Neye karar verdiniz? Müslüman olacak mısınız?Hayır!Bizi dağa götürün. Şengal dağına...
Nadia Murad ve isimsiz binlerce Ezidi kadının hazin hikâyesi burada başlıyor.
Siba'da, Solağ'da, Tel Uzeyr'de... Kaçırılıp derdest edilen, diri diri toprağa gömülen, katledilen binlerce insanın hikayesinin başladığı yerdir Koço'daki Şami Ana'nın evi.
Nadia Murad, "son fermana" dair tanıklığını, okuyana azap veren trajedisini, Son Kız isimli kitabında büyük bir cesaretle kaleme almış.
Nadia'nın yaşadıkları genel olarak Ezidi toplumunun ıstıraplarını anlamak için titreyerek yanan mum ışığı gibi, kırılgan bir gerçeklik sunuyor insana.
Okuyanı duygudan duyguya, acıdan acıya savuruyor yaşananlar. Kitabı bitirdikten sonra bir büyük kasırgaya maruz kalmış gibi yıkılmış, darmadağın oluyor insan.
IŞİD vahşetinin amansızca estiği topraklarda, kurtulacağı güne kadar bir ağıt gibi dolaştı durdu Nadia.
"Sıcağın olmadığı yerde soğuğun çıkması ya da ışığın olmadığı yerde karanlığın doğması gibi" bir karanlıktan bir başka karanlığa savruldu.
***
IŞİD Şengal'i ele geçirdikten sonra Koço gibi bazı yerleşim birimlerine saldırmak için kimi kaotik planlar geliştirdi.
Koço'da kadınlar derdest edilip, erkekler toplu olarak infaz edilmeden önce IŞİD militanları çobanları, tavuk ve civcivleri ve iki kuzuyu kaçırmış.
Tabi olayın şokunu atlatmaya çalışan Koço sakinleri buna bir anlam verememiş.
Oysa Koço sakinlerini köy okulunda toplamakla görevli militanlardan biri, şark oryantalizmine yakışan bu kurguyu sonradan kadınlara izah etmiş.
Apansız ortaya çıktığımızı söylüyorsunuz ama biz size mesaj yolladık. Tavukla civcivleri almamız, kadın ve çocuklarınızı alacağımızı söylemek içindi. Koçu almamız, kabile liderini almak demekti; koçu öldürmemiz, erkeklerinizi öldürmekle eşdeğerdeydi.
Kuzuya gelince, o da küçük kızlarınızdı.
***
Nadia Murad, o gece kaçırılanlardan biriydi. Evvelce yaşadığı masalsı hayat bir daha geri gelmemek üzere son bulmuştu.
Yoksulluğun dahi tadını bozmadığı hayatları, bir zamanlar Ermenilerin ve Yahudilerin yaşadıklarına uzak olmayan bir vahşetle karanlığa gömülmüştü.
İttihatçılar, Ermeni toplumu arasında kargaşa yaratmamak için akıl almaz yöntemler geliştirmişlerdi. Kadınları ve çocukları pikniğe götürüyoruz diyerek bir göl kıyısında yahut uçurum kenarında öldürdükten sonra, sessiz ve kimsesiz bir ortamda erkekleri ve yetişkin çocukları sürgüne gönderiyorlardı.
Kadın ve çocuklar şenlik havasında ölüme giderken, eşleri ve yakınları tüyleri diken diken eden sessizlikte bilinmezliğe doğru yol alıyorlardı.
Hitler Amlanya'sında Yahudilere reva görülen korkunç soykırım eylemlerinde de benzer şeytanlıklara başvurulmuştu. En büyük ölüm kampı olan Auschwitz - Birkenau'da huzurlu bir melodiyle kulaklarda çınlayan piyano sesi karşılıyordu insanları.
Piyanonun olduğu bir ortamda endişeye mahal yoktu!
Bu manzarayı gören insanlar kaygılarını geride bırakarak, mukavemet etmeden gaz odalarına gidiyorlardı. Ölüm odalarına giderken, değerli eşyalarını düşünecek kadar kaygısızdılar!
Aslında Kürtler benzer bir vahşeti yakın zamanda gene yaşamıştı. Saddam Hüseyin, Kürtlere karşı sistematik bir soykırım uygulamıştı.
Halepçe semalarına Hardal gazı ve Napalm bombası yağdıran uçaklar, hoş bir "elma kokusu" bırakıp hızla kayboluyordu. Kürt çocukları elma kokusu soluyarak ölüme koşuyorlardı.
Bir tür psikolojik işkenceyle çok daha büyük acılara yol açan, hayatı tamamen çekilmez kılan, bambaşka bir soykırım yöntemiydi bu.
Kürd'ün yarası Halepçe'de kabuk bağlamadan, Şengal'de kanayacaktı.
IŞİD, bütün bu yöntemleri içine alan ancak diri diri insan yakmak ve dini referansla Ezidi Kürt kadınları üzerinden uluslararası kadın ticareti ağı oluşturmak gibi yeni metotlar uygulayarak soykırım tarihini güncelleyecekti.
***
IŞİD, Şengal'i çok rahat ele getirdi. Öyle ki bazı merkezi yerleri silah patlatmadan kuşatmaya alıp ele geçirdiler. Silahsız, savunmasız insanları işgale karşı koydukları için değil, sapkın inançları uğruna infaz ediyorlardı.
Zaten kuşatmanın henüz olmadığı, IŞİD'in ulaşmadığı yerlede bile insanlar kaçıp canlarını kurtarmasın diye Sünni Arap komşuları yollara barikatlar kurmuştu.
Ezidi cemaatinin komşuları ve kirveleriydi bunlar!
"Kötülüğe bulaşmadan bilinçli bir biçimde iyi olmak, empati kurmak mümkünken, insanlar neden sert ve acımasız olmayı seçerler?"
Ama asıl hayal kırıklığına sebep olanlar Kürtler oldu. Ezidileri korumaya yemin etmiş olan silahlı Kürt güçleri gece geç saatlerde hiçbir uyarıda bulunmadan ve düşmanın gelip kapıya dayandığı son âna kadar koruyacakları teminatını vermelerine rağmen geri çekilmişti.
Kürt yönetimi daha sonra bunun taktiksel bir geri çekilme olduğunu söyleyecekti. Askeri komutanlar, kalıp IŞİD'i orda karşılamanın bir nevi intihar olacağını düşünerek, belkide kazanma şanslarının daha kolay olduğu yerlere yönelmeyi uygun görmüşler!
Peki madem ağır silahlı askerlerin orada kalması "intihar" olarak görülüyordu, o halde silahsız, savunmasız insanları hangi yüksek öngörüyle orada ölüme terkettiler!
Sizin ağır silahlarla karşı koyamadığınız IŞİD belasıyla o insanlar nasıl baş edecekti?
Bu nasıl bir öngörü? Bize bir şey olmasın, sizin canınız cehenneme öngörüsü mü?
O insanlardan geriye sağ kalanların bugün bile aklını kurcalayan, aydınlatılmasını istedikleri bir husus var; geri çekilme kararı verilirken neden haber verilmemişti?
Orada kalmanın "intihar" olacağını düşünenler, Koço sakinlerini güvenli dağlara ulaştırmayı, bilhasa olacakları haber vermeyi niçin düşünmedi?
Peşmerge'nin çekildiğini bilseydik, bizde Kürdistan'a giderdik diyorlar. Böylece IŞİD geldiğinde köyler boşalmış olacaktı. O insanlar öldürülmeyecek, çocuklar ve kadınlar derdest edilmeyecekti.
Evleri Kürt güçlerinin garnizonlarına yakın olanlar peşmergenin çekildiğini gördüklerini, onlara en azından silahlarını bıraksınlar diye yalvardıklarını ancak olumlu bir sonuç alamadıklarını söyleyecekti.
Kürt güçleri, kontrol noktalarında, "merak etmeyin, Peşmerge sizi koruyacak, evinizde kalmanız daha iyi" demişti.
Dedikleri gibi olmadı, o insanları korumadılar. Evlerinde kalma fikri, acıya ve ölüme yürüme fikriydi.
***
İlk silah sesleri geldiğinde bile çoğu insan: "Peşmerge bizi kurtarmaya gelişmiştir" diye umutla birbirlerine sesleniyordu. Peşmerge güçleri o kadar çok sevip sayılıyordu ki kimse sessiz sedasız çekildikleri duyumlarına inanmıyordu.
Hangi saiklerle olursa olsun size canını teslim etmiş, sizin varlığınıza umut bağlamış insanları göz göre göre gelen IŞİD belasına teslim etmek vicdansızlıktır.
Ama yüzyıllardır zulümle, katliam fermanlarıyla sınanan Ezidiler, kendilerini ölümle başbaşa bırakan vicdansızlığa için için ağladıkları gibi, Rojava'dan Kürdistan bölgesine geçen Ezidileri arabalarıyla karşılamaya giden, kıyafet, yiyecek ve su getiren, evlerini açan insanlardan bugün bile sevgiyle bahsediyorlar. Bunun büyük bir şefkat ve merhamet örneği olduğunu söylüyorlar.
Şüphesiz Ezidilere en büyük yardımı Kürdistan Bölgesel Yönetimi yaptı. Binlerce ailenin barınması, beslenmesi için çaba sarfetti.
Ama yine de Ezidiler şu soruyu sormaktan kendilerini alamıyorlar: IŞİD Şengal'e saldırdığında oradaki insanları bir biçimde kurtarmanın yolları aydınlatılabilirdi. Aileler dağılmaktan, kadın ve çocuklar derdest edilmekten, yetişkin erkekler ölüm çukurlarından kurtarılabilirdi.
***
Nadia, küçükken Newroz kutlamalarını izlediği televizyonda; şenlik ateşinin etrafında halay çeken, dağların eteklerinde piknik yapan insanları görüp birazda özenerek "Hayat Kürdistan'da ne güzel baksanıza, oysa biz burada fakir köylerde yaşıyoruz dediğinde, annesi onu azarlamış: "Güzel yaşamayı hak ediyorlar, Nadia, Saddam zamanında soykırıma uğradı Kürtler."
Ezidiler'in yaşadıkları trajedi, Ezidi cemaatinin yüreğinde bir şerha gibi durmadan kanasa da, bu zulüm Ortadoğu coğrafyasında birilerinin siyaset aracı olabiliyor pekâlâ.
Nadia kurtuldu. Şimdi hayatta kalan ama bundan sonraki yaşamlarını ailesinden kalan parçaları toplamaya çalışmakla geçirecek olanlar için ağlıyor. Ne şekilde öldüğünü bilmediği annesi için ağlıyor. Ölüme götürülmelerine şahit olduğu kardeşleri için ağlıyor. Ve hâlâ IŞİD barbarlığının esaretinde yaşayanlar için ağlıyor.
***
Ezidi kültürü ahlâk ve vefa kültürüdür.
Ezidi kültüründe biri öldüğünde matem uzun sürer. Komşular da ölen kişinin ailesi ve yakınlarıyla birlikte hayattan elini eteğini çeker.
Keder bütün evleri etkisi altına alır.
Düğünler iptal edilir, bayram kutlamaları, tebessümler duvarların ardına taşınır. Kadınlar beyaz giysilerini karalarla değiştirir. Tıpkı neşeyi terkedip mateme yöneldikleri gibi.
Mutluluk böyle zamanlarda herkesin sakınması gereken bir kötücül niyettir. Yaşama dair ne varsa sınırlandırılır. Çünkü sevdiklerinin hatırası kolay silinsin istemezler.
Şimdi kardeşlerimiz için yas tutma sırası bizde.
Diri diri toprağa gömülenler için, Şengal dağında susuzluktan kırılan çocuklar için, köle pazarlarında bir ağıt gibi dolaştırılan kadınlar için ve gülerek ölümün üstüne yürüyenler için...