Kardeşimin Hikayesi

33 kişinin 1943 yılının bir bahar sabahında hayvan kaçakçılığı iddiasıyla Orgeneral Mustafa Muğlalı’nın emriyle yargısız olarak kurşuna dizilmesini konu alan, o vahşetin hüküm fermanı olarak faillerin boynuna asılan Ahmed Arif'in bu şiiri günümüzde bile her haksız ölümün hatırasıdır bana göre.Kardeşimin payına da Ahmed Arif'in 33 kurşun şiirine denk düşen bir sonla hayata veda etmek düştü.

Arat Barış

18.01.2019, Cum | 14:48

Kardeşimin Hikayesi
Makaleyi Paylaş

Bir yılanın derisini bırakıp gitmesi gibi mutluluk bir kez daha bizi terkedip gitti. Mutluluğun çekip gittiği yerde yılan derisi gibi hafif bir cisim de kalmıyor üstelik, olanca ağırlığıyla bir kaya parçası gelip oturuyor insanın yüreğine.

Bir tufan misali tozu dumana katarak ilkin yaşama dair şeyleri kurutuyor keder. Sonra hayata rengini veren her ne varsa sürükleyip soluk bir belirsizliğe hapsediyor. Kasıp kavuruyor ateşin düştüğü yeri. O acıdan geriye gövdenin içinde kırık kemikler kalıyor sadece.

***

"Sizin hiç babanız öldü mü

Benim bir kere öldü kör oldum

Yıkadılar aldılar götürdüler

Babamdan ummazdım bunu kör oldum"

Babasının ölümünün ardında "kör oldum" diyerek acının feryadını kelimelere döken Cemal Süreya yaşasaydı, kardeş acısını nasıl tarif ederdi kim bilir!

Kardeşinin parçalanmış cesedine kapanıp tarazlanmış sesiyle "senin yarana kurban olayım" diyerek avuçladığı toprağı yüzüne gözüne süren kadının feryadını kâfi bulur muydu acaba?

Zülüfleri gözyaşıyla ıslanmış kadının feryadı Kürtçeydi; "bira ez bimrim bira." Peşisıra titreyen dudaklarından dökülen iniltiye benzer sayıklamalar eşiliğinde "Ez qurbana birîna te bira."

"Ez qurbana birîna te bira" bu cümle o kadının sesiyle beraber bir resim gibi zihnimde donup kalmıştı. Ta ki kardeşimin ölümü gelip bizi bulana kadar.

Bu feryadı ilk duyduğum an amansız bir üşüme hissiyle sarsılmıştım. Gövdenin içinde kemiklerim un ufak olmuştu sanki.

Bir yaraya nasıl kurban olur insan diye kendimi sorguya çektiğim, uykusuz gecelere eşlik eden, delik deşik hayallerle sayıkladığım bitimsiz geceler oldu.

Peki ya sarılacağın, alnına bir buse konduracağın, hasretle gözlerinin soluk akına bakacağın cansız bedenin uzağındaysan... Son nefesinin ılık sıcaklığından, amansız iniltilerinden, kan pınarı olmuş yaralarından bihabersen...!

Gördüm ki kardeş acısı yüreğin ölümü demek. Dolayısıyla kurban olduğun şey hem kanı süzülen yara hem de yürektir.

***

Kardeşimin ölümle savaşını beklediğim bir kaç günü elim yüreğimde geçirdim. Zaman, yutkunamadığım bir yumruydu boğazımda.

Ölüm haberini aldığımda gün henüz ağarmıştı. Serçelerin sevinçli bağırışmaları arı vızıltılarına karışıyordu.

Günlerce olmaz böyle bir şey diyerek ötelediğim tufan en sonunda kopmuştu.

Birikmiş özlemleri, yarım kalmış gülüşleri, acıya bulayarak heyula misali yüreğimize taşımıştı.

Kor ateş gibi düşünce yüreğe ölüm acısı, anılar sağanak yağmur olup ıslatır insanı. Yapmak istediklerini yapmaktan seni alıkoyan ne varsa dağların kuytuluklarından kopup gelen çığ gibi üzerine yığılır böyle zamanlarda.

Bir tutam nefes için çırpınır durur insan.

Öfkelerimiz, yaşadıklarımız, yaşamak isteyip de yaşayamadıklarımız, aynı tabakta kaşıkladığımız eksik aşımız, özlemlerimiz, içtiğimiz su, soluduğumuz hava... Siyah beyaz bir film şeridi gibi akıp gider.

Kardeşimin "başımıza bir hal gelirse bizi unutmayın" deyişi zihnimin kıvrımlarında yankılanıp duruyor hala.

Gülüşlerin kışa döndüğü, dudaklarda donup kaldığı zamanlar...

***1984***

Kaç bayramdır yokluğuna ağladığımız canımızın bu kez ölümüne ağıt yakıyoruz.

Ört ki ölem...

Bir anneyle babaya yolunu gözledikleri evlatlarının ölüm haberi nasıl verilir peki, ne denir?

Hangi söz, hangi teselli cümlesi o ilk anın yıkımını hafifletir...?

Bunu bilmediğimiz için günboyu sakladık haberi. Akşama doğru öğrendiler. Kasvet, tokat gibi inmişti yüreklere. Sıvasız evimizin boyasız duvarlarında Newroz'un ağıtlara ilham olan ismi yankılanıyordu.

Özlem zamanlarının biriken kaygıları şimdi annemin ağıtlarıyla dile geliyordu.

Ölüm geldiğinde anılar ağıtlara odun taşır. Anılar dile geldikçe ateş büyür, büyüdükçe yayılır.

Kapıdan her gelen anılarıyla geliyordu. Her gelenle birlikte ateş daha da harlanıyordu.

Biz ağıt yakarken Newroz'un acıları dinmiş, yaraları soğumuş, sonsuz huzura kavuşmuştu.

Yaraları sıcak, sancıları amansızken başucunda duran, elini sıkıp terini silen, gözlerinin çukuruna öpücük konduran olmadı. Amansız yaralarının sancısına bir başına göğüs gerdi. Asıl sarsıcı olan buydu.

Hangi yaraya elini koyacağını bilememenin hüznü bu olsa gerek...

***

"Vurulmuşum

Dağların kuytuluk bir boğazında

Vakitlerden bir sabah namazında

Yatarım

Kanlı, upuzun...

Vurulmuşum

Düşüm, gecelerden kara

Bir hayra yoranım çıkmaz

Canım alırlar ecelsiz

Sığdıramam kitaplara

Şifre buyurmuş bir paşa

Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız

Kirvem, hallarımı aynı böyle yaz..."


33 kişinin 1943 yılının bir bahar sabahında hayvan kaçakçılığı iddiasıyla Orgeneral Mustafa Muğlalı’nın emriyle yargısız olarak kurşuna dizilmesini konu alan, o vahşetin hüküm fermanı olarak faillerin boynuna asılan Ahmed Arif'in bu şiiri günümüzde bile her haksız ölümün hatırasıdır bana göre.

Kardeşimin payına da Ahmed Arif'in 33 kurşun şiirine denk düşen bir sonla hayata veda etmek düştü.

"Yatarım

Kanlı, upuzun...

Vurulmuşum

Düşüm, gecelerden kara

Bir hayra yoranım çıkmaz

Canım alırlar ecelsiz..."

***

Ahh...!

Anıların şu sağanak yağmuru da olmasa nasıl katlanır insan babaların toprağa gömdüğü kardeş acısına!

"Newroz, hiç gitmemiş olsaydın, ya da dönüp gelme şansın olsaydı ne yapmak isterdin diye sorduğumda; ailemin, sevdiklerimin gözlerinin içine bakarak onları çok sevdiğimi söylemek isterdim. Sonra sarılmak, her birinizi doyasıya kucaklamak isterdim. İçimde ukde bir bu kaldı."

Gülüşlerin kışa döndüğü, dudaklarda donup kaldığı zamanlar...

***

Kardeşimin hikayesini yazarken aşklarından bahsetmemek olmaz. Sevdaya doyumsuz bir yüreği vardı Newroz'un. Sabahattin Ali gibi her yeni güne aşık olarak doğardı. Ama sevgiden yana şans bulmadı hiç. Sütbeyaz gönderdiği mektupları nedense hep karalanmış, kirlenmiş olarak geri geldi.

Bir konuşmamızda geride bıraktığı aşklarını sorduğumda, munis bir gülümsemeyle "konuşmaya değer şeyler değil bunlar iki gözüm" demişti.

Öyle ya asıl aşk insanlara umut olabilmektir. O umudu yüreğinde yeşertip büyüterek yarına ışık olmaktır.

Günümüz gençliğinin kof, içi boş hezeyanları değil, "Yokluğun, cehennemin öbür adıdır. Üşüyorum, kapama gözlerini..." cümlelerinin sarfedildiği geçmiş zamanın ruhudur aşk.

***

Zulüm hep iyileri bulur. Her daim iyilerin ocağına ateş taşır. Vicdanını yitirmişlerin, acıya ıslık çalanların diyarına uğramaz nedense! Geçmişten günümüze bu kaide hiç şaşmadı.

Şeyh Bedreddin'i idam etmek için saray katibi mahiyetinde çalışan dönemin uleması "malı haram, canı helal" diyerek fetva çıkarır. Aşağı yukarı altı ayı bulan yorucu, yıpratıcı bir yargılama ve sürgün süreci yaşar Şeyh Bedreddin. Bitkindir.

Çoğu ulema bu utanca ortak olmamak için Hicaz'a gider. Şeyh Bedreddin saray ulemasının karşısına çıkar. Ulemalardan biri dalga geçmek için hastalıktan sararmış, bitap düşmüş Şeyh Bedreddin'e bakıp "Bedreddin ne o yüzün sararmış" der.

Şeyh Bedreddin'in verdiği cevap ibretliktir... "Güneş batınca sararır" der.

Batınca bile asaletini yitirmeyen güneş...

Ahmet Altan'ın dediği gibi: "Korkuyla acının bir dengesi vardır. Çekilen acı korkuyu aşacak boyutlara ulaştığında insanlar ölümün üstüne yürürler."

Şimdi bitap düşüp, sararmış olanlar bizleriz.

Sararmış solmuş yüzlerimiz, gölgesi yüreklerimize düşen keder, güneşimiz battığı içindir.

***

"Halk için sabır ve anlayış geliştirmedikçe bu toplumda devrimci olamazsınız."

Halkı için hayatını hiçe sayan bir devrimcinin, bir yoldaşın, bir kardeşin anılarından geriye bu cümleler kaldı.

Birde aziz hatırasını yüreğinde hisseden, sevenlerinin bağrına onur payesi olarak yazılan ismi...

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
8955 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:16:35:55
x