o zavallı çocuğun katillerinin peşine düşen biziz, o katilleri deşifre eden biziz.

Biz bu ülkede öldürülen her Kürt çocuğunun, her Türk çocuğunun sahibiyiz, elimizden geldiğince, gücümüz yettiğince hesabını sorarız.

Sizin hepinizin canını sıkan da, bizi sırayla tehdit etmenize yol açan da bu zaten, çocukların hepsine sahip çıkmamız, o çocukları birbirinden ayırmamamız, Ceylan’a sahip çıktığımız gibi halı sahada vurdurttuğunuz genç kadına da sahip çıkmamız, Uğur’a sahip çıktığımız gibi Ankara’da öldürülenlere de sahip çıkmamız.



***


Aynı Ahmet Altan Roboski katliamı üzerinden müesses nizama kılıç çekiyordu...

Türkiye’nin gerçeğini görmek için çok basit bir soru sormak yeterli:

“Eğer PKK otuz beş sivil Türk’ü yılbaşından iki gün önce bir otobüsün içinde havaya uçursaydı bu kutlamaları aynen böyle yapacak mıydınız?”

Hepimiz biliyoruz ki yapmayacaktınız.

Zaten bütün mesele, Türklerin zihninde kendileri için başka, Kürtler için başka ölçülerin ve değerlerin bulunması değil mi?

Kürt sorunu denen şey bu kadar yalın.

Bu ülkede Türkler için ölçüler başka, Kürtler için ölçüler başka.

BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, Uludere’deki cenaze törenine devletten, Türk vatandaşlardan kimse katılmayınca, “Biz bölündük, burası Kürdistan” derken çok haklıydı bence.

Bu yalnız bırakılan cenazeler, bu gösterişli kutlamalar, bu aldırmazlık, Türklerin zihnindeki bölünmeyi açıkça ortaya koyuyor.

Ne yaşamına, ne ölümüne aldırdığınız bu insanlardan ne istiyorsunuz?

Ne istiyorsunuz Kürtlerden?

Leyla Zana, “Referandum yapalım, özerklik mi, federasyon mu, ayrılık mı ortaya çıksın” deyince, “savaş meydanına gel de al”deyip silahı gösteriyorsunuz.

“Eşit olalım” dediklerinde, “Kürtlerin anadilde eğitim yapması ülkeyi böler” deyip kendi çocuklarınıza tanıdığınız hakları Kürt çocuklarına tanımıyorsunuz.

Eşit olmuyorsunuz, ayrılmıyorsunuz, acılarını paylaşmıyorsunuz.

Nedir istediğiniz?

Ne istediğiniz aslında açıkça görülüyor, siz efendi olmak, Kürtleri de köle yapmak istiyorsunuz.

Kürtler köle olmayacak.

Asla gerçekleştiremeyeceksiniz bunu.

Bu bencilliğiniz, bu kibriniz, bu nobranlığınız, bu hoyratlığınızla öyle nefret tohumları ekiyorsunuz ki Kürtlerin yüreğine, böyle giderseniz bu ülkede savaş hiç bitmeyecek.



***


Sevgili Hasan Cemal'in, "tuhaf bakışlı adamı" Ahmet Altan 1044 gündür cezaevinde.

Pusu geleneğinin, korkaklığın, fütursuzluğun ve ikiyüzlülüğün mukavim olduğu bu topraklarda, entellektüel birikimin yanısıra cesaretin bir yanardağ gibi yüreğinde patladığı insanlara karşı insafsız bir yaklaşım her daim var oldu.

Çetin Altan 9 Mart 1971 darbe girişimini desteklediği gerekçesiyle 1. Ordu Komutanı Orgeneral Faik Türün tarafından tutuklanarak sorguya çekildi.

Şimdide oğul Ahmet Altan aynı suçlamayla cezaevinde. Ele avuca sığan bir delil olmaksızın, subliminal mesaj verdiği varsayımıyla müebbet hapse mahkûm edildi.

Normal insan algısı limitlerinin altında kalarak, o anda fark edilmemek üzere tasarlanmış "subliminal" mesaj yoluyla darbeye teşebbüs eden ilk yazar olmak da Ahmet Altan'a nasip oldu!

Bir başkasının acısını duyumsamak uğruna çoğu zaman kendi canını yakan Ahmet Altan'a, kardeşi Mehmet Altan'a, onlara bu erdemi kazandıran değerli babaları Çetin Altan'a yıllar yılı verdikleri demokrasi mücadelesine karşı reva görülen muamele hapis oldu.


***


Çetin Altan, 25 Haziran 2015'te Cumhuriyet gazetesi için kaleme aldığı yazıda "Torunlarımıza bırakmayı hayal ettiğimiz ülke bu değildi. Artık anlaşılıyor ki ülkeme demokrasinin geldiğini göremeden ayrılacağım bu dünyadan" diyordu.

Bir ömür, sadece amaca ulaşmak için harcanmaz. O amaca doğru atılacak bir iki adıma yardımcı olmak için de harcanır.

Biz torunlarımıza istediğimiz ülkeyi bırakamıyoruz.

Ama siz uğraşırsanız, mücadeleden vazgeçmezseniz, dünyadan ayrılırken “torunlarımıza istediğimiz ülkeyi bırakıyoruz” deme mutluluğunu siz tadabilirsiniz.

Hayallerinizden, ümitlerinizden, mücadelenizden vazgeçmeyin.

Amacınıza ulaşamazsanız da, bu amacı gelecek kuşaklara devretseniz de, kozmosla son hesaplaşmanızda, “daha iyi bir dünya için biz de fena mücadele etmedik” diyebilirsiniz.

Bu da az şey değildir. Buruk da olsa, yorgun gözlerinizde bir tebessüm yaratır.

O tebessümlerin çoğalması da elbet bir gün kurtarır bu ülkeyi.

Enseyi karartmayın.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
15387 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:15:28:04
x