Kardeşi Şengal'de bir bombalı saldırıda hayatını kaybetmiş. Ortadoğu'nun bahtsız halkı için, şiddet, kan, kötülük nedir bilmeyen Ezidiler için, o güzel insanlar için sarsılmaz bir inançla mücadele etmiş.
Şairin dediği gibi; "sızlanmayan her organ, hele de burun direği bayramdır."
Günün birinde soluksuz kalınca anlıyor insan.
Kaybettiklerinin acısı, yüreğin derininde, ta en kökünde tutuşan, yalımları her geçen gün artan, rüzgâr yerine özlemin tellendirdiği anız yangını gibidir.
Felç olmuş bir bilinçle yüreğini kasıp kavuran yangını, o yangından geriye kalan karanlığı, savaş alanından beter o mahşeri tahribatı bir garip çaresizlikle, içine akıttığın gözyaşının mahçubiyetiyle izlersin.
Gövdenin içinde kemiklerin birbirini yiyerek, yok ederek eriyip bitmesi gibi bir his bu.
***
Her yeni günde biraz daha sessizleşir insan, biraz daha sönükleşip durulur. Anız yangınından geriye kalan o bitimsiz karanlığa biraz daha alışır.
Acılı günler biteviye akıp gider. Bir parçanızı çekip alarak, kanatarak sancıyan yerlerinizi.
İlk gecenin ıstırabından farksızdır aslında geçip giden günler. Sonraki günlerin ilk zamanlardan farkı; hırpalanmış gövdenin içinde canı çekilmiş bir küçük kuş gibi atan yüreğin, çelimsiz, ruhsuz kalmasından ibarettir.
***
Kara bayramdır "onsuz" ilk bayram.
Sevdiklerin yanıbaşında olsa da "eksik olanı" arar gözlerin.
Yüreğinde yankılanan keder, cevabı olmayan soruların usulcana aktığı, yer yer sert kayalara çarparak köpürdüğü, ak köpükleri rüzgarla savrulan kuytuluklara götürür insanı.
Kulağında çınlayan onun sesidir.
Köşede beliren onun gölgesi...
***
Truva'nın kralı olan Priamos, Aşil'in, öldürdükten sonra arabasının arkasına bağlayıp yerlerde sürükleyerek çadırına götürdüğü oğlunun cesedini geri alıp ona onurlu bir cenaze töreni yapabilmek için büyük bir tehlikeyi ve aşağılanmayı göze alır.
Oğlunu öldüren Aşil'in dizlerine kapanıp ellerini öper.
Acısını bir nebze dindirmek, oğlunu inandığı şekilde sonsuzluğa uğurlamak için bütün bunlar...
Yeryüzünde hiçbir ölümlü katlanmadı benim katlandığıma...
Oğlumu öldürenin eline uzatıyorum yalvaran dudaklarımı.
Saygı göster tanrılara Aşil (Akhilleus).
Acı bana...
***
İnsanlık tarihi büyük aşkların, umudun, dostluğun ve sevginin tarihi olduğu kadar; korkuyla, kederle, düşmanlıkla, bitimsiz acılar ve yürek burkan trajedilerle de yüklüdür.
Bu ağır yük bazen bir kralın omuzlarına yığılır. Bazen bir yazarın, bazen yaşını almış bir ihtiyarın, bazen de ömrünün baharını yaşayan bir gencin üzerine vakitsiz bir karanlık gibi çöker.
Geçenlerde yüzü, duruşu bir hoş, büyük ela gözleri mahzun bakan, gülüşü yüzünde balkıyan, uzun kıvrımlı kirpikleri göz çukurunu dolduran genç bir insanla tanışıp, haspihal ettik.
Bakışları garipti. İnsanın içine işleyen bakışlarıyla dertleşmek istediğini, yüreğinden taşan ıstırpatan muzdarip olduğunu belli ediyordu. Mütemadiyen tebessüm eden bir yüzü vardı.
Öylesine derin bir içtenlikle dil döküyordu ki, hiçbir zorluk çekmeden günlerce durup dinleyebilirdiniz onu. Kardeşim diyordu boyuna, kardeşim... Kardeşime kıydılar.
Kardeşinin akıbetine dair hiçbir şey bilmediğini, bu belirsizliğin ölümden beter olduğunu kâh güleç, kâh ağlamaklı anlatıyordu.
- Nerelisin diye sorduğumda cevap vermedi, yarım ağızla adının Baran olduğunu söyleyiverdi bir tek. Sonra kafasını sallayarak acı acı tebessüm etti. Tebessümü dudağının kenarına ilişen kırışıklıktan ibaretti. Boşlukta dolaşan bakışları soğuktu.
- Bir toprak parçasında aidiyet hissi taşımıyorum, ben dünyalıyım. Kardeşim de öyleydi. Gösterişten uzak, samimi bir dünya insanıydı. Bu yüce ideal uğruna canını verdi.
- İnsanların bunu bilmesini, bilmenin ötesinde yürekten duyumsayıp bunu anlamasını çok isterdim.
***
Kardeşi Şengal'de bir bombalı saldırıda hayatını kaybetmiş. Ortadoğu'nun bahtsız halkı için, şiddet, kan, kötülük nedir bilmeyen Ezidiler için, o güzel insanlar için sarsılmaz bir inançla mücadele etmiş.
- Onları sevmiş, onların inancını benimsemişti. Bir garip yoldaşlıktı onlarınkisi. Bir garip dostluk.
- Eskiden sevinçten, kıvançtan, gülmekten ağzım kapanmazdı bey kardeşim, şimdi gülüşüm dudaklarımda asılı kalıyor.
Doğup büyüdüğü iklime kırgın olduğu her halinden belliydi. Bu kırgınlıkta, gencecik bedenini soluksuz bırakan kardeş acısının izi çok belirgindi. Lakin daha başka sebepleri de vardı. İçini daha beter yakan, onulmaz bir yara gibi sancıyan şey; yaşadıkları acılara insanların sırt çevirmesi, matahmış gibi nispet yapmasıydı.
- Satılmamış bir namusla direnen o gençler, üç kuruş için onurunu gözden çıkaran bu insanlar için mi canından oluyor?
- Geride kalanlar "ihanet şebetini" tatsın diye mi?
***
Konuşmasının bir yerinde sözü bambaşka bir mecraya getirdi. Geçmiş zamanlardan gelen yaşlı, görmüş geçirmiş bir tavırla konuşmaya başladı.
- Kürd sorunu, Kürd'ün Kürd'e ihanetiyle başladı. Kürdler, ihanetin bedelini ödüyor. Bu bedel köleliktir. Yerinden yurdundan, canından, onurundan, an olur namusundan olmaktır. Bunu anlamayanlar, anlamamakta ısrar edenler, yüreği kara bağlayanlar ihanet zincirine sarılmayı tercih ediyorlar. Bu çok acı...
- Baran bu meyus ruh haliyle nasıl hayata tutunabiliyorsun? Takdir edersin ki buna ne yürek, ne beden, ne de zihin dayanır.
- Ben yapı olarak acımı yoğun yaşayan bir kişiliğe sahibim. Bu beni bir miktar hırpalıyor evet, ama bu duygu yoğunluğu aynı zamanda beni iyileştiren, bana tahammül gücü veren biricik çileli yoldur.
- Acıların tahammül edilebilir hale gelmesi için bunu yaşamak gerektiğini düşünüyorum.
- Dedim ya eskiden sevinçten, kıvançtan, gülmekten ağzım kapanmazdı. Şimdi daha bir durgunlaşıp, kabuğuma çekildim. Kimi zaman benimle ilgili olan bu durumun, çevremdeki insanları olumsuz anlamda etkilediğini, huzursuzluğa sevk ettiğini görüyorum. Bunu gördüğüm anda acımı yudumlayıp, tebessüm ediyorum.
***
Kederli sesi yüreğimde yankılanan genç Baran'ı anılarıyla baş başa bırakıp ayrıldığımda gün devrilmek üzereydi.
Şengal'de hayatını kaybeden genci, o gencin kısa ömründeki daimi kışı düşündüm.
Kırmızı birer gül gibi açılmış yaralarını...
Sayıklamalarını, bulanıklaşan bakışlarını...
Kardeşinin acısıyla bir idam mahkûmu gibi darmadağın olan Baran'ı düşündüm.
Sonra yalvaran dudaklarını oğlunu öldüren kişinin eline uzatan Truva'nın kralı Priamos'u düşündüm.
Acı öyle bir şey ki yoğunlaştığın ölçüde aklını yitirmene yol açacağı gibi, Baran gibi kederle kahrolmana, kral Priamos gibi düşmanın karşısında diz çökmene de sebep olabilir.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.