Öyle görünüyor ki, uzun bir süre daha toplumun büyük çoğunluğu, bu türden oyalama ve kandırmacalara boyun eğeceği yönünde güçlü emareler var. Bu nafile kandırmacaların tekerrürüne rağmen toplumların hala bu aldatmalara açık olması, bu türden duruşların sanırım toplumun genetik bir karakteri haline gelmesiyle izah edilebilir. Ne yazık ki bu durumun nedenlerini hemen öğrenme şansımız bu aşamada yok gibi. Çünkü, “Toplumsal genetik" olarak bilinen bir bilim dalı henüz keşfedilmedi. Her seçim satıhlarında bu gerçekleri yaşanmış somut örnekleriyle yazıp çizmekten yoruldum, fakat Kürt siyasetçileri, kendi toplumunun böylesine beyhude amaçlar uğruna onları oyalamasına, enerjilerinin boşa harcanmasından bir türlü vazgeçemediler. Artık "kurtulamadılar" demiyorum çünkü görüldü ki bu siyasi tavırların arkasında bir kasıt var. Peki neden böyle? Nedeni çok açık ve nettir. Kürtlerin kendi geleceklerini kendilerinin belirleme hakkına ket vurup engellemek için. Bu durum Kürtlerde artık tipik bir bağımlılık halini almış. Türkler de dahil, toplum hafızası fevkalade zayıf olduğu için, toplumsal olayların ve olguların siyasal ve toplumsal neden-sonuç ilişkisini kavramaktan çok uzak oldukları için. Bundan epeyce bir süre önce, Kürtlere yol gösterici olarak ortalarda gezinen ve kendilerini “aydın” “demokrat” ve “özgürlük” savaşçısı pozisyonunda gösterip pazarlayan, ayrıca mangalda kül bırakmayan Soğuk savaş döneminin totaliter zihniyetli dinozor kesimler bir kampanya başlatmışlardı; “Filanca kişi bizim irademizdir-Önderimizdir” diye. Hiç sıkılmadan, utanmadan herkesten/hepimizden bu saçma bildiriye imza atmamızı istemişlerdi. Sanırım epeyce insan da böylesi bir kişiliksizleştirme/hiçleştirme belgesini anında imzalamıştı. Peki sonuçta ne olmuştu. Yakalanıp Türk devletine teslim edilen sağlam olmayan bu "İrade", Kürtlerin onurunu yer-yeksan eden itiraflarda bulunmuştu. Kendi iradesini kayıtsız şartsız başkalarına devreden birey ve toplumlardan erdemli ve onurlu bir gelecek beklemek hayaldir. Kürtler, yaşadıkları bu ağır travmaları hala atlatmış değil.
Her seçimin başlarında ve bu seçimlerin bitmesiyle defaatle yazıp çizmiştik. Kürtlerin en yakıcı temel sorunu, şüphesiz ki gasp edilmiş ve yok sayılmış, kamusal alanda ise tamamen silinmiş ulusal hakları için yekvücut birleşerek bu hakkın geri almasının mücadelesini vermelidirler. Rant ve iktidar kavgasına tutuşmuş Türk egemenlik sisteminin ezeli iki rakip partileri olan Jakoben, inkarcı ve otoriter laikler ile Neo-İttihatçı, aşırı milliyetçiler ve Neo-Osmanlıcı dinci parti bloku arasındaki rant kavgasında Kürtleri kandırarak, onların sırtından milletvekili ve bakan seçilmelerine bir son verilmesi için her seçim arifesinde ikaz üzerine ikazlar yaptık. Kürtler, elbette ki bu doğal haklarına kavuşmak için herkes gibi taktiksel siyasi tavırlar geliştirmeye, bu durumu kendi halkının gasp edilmiş haklarına kavuşmak için siyaseten bir şeyler elde edilmesi yanlış sayılmaz. Ama bu siyaset oyununda herkes gibi, yaşanan gizli ve açık ittifaklarda bu durumun kendi halkının istek ve talepleri doğrultusunda olmalıdır. Bu destekler açık ve şeffaf olmalı. Yok her zaman yaptıkları gibi; "Türk seçmenini ürkütmeyelim, bu ilişkilerimiz gizli kalsın. Kazanırsak verilen sözleri yerine getiririz" tarzı, çocuk kandırır gibi siyasi ayak oyunlarına her zaman açık olan bir "Kürt hareketi" var. Bu kandırmaca ve aldatmacalara karşı olan hazırlık, aynı zamanda her türden sosyal-şoven Türk sol partileri de dahildir. Bu ayın sonunda yapılacak mahalli seçimlerde görünen gidişata göre yine eski tas, eski hamam olayı devam edeceğe benziyor. Seçim arifesinde Kürtlerin sırtı sıvazlanarak, seçimler bittiğinde de "Alavere, dalavere Kürt Memet yine nöbete" olayının tekrarlanacağı gün gibi ortada. Bunun ipuçlarını İstanbul Büyükşehir Belediye seçimleri için partilerin aday belirlemelerinde gördük. İstanbul Büyükşehir Belediye seçimi için aday olduğunu ilan eden Selahattin Demirtaş'ın eşi, Başak Demirtaş'ı açıkça tehdit ederek adaylıktan çekilmesini üstü kapalı isteyen soğuk savaş eseri totaliter zihniyetli Kandil'in dinozor yöneticilerinden bir zat; "...Kürt halkı açısından, Türkiye demokrasi güçleri ile ittifak içinde olmak çok önemli. İttifaklarını güçlendirerek, var olan ittifakları sahiplenerek mücadele yürütmek gerekiyor” diyerek, açıkça Kürtlerin gasp edilen ulusal haklarının birinci dereceden sorumlusu ve bu ekolün sahibi partiyi (CHP) üstü kapalı desteklenmesini istemiştir. "Türkiye demokrasi güçleri" adını verdiği bu güçlerin tamamı demokrasiyle, özgürlüklerle, evrensel adalet ve hukukla zerrece alakaları olmayan farklılıklara ve diğer kültürlere açık düşmanlık güden ırkçı ve şoven kesimlerden oluşuyordu (CHP ve kurumsal Türk solu) Bu zatın "demokrasi güçleri" arasına yerleştirdiği CHP ve sosyal-şoven Türk solunun "demokrasi" "özgürlük" evrensel hukuk kurallarıyla nasıl bir ilgileri olabilir? Ama doğru, hazretin kendisi ne kadar demokrat ve özgürlükçü ise, CHP ve şoven Türk solu da o kadar demokrat ve özgürlükçüdür.
Örgütün dinozor yöneticisi olan zatın demokrasi cephesinin motor gücü olarak gördüğü CHP, yüz yıldır sürdürülen bu inkar ve tekçiliğin, katliam ve kötülüklerin anası olan bir parti. İdeolojik duruşunu da mevcut 6 oktan alıyor. CHP, ülke tarihinde yapılmış trajik katliamlar için mağdurların torunlarından herhangi bir özür dilemesi olmuş mudur? Hayır. Onlar olsa yine yaparız modundalar. Her tarafından ırkçılık ve faşizm fışkıran partinin ambleminde yer alan ırkçı ve faşist ilkelerinden vazgeçmişler mi? Hayır. En son adını "DEM" olarak değiştiren sözde Kürt ulusal haklarını savunan oluşumun yöneticileri, CHP'li bazı belediye başkan adaylarının parti ilkelerinin emrettiği doğrultuda ve kıvırmadan Kürtler konusunda samimi duygularını açıkladıkları için üzüntülerini dile getirip CHP yöneticilerinin buna neden karşı çıkmadıklarını eleştirmek aptallıktan mı, yoksa bilerek mi bu komik durumlara düşüyorlar. Siyasal algı bozukluğu hastalığına tutulmak tam da böyle bir şeydir. Afyon CHP belediye başkan adayı olan kadın ile, Bolu CHP belediye başkanının "DEM partililerle aynı yolda bile yürümeyiz" ifadelerini kullandıkları için bu beyler ve hanımlar çok alınmışlar. Bu sözlerin Türkçe meali; "Kürtlerin ulusal haklarını dile getiren, bunun mücadelesini veren Kürtlerle aynı yoldan bir saniye bile yürümeyiz" demek istemişler. Bu sözleri sarf eden Belediye başkanları veya adaylar CHP yöneticilerinden çok daha dürüsttürler. Onlar yalan söylemeden, kem-küm etmeden dobra bir şekilde gerçek duygularını dile getirmişler. Bu gerçeklik, inkarcı ve ceberut rejimin ideoloğu ve dönemin 2. adamı olan Mahmut Esat Bozkurt'un 1930’larda söylediği, "Türk bu ülkenin yegâne efendisi, yegâne sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır; hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı. Dost ve düşman, hatta dağlar bu hakikati böyle bilsinler." söyleminin şaşmaz takipçileri.
Bu katıksız ırkçının büstünü de, şimdiki Aydın'ın CHP'li belediye başkanı olan kadının bizzat sponsorluğunda Kuşadası ilçesinin merkezine dikilmişti. Heykel hala orada duruyor. Irkçılık, bütün bu partilerin genlerinde var. Çok uzaklara gitmeye de gerek yok. Cumhuriyetin ilanından hemen sonra, İnkarlarla, yok saymayla karşılaşan Kürtlerin bu haksızlığa karşı çıkarak baş kaldırmış Kürt ulusal liderlerinden Şeyh Said ve arkadaşlarına hakaretler yağdıran şimdiki TKP ırkçılarına ne demeli? Neymiş efendim "Şeyh Said hareketi gerici bir kalkışmadır". Aptallığın ve bayağı şovenizmin vardığı ideolojik nokta bu. Binlerce yıl bu topraklarda yaşamış, medeniyetler kurmuş otokton bir ulusun, bir gecede tümden yok sayılmasını, dili, kültürü ve edebiyatının yasaklar kapsamına alınmasını, Osmanlı'nın yaratmış olduğu ve Türklerin de bizzat dahil oldukları tebaa bir gelenekten gelmiş halkın haksızlık ve zulüm karşısında bir dini liderin etrafında toplanıp hakkını savunup mücadele edilmesini "gericilik" olarak suçlamak, siyasal şizofrenik bir hastalıktan öte bir şey değildir. İkinci örneğimiz TİP'ten. Kürtlerin oyu ile 3. dönem milletvekili seçilen sözde hukukçu TİP'in bir kadın yöneticisi, eğitim bakanlığı bütçesini eleştirirken, birden bilinçaltına gizlemiş olduğu şoven duyguları kabarmış, bakana dönerek; "Siz, 2013 yılında andımızı da kaldırmıştınız" deyivermişti. Bu sitemvari sözleri eden kişi solcu ve sosyalist geçinen sol bir partinin yöneticisi. Dünyanın en ırkçı, en şoven ant’lardan biri sayılan bu faşist andın kaldırılmasına üzülmek, neden kaldırıldığını eleştirmek sizce başka nasıl izah edilebilir? Kandil'in dinozor yöneticisi zat, iki de bir Kürtlere "Demokrasi güçlerinin sözünden sakın çıkmayın" telkinlerini yapmaya devam ediyor.
Kürtlerin artık Êdî Bese! (artık yeter!) deme zamanı geldi geçiyor. Kendi ulusal hakları önünde hep köstek olmuş, Kürt toplumunun dinamiklerini boş ve amaçsız eylemlerle vakitlerini boşa harcayan bu örgütten yakasını bir an evvel kurtarmalıdırlar. Bütün Kürtler, tek vücut halinde ulusal hakları çerçevesinde olaylara bakmalı, çağın gereklerine uygun, demokrasi, temel hak ve özgürlüklerini samimiyetle içlerine sindirmiş donanımlı yeni genç Kürt politikacılara şiddetle ihtiyaç var. Soğuk savaş dönemi dinozor kesimlerle aralarına mesafe koymalıdır. Kürtleri sadece oy deposu olarak gören Türk siyasal yapıların Kürtleri kendi rant kavgalarında iktidar olmanın bir aracı olarak görmelerine hiç bir şekilde meydan verilmemelidir.
Gencettin Öner
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.