Dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın, toprak temelli statü ve çağcıl yaşamın gereğini dert edinmiş bireylerimize ‘KürD’; toprak temelli statü fikrini ‘kendi halkına’ yakıştıramayan, bu fikri tartışmaya kapalı olan, devletler-arası ve devlet-içi çekişmeler, din ve ideolojiler için topraklarımızı, varlığımızı, birikimlerimizi, enerjimizi açıkça ya da örtükçe araçsallaştırmayı özümsemiş bireylerimize ‘KürT’ denir. KürTler, KürDlerin sadece bir alt-bileşenidir, tıpkı yine sadece bir alt-bileşen olan Barzani temsiliyetinde olduğu gibi. ‘Kürd’ tümevarımdır, kapsayıcıdır, birleştiricidir.
Bazı web siteleri ve siyasi partilerin literatüründe ‘KürT’ kelimesi kullanımında katı bir uzlaşma vardır. Siz KürD yazıp gönderirsiniz, KürT olarak ‘düzeltilir.’ Her ikisi de kabulümüzdür ancak herkes bizim baktığımız gibi bakmamaktadır.
HDP, AKP, MHP ve diğer partiler ‘KürT’ sorunuyla da ilgilenen, ancak ana odak olarak Türkiye’de iktidarın kimde olduğuna etki etmeye çalışan ya da iktidarın karakterine göre konumlanan ve saf tutan partilerdir. Bizler ise, Türkiye’nin demokratikleşmesi için de can-ı gönülden, dürüstçe, mertçe ve açıklıkla ilgilenen ancak, odağına ‘KürD’ meselesini alan bireyleriz. Bu; biraz da, gelecekte tartışacağım ‘Kürd aydını’ ve ‘Kürt aydını’ tartışmalarının da konusudur.
Yaklaşık 145 günlük yönetimin ardından 19 Ağustos günü Diyarbakır, Van ve Mardin belediye başkanlarının yerine kayyım atandı ve bu atamalar yargı kararına dayanmamaktadır. İç İşleri Bakanlığı’nın duyuru sayfasında kayyım ataması kararının Kürtçesi de bulunmaktadır. Kararda sonuçlanmamış kovuşturma ve soruşturmalar öne sürülmüş, muğlak suçlamalarda bulunulmuştur. Buna rağmen, belediye meclislerinin yeni başkanlarını seçmesini sağlamak yerine, merkezi atamalar yapılmıştır. Bu karar, İstanbul yerel seçiminden sonra yönetim kontenjan dağılımına bir tepki, iktidardaki bileşenlerin İktidarı hedefleyen bileşenlere karşı bir misilleme ya da daha radikal iç ve dış adımlar için bir ön hazırlık da olabilir.
Yıllar önce yapılan ‘PKK’yi 5 kez bitirdik’ açıklaması, bu bitirişin ardından PKK’nin 5 kez daha canlanmasını izledik anlamına da gelebilir. Günümüzde PKK’nin üzerine çok sert gidilirken; belediyelere kayyım atamak, zaten CHP’lileşmiş HDP’yi ya da bölgenin CHP’si haline gelen HDP’yi siyasi alanda güçlendirmeyi sağlayabilir. Kayyım ataması, bu haliyle, HDP’yi etkisizleştirme, yok etme, devre dışı bırakma, marijinal hale getirme, silahı makul hale getirme, hareket kabiliyetini yok etme anlamına gelmemektedir. İç savaş silahlı iki taraf arasında olur. Bu nedenle, iç savaşı dile getirmek sivil katliamını görememek yani yeni olası katliamlara kılıf uydurmak demektir. Maraş olayları iç savaş mıydı?
29 Haziran 2015 günü PKK, hükümete 6-8 Ekim 2014’teki ‘halk kalkışmasını(!)’ anımsatarak, Türkiye’nin Rojava’ya olası müdahalesinde 6-8 Ekim’i tekrar yaşatacaklarını ilan ediyordu. Aynı ‘halk kalkışması!’ tehdidi hendek ve Afrin gibi süreçlerde de yapıldı. Ancak ne hendeklerde, ne vekillikten alınmalarda, ne ilk kayyım atamalarında ve ne de sonuncu kayyım atamalarında insanlarımız sokağa çıkmadı. İnsanlarımızın bu tutumu devam ettirmesi ile bu son süreçten de en az zararla çıkabileceğimiz anlamına gelmektedir.
HDP’li vekiller sokaktayken güvenlik güçlerine dokunulmaz olduklarını sürekli hatırlatırken; HDP’li tüm belediye başkanları, başkan yardımcıları, genel sekreterler, meclis üyeleri, kadrolu ve sözleşmeli belediye çalışanları, tıpkı ilk kayyım atamalarında olduğu gibi, yeni kayyımla iş arkadaşlığına ve işlerine yaklaşık on gündür uyum içerisinde devam etmektedir. Ankara’daki ve yereldeki bu uyum gözden kaçarken, insanlarımız kayyımlara karşı sokağa yani şiddete davet edilmektedir. Kiminin tepkisi, sönük ve eski bir eylem olarak her akşam 8’de evde tencere, tava dövmek ve ışık kapatıp açmakla sınırlıdır.
Unutmamak lazım. Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın 22 Mart 2016 tarihinde yayınladığı rapora göre; hendek ve barikatlara karşı yapılan operasyonlarda 7 ilde ve 22 ilçede toplam 63 kez sokağa çıkma yasağı ilan edildi, en az 310 sivil çatışmalarda hayatını kaybetti. Resmi açıklamaya göre ise, 7 Temmuz 2015-27 Mart 2016 tarihlerini kapsayan 265 gündeki çatışmalar sonucunda 3583 PKK’li ve 355 güvenlik görevlisi hayatını kaybetti, aralarında Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi'nin de yer aldığı 285 sivil katledildi. Bu denli şiddetli bir sürecin hazırlığı gizlice yapılamaz.
HDP’liler hala kayyım yönetimindeki harcamalarla kendi dönemlerini karşılaştırıyor. Eğer kayyım atamaları dağa devam eden kaynak aktarımının vs önüne geçmek için yapıldıysa, hendekler kazılırken ve tonlarca patlayıcı taşınıp yerleştirilirken neden önlem alınmadı? Bu son süreç ile önceki süreçler özünde çelişki barındırmamaktadır.
Türk solu zihniyeti gereği, HDP bu süreçte Gezi benzeri bir hareketlilik başlatmayı deneyebilir. Köy boşaltmaları, faili meçhuller, 6-8 Ekim, hendekler toplumumuzun cezalandırıldığı, heba edildiği, hep kaybettiren, altından kalkamadığımız travmatik birkaç meseleden biridir.
Kayyımlar ve KürTler/KürDler
Şu günlerde de HDP’nin doğal bileşeni olan blok temkinli biçimde gelişmeleri anlamaya, kendini ve birbirini korumaya devam etmektedir. HDP, 24 haziran seçimlerinde de CHP ve İYİ Parti bloğunda yer almış ve desteği karşılığında bloktan KürT hakları ve talepleri için bir girişimde bulunmamıştır. Talepsizliği CHP ya da İYİ Parti yüzünden ya da onların ‘hassas’ seçmenleri yüzünden değildir, çünkü HDP bileşenlerinin öyle bir talebi yoktur, olamaz. KürTler için talepte bulunmak HDP’nin kendisini inkarı demektir, HDK/HDP doğasına ve felsefesine aykırıdır. HDP KürTlerle/KürDlerle ilgili talepte bulunmak zorunda da değildir.
HDP’li belediye başkanlarının görevden alınmasının KürTlere karşı yapıldığı anlamına gelmez çünkü HDP kendisini KürT/KürD olarak görmemektedir. HDP kendisine KürD/KürT partisiyim dememektedir, hiçbir zaman da dememiştir; demek ya da olmak zorunda da değildir. HDP ne Ankara’da, ne de yerelde KürDlerin/KürTlerin hakları ve acil talepleri için yasaların elverdiği ölçüde rasyonel ve kararlı çalışmalar da yapmamaktadır; yapmak zorunda da değildir. Ancak durumdan HDP ana çevresi ve toplumumuz farklı etilenmektedir, farklı kaygılara sahiptir, farklı sonuçlar çıkarmaktadır.
HDK ve HDP’nin Kürt olmayan (demokrasi) bileşenleri ve Kürt olmayan seçmenleri Demirtaş’ı da, Öcalan’ı da, dağdakileri de kendilerinden biri olarak, yani kendilerinden biri gibi görmekte, KürT olduğundan emin oldukları bileşenin ‘ortaklık’ konusundaki teorisine ve samimiyetine güvenmekte, KürT (KürD değil) olunduğu sürece HDP/HDK’deki KürT varlığından ve söyleminden rahatsız olmamaktadır.
HDP kendisine KürT/KürD partisiyim dememektedir ancak bazı KürDler ve KürD aydınları da HDP’yi Kürt partisi olarak gördükleri için kayyım atamalarını Kürdlere ve Kürdlüğe yapılan saldırı olarak görüyor ve toplumu HDP’ye desteğe ve direniş için sokağa davet ediyor.
Kayyımlar Kürdlere karşı atanmamıştır.
Ancak, elbette kayyım atamaları sonucunda toplumumuz etkilenmektedir. Daha önce atanan kayyımlar Kürdlere zarar verebildi mi? Kendiyle barışık toplumlar kendini koruyabilir ve Kürdler binlerce yıldır kendini korumasını bilmiş bir toplumdur.
Kendisine KürT/KürD partisi, temsilcisi demeyen, dedirtmeyen HDP’nin siyaset alanının ideolojik karşıtları tarafından daraltılması Kürdlerin siyaset alanının daraltılması anlamına gelmemektedir. Kayyım atamalarının Kürdlerin legal alanda siyaset yapma imkanını elinden aldığı görüşü doğru da, iyi niyetli bir söylem de değildir çünkü ‘KürD’ler siyasi alana henüz giriş yapamamıştır; bir Kürd tarafı, Kürd temsiliyeti bulunmamaktadır. Bu alana giriş yolu bulunmuş, bu yolda bir ilerleme sağlanabilmiş de değildir. Bunun en önemli nedenlerinden biri, Kürd bireylerinin kümeleşememeleridir.
Kürdlerle ilgili her tartışmada referans ya da merci olarak HDP anlayışı sunulursa elbette ilerleme sağlanamaz. Kürd aydınları dönemine göre KürD ile KürT arasında gelip gitmeyi bırakmalı, kararlı olmalı, Kürd olabilmenin ve Kürd kalabilmenin gereğini yapabilmelidir.
HDP Türkiye koşullarında bir özne olamıyorken ve olamayacakken, HDP’nin içimizde KürD öznesi gibi algılanması, hele bunun KürD aydınları tarafından algılatılması yanlıştır. KürD aydınları kendi taleplerinin öznesi, odağı olabilmeyi tartışabilmelidir.
Kürdlerin, siyasi çekişmelere odaklanmak yerine durumu daha da kötüye giden ve son kayyım atamalarıyla her açıdan daha da kötüye gidecek olan bölgemizin durumunu göz önüne serici, karşılaştırıcı ve çözüm önerici bir yaşamı, yaklaşımı gelenek haline getirmesi gerekmektedir.
Öncelikli görev toplumumuz içi güvenin ve saygının sağlanmaya çalışılmasıdır; beyin ve sermaye göçüne engel olmaktır. Beyin, nitelikli iş gücü ve sermaye akışının tersine çevrilebilmesi için güvenli ve kaliteli yaşantının toplumun her bireyince talep edilmesi, sağlanması, korunması ve güçlendirilmesi gerekmektedir. Sivil gönüllülerimiz de bireysel, grupsal çabalar ya da yerel kurumsal organizasyonlarla harekete geçmek ve mevcut toplumsal çöküşteki gidişata direnç göstermek zorundadır.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.