IŞİD'e karşı savaşın ve çarpışmanın yoğun olduğu dönemde, derin bir ıstırabı anlatan, bu yönüyle de hem aklı, hemde vicdanı tesiri altına alan bir fotoğraf karesinin tahribatı üzerine dertleşmek isterim.
Yaşam, insanın geride bıraktığı iz ile sınırlıdır. O iz kadar belirgin, o iz kadar silik... Ötesi yok.
Peki ya yarım kalan hayatlar, gün görmemiş yürekler... onlar için de böyle midir?
IŞİD'e karşı savaşın ve çarpışmanın yoğun olduğu dönemde, derin bir ıstırabı anlatan, bu yönüyle de hem aklı, hemde vicdanı tesiri altına alan bir fotoğraf karesinin tahribatı üzerine dertleşmek isterim.
Yozlaşmış gelenekleri, kültürel hiçlikleri, sosyal yaşamlarındaki mutlak kötülük ve kölelik mefhumu, bunlarla ilgisi ve ilintisi olmayan seküler kesimleri vurdu ilkin. Kasıp kavurdu yürekleri.
Satılmamış bir namusla, IŞİD çetelerinin ve uzak, yakın destekçilerinin karşısına dikilenler, dile gelmez baskılara ve kötülüklere maruz kaldılar.
***
Tecavüze uğradığı için utancın mesuliyetini boynuna alıp intihar eden genç kızlar oldu.
Susuzluktan kırılan çocuklar...
Memeleri kesilen kadınlar oldu. Kesilip düşerken toprağa kanla seğiren, korkunç bir acıyla can vermelerine sebep olan...
Daha çok acı çeksin ve daha geç can versin diye, enselerinden boyunları kesilen isimsiz, ünvansız binlerce masum insan öldü.
Umuma açık yerlerde, esir düşmüşleri demir kafeslere hapsedip diri diri yakanlar oldu.
***
Yalazlanan bedenleriyle titreyip yere yığılan, lime lime olmuş elleriyle kafesin demirlerine tutunmaya çalışan, amansız feryatlarla annesinden, babasından yardım isteyenler ve ağlayanlar, sarsıla sarsıla ağlayanlar...
Çevrelerini saran kimi korkulu, kimi meraklı, çoğu duygudan, izandan yoksun, siyah giyitleri, kapkara yürekleriyle bir yığın insan... Bu insanlara bakıp yardım istediler. Yakardılar, Tanrı'dan merhamet dilediler.
"Biz söyledik: 'Ey ateş, İbrahim'in üzerine soğuk ve selâmet ol!" diyerek ateşe su olan Allah'nın kudreti ve azameti, modern cağın Nemrut'ları tarafından ateşe atılan o gariplerin imdadına yetişmedi!
Ateş söner, şelale olur. Ayak bastığı yer yeşillikten çimen olur. Nemrut'un yaktığı ateşten böylece kurtulur İbrahim.
Çığlık çığlığa feryat eden, merhamet ve aman dileyen sabilere, o ateş niçin su olmadı?
Masum ve garip insanları, acımasız ve azgın kimselerin hiç olmayan merhametine mi terketti Tanrı!
***
Toprağı henüz kurumamış bir mezar, mezarın başında genç bir kadın. Meyus bakışları, toprakla aynı renge bürünen yüz hatları ile yığılıp kalmış oracıkta.
Kürt kadın savaşçı, kestiği saç örgülerini mezara sermiş. Kil rengi bir kaya parçası konulmuş mezar başına. İsteyerek değil, imkansızlıktan o taş bırakılmış, besbelli.
Donmuş bir buz kütlesi bağrımda, olanca soğuğuyla... O kareye bakan kişi değildim, toprağın altına gömülendim o andan itibaren.
Sarısıcak saç örgülerini niçin kesmişti? Neden kesip mezara, buğusu tüten o kara toprağa bırakmıştı?
İçinde onu çökerten ıstırap neydi, hangi derin yara, hangi "iç ölümü" o kalbi bu denli katılaştırmıştı?
Başka bir zaman diliminde, bir başka diyarda yaşasaydık, nasıl huzurlu, ne kadar mütebessim olacaktık kim bilir!
Ama zulmün mukavim olduğu, acının alabildiğine kök saldığı sancılı bir coğrafyada yaşıyoruz.
Acının ve savaşın "kader" olarak kabul gördüğü bu topraklarda, nefes almak için bile bedel ödemek gerekirken, özgür yaşamak için hangi zorluklara göğüs gerip, ne tür belalı yolları geçmek gerektiğini varın siz düşünün.
***
Saç örgülerini kesip saklamanın geleneksel bir arka planı var bu toplumda. Babaannemin çeyiz sandığında da bir çift saç örgüsü vardı. Genç yaşta basit bir salgın hastalıktan kaybettiği kızının hatırasıydı. En korunaklı yerde saklıyordu. Sevip, kokluyordu. Kimse yokken oturup ağlıyordu. Kimseye görünmeden, kimseler bilmeden akıp duran gözyaşları, emri hak vaki olduğu zaman son buldu.
Ömrünün son dönemleriydi... Kavuşma anı yaklaştığı için midir bilinmez, ama kızının anısına veda etme vaktinin geldiğine karar kılmıştı. Yıllarca gözlerden ırak sakladığı, göz bebeğinin hatırasının toprağa gömülmesini istedi.
Yıllar önce kaybettiği kızının kesip aldığı saçlarını değil de yavrusunun henüz soğumuş bedenine veda eder gibiydi. Uzun yıllar geçmişti oysa. Geçmişti geçmesine lakin ana yüreği ıstırapla yanıyordu hâlâ, bitmek bilmiyordu keder.
Soğuk, buz gibi bir sesle kızının mezar yerini tarif etti. Yeteri kadar yandı yüreğim, yanıp kül oldu, gidin de gömün mezara, dedi.
Babaannem, kızının hatırasıyla nefes almak, yaşlanıp hayata veda etmek için o örgüleri kesip almıştı. Acısını hafifletmeye değil, yarasını deşip kanatmaya karar kılmıştı.
O genç kadın niye kesmişti örgülerini peki?
Verebileceği en değerli parçası olduğu için mi yoksa verecek başka bir şeyi olmadığı için mi kesmişti saçlarını?
***
Zamanı geriye sarıp, aynı coğrafyanın bir başka muhitine gidelim. Yarım kalmış bir başka hayata göz atıp, hatıralarına dokunalım. Göreceksiniz aynı keder, aynı dokunaklı trajedi bizi karşılayacak.
Vaktinden önce başlayıp bahara sarkan kış kadar ömrü olsa da, aşkın ve isyanın, karanlığa meydan okumanın en esaslı şairi olarak silinmesi imkansız bir iz bıraktı dünyada Füruğ Ferruhzad.
Çok genç yaşta evlendi. Kısa süreli evliliğinde bir çocuğu oldu. Boşandıktan sonra bir daha çocuğunu göremeyecekti. Kısa ömrü evlat hasretiyle yana yıkıla geçti.
Onulmaz bir yaraydı yüreğinde, evlat hasreti.
Birey olma arzusunun güçlü çağrışımlarını dizelere yükleyen, bundan dolayı başta muhafazakârlar olmak üzere toplumun değişik kesimlerinin lince varan tepkisiyle mütemadiyen mücadele etti.
***
Günah işlemekten imtina eden de, Tanrı'ya sitem eden de oydu.
"Gel, ey erkek, ey bencil varlık
Gel, kafesin kapılarını aç
Beni ömür boyu zindanda tutmuşsan eğer
Bari bir anlık olsun serbest bırak."
Erkek toplumunun geleneklerine karşı usulca isyan rüzgarları estiriyordu.
Aşk, yokluk, yaşam ve ölüm temalarını biteviye işleyen Ferruhzad, kadın olmanın, bunun da ötesinde düşündüğünü ifade etmenin zorluklarını bir "şerha" gibi yüreğinde taşısa da, mücadele etmekten asla geri durmadı.
***
1967 yılının şubat soğuğunda, bir ikindi üstü geçirdiği trafik kazası nedeniyle 32 yıl önce ses verdiği hayata veda etti.
Fikirleriyle baş edemedikleri genç şairin cenaze namazını kılmayı da red eder mollalar. O narin beden iki gün toprağa gömülmeyi bekler. İki günün sonunda yazar Mehrdad Samadi cenaze namazını kılar ve "maviye inanan kadını" defneder.
"Sen aşka inanmazdın, sen inanmazdın
Ben maviye inanırdım
Boynumdaki yorgun damarların mavisine
Beyaz dalgaları omuzlayan deniz mavisine
Denizin bittiği yerde başlayan göğün mavisine inanırdım
Bi de ensemde ki dövmeye inanırdım
Kuş ölür sen uçuşu hatırla..."
***
Kimileri yaşamları ve yaptıklarıyla zihinlerde iz bırakırlar. Kimileri kısa ömürlerine nakşettikleri onurlu duruşlarıyla...
Yarım kalan gülüşlerimizi, acılarımızı, uzaklarda yolunu gözleyip, toprağa gömdüklerimizin aziz hatıralarını heybemizde taşımaya devam edeceğiz belki, ama sefaletin "kader" sayılmadığı, zulmün ve ıstırabın nihayete erdiği günleri elbette göreceğiz.
O gün geldiğinde, acının kefareti için örgülerini kesen kadınlar, saçlarını özgürlüğün maviliklerine savurarak, yeşerip çiçeklenmiş yollarda seke seke gezip eğlenecekler.