Bir Delinin Güncesi

Dikkat ettiniz mi bilmiyorum bizim toplumumuzda "hayalperestlik" diye bir kavram var. Bana göre bu, farklı olanı, yerleşik olana eleştirel bakanı, içine atıp yakmak için kurgulanmış bir krematoryumdur.

Arat Barış

02.03.2019, Cts | 08:21

Bir Delinin Güncesi
Makaleyi PaylaÅŸ

Eğer bu hayattaki gayen, amaçsız bir yaşam sürmek değilse, bir çok zorluğu göze alman gerekir. Çünkü sırf bu sebepten dolayı toplumdan dışlanman işten bile değil.

Toplum seni, beni, hepimizi bir kalıba sokmaya çalışır. Bir kalıpta şekillendirmek ister. Toplum dediğimiz de uzaydan gelen, tanımlanamayan bir güç değil. En yalın haliyle bizleriz.

Hazin olan şu ki toplumun direktiflerinden muzdarip olan bizler, ironik bir biçimde kendimize dayatmada bulunuyoruz. Yani bizi hiç ummadığımız bir yöne sürükleyen, hiç istemediğimiz işleri yapmamıza sebep olan yine bizleriz. Bizim iradesizliğimiz, zayıflığımız, çaresizliğimiz ve daha çok da yalnızlığımızdır.


***


Yapmak istemediğin bir şeyi yapma mecburiyetine sürüklenme hali... Bu bir sarmal aslında, ölüm sarmalı. Sırtımızdan girip yüreğimize değen hançeri tutan el kendi elimiz. O hançeri muhtemelen birileri tutuşturmuş elimize lakin bu, acı hakikati değiştirmez. Hançer bizim elimizde ve yaralanan da bizleriz.

Prof. Şerif Mardin'in sosyolojik tabiriyle, bir miktar "mahalle baskısından" dolayı olsa da genel itibariyle bizlerin kabahatidir. Kasabın elindeki bıçağı yalayan kurbanlık gibi, bizi biz olmaktan alıkoyacak yol ve mesleklere yöneliyoruz. Bir başkasının severek yaptığı iş senin için ruhsal ve zihinsel çöküntüye dönüşüyor. Ama bunu yapmaya da mecbur hissediyorsun kendini.

Oysa kimse kimsenin ruhuna, hayallerine, zihnine kâhyalık yapma hakkına sahip değildir. Kendinde bu hakkı görmemelidir. Bu yaralayıcı anlayışı dayattığın zaman, birinin veya birilerinin "ruhunu" öldürmüş oluyorsun.

Tabi bunun ne önemi var!

Aslolan yerleşik değerler, aslolan güç dengeleridir. Hayallerin ne kadar büyüleyici olursa olsun, para kazanmak zorundasın. Bunun için çok şeyden vazgeçmek, feragat etmek zorundasın.

Senin hayallerine karşı bir başkasının iş gücü ve parası. Hangisi daha makbul?

Dikkat ettiniz mi bilmiyorum bizim toplumumuzda "hayalperestlik" diye bir kavram var. Bana göre bu, farklı olanı, yerleşik olana eleştirel bakanı, içine atıp yakmak için kurgulanmış bir krematoryumdur. Zaten krematoryumun çıkış noktası da bedene değil düşünceye karşı duyulan korkunun yok edilmesinin yöntemi olarak ortaya çıkmıştır. Ebeveynlerinin yahut dış çeperdeki insanların öngörüleri dışında bir alana yöneldiğinde "hayalperestlik yapma" sözü bir ıslık gibi yankılanır kulaklarında.


***


Çetin Altan, toplum eleştirisi yönelttiğinde sıklıkla "mesleksizler toplumu" derdi. Bizim toplumun tedaviye muhtaç yanı işte tam da burasıdır.

Mesleği yok bu toplumun. Mesleği olmadığı için de bir değer yaratamıyor. Ekonomik olarak da, ahlâki olarak da yaşadığımız yoksulluğun sebebi budur.

Batıda çiftçilik bir meslek alanı. Hemde en dinamik meslek dallarından bir tanesi. Bu böyle olduğu, böyle kabul gördüğü için de muazzam bir derinliği ve değer yaratma pratiğini bünyesinde taşıyor. Oysa bizde çiftçilik geleneksel bir uğraş ve çoğunluğun gözünde ilkel bir angaryadan ibaret.

Avrupada bir süt üreticisi yahut tavuk üreticisi iftiharla mesleğinden bahsederken, bizde bu tür mesleklerin utanılacak bir uğraş gibi yorumlanması tesadüf olmasa gerek!

Batıdaki çiftçi, marangoz, taksici mesleğini layıkıyla yapmanın yanısıra bir değer yaratma anlayışıyla hareket etmekte. Bizim çürümekte olan toplum da değerli olanı çürüterek kendisine benzetmekle meşgul.

Hayalperestlik... Bu terim en çok kimler için kullanılır? Kaşınıp durmanıza gerek yok ben söyleyeyim; okuyanlar için. Okuyan, araştıran, sorgulayan, hayata farklı pencereden bakan kişilerin talihi karadır bu toplumda.


***


İmamın baktığı pencereden bakmanız icap eder. Bu bakış açısı makul karşılanır ve makbul olan budur. Birde ekonomik olarak sırtı sıcak olanlar. Bunlardan biri değilseniz eğer, bunlara cemaat olmanız, yakın durmanız gerekir. Aksi halde eşeğe ters binen meczup olarak yaftalanırsınız. Bunu dışarıdaki yedi yabancı biri değil en yakınınızdaki kişi yapar.

Gelenek deyip duruyorlar ya, işte toplumun en kadim geleneği bu eyyamcılık, insanın ruhunda üşüme hissi yaratan bu ikiyüzlülüktür.

Misal topluma rehberlik ettiğini söyleyerek kasım kasım kasılan imamın eline alıp bir kitap okuması, bilime tefekkürü teşvik etmesi görülmüş şey değildir. Ama bu pek yadırganmaz çünkü toplumun bu yönde bir talebi yok.

Keza vazifesi halka hizmet olan yereldeki siyasetçi, bunu apaçık rant kapısı olarak görmekte beis görmüyor olacak ki oy talep ederken hizmet ahdinde bulunmuyor, bunun yerine kendisine oy verecek olana pastadan pay vermeyi taahhüd ediyor.

Öğretmenlerin olumlu mânâda bir dönüşüm hikayesi yarattıkları yadsınamaz lakin bu çok sınırlı kaldı diyebiliriz. Çünkü öğretmen de aynı tornadan çıktı. Korkuyla büyüdü. Kaygıları korkularının gölgesinde kaldı. Haliyle çoğu zaman mevcudun tekrarı yol ve yöntemleri "yenilik" olarak sunmaktan öteye gidemediler.

Yeni bir yaşam, bir değerler sistemi yaratmak için yoğunlaşması, tefekkür etmesi gerekirken, bütün gayesi para kazanmak oldu. Geçim derdi, yaşam kalitesinin önüne geçti.

Kendi yaşamında yenilik yaratmamış, korkularının üstesinden gelememiş, tutkuları sönmüş bir öğretmen, hangi dirayetle toplumun üzerine çöken meyus ruh halini umuda dönüştürüp, cehaletin hakim karanlığına ışık tutabilir?

Herkes gibi olmayı reddeden biri, müşfik bir saadetle gelecek hayali kurabilir lakin bu hayalleri gerçeğe dönüştürmekte o rahatlığı bulamayacaktır.

Meşum gelenekler, cehaleti muhafaza eden toplum yapısı ve bu anlayışın yoğurduğu bireylerin yeni ve aykırı olanı bertaraf etmek üzere konumlandığını unutmamak gerekir.

Yine de kasabın elindeki bıçağı yalamaktan çok daha onurlu ve anlamlı olan, umut dolu bir gelecek hayaliyle arı kovanına çomak sokmaktır.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
8202 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:16:28:23
x