Kurban Bayramının kendine özgü özgünlükleriyle bu sene Nusaybin\'i pas geçti. Gerçi bu coğrafyada sıradanlaşmış bayramın bu tür bayramlık davranışı hep olmuştur ama bu kurban bayramında ise, insani erdemin tüm değerleri göz ardı edilmiş bir davranış sergiledi.
Aslına bakarsanız bayramın bayrama özgü güzel tarafları var ama ne yazık ki, barış ve hoşgörünün özüyle anlamlaşan bayramın bu seneki özü çirkefleşti. İşin gerçeğine bakarsanız, Kürt halkıyla bahsi geçen bayram, istisnaların dışında hiç barışmadılar. Bayramın gelişi öncesinde, bin bir senaristin karanlık senaryoları devreye girdi. Senaryonun özü ve özetinde ise, Nusaybin halkını bin bir yaralarla kendi kaderine terk edilmiş olacaktı!
Ne yazık ki, gelişen tüm göstergeler bunu açıkça doğrular nitelikte oldu. Örneğin Bayramdan bir iki gün öncesi, Mili Eğitim Nusaybin cenazesinin kaldırma protokolü açıkladı! Bununla da yetinilmedi, Bayramın en anlamlı Arafat akşamında! Kayyum namelerle Nusaybin\'in defin işlemleri başlamış oldu! Nusaybin\'in cenaze törenine hangi kesimler katılmalı konusunda net bir bilgi yok.
İşin aslına bakılırsa, Nusaybin\'in ölümünde payı olan tüm kesimler cenaze namazına katılmalıdır. Zira el birliğiyle nasıl Nusaybin\'in ölümüne sebep olmuşlarsa, cenazeyi de elbirliğiyle kaldırmalı.
İşin aslına bakarsanız, cenazenin defin işlemlerinin sonrasında da, Nusaybin\'in gömülmüş mezarında iyi gün yüzü görme şansı yok. Zira tükenmiş ve de tüketilmiş Umutları ile ruhsal dünyası alt üst olmuşlarla ayağa kalkması çok zor. Nusaybin sadece ölen ve öldürülen insanlarla ölmedi. Yüzyılların tüm yaşanmış anılar, yerle bir edilen evlerin duvarları altında kalışıyla da öldü! Bin bir hatıratın yaşandığı her sokak, bomba düzenekleriyle artı atılan top atışlarıyla öldürüldü! Dolayısıyla Nusaybin\'i anlatmak gerçekten de zor, zira Nusaybin\'in öncesi de var sonrası da var. Ve ne yazıktır ki, öncesinin akıl almaz hazırlıklarıyla sonrasının felaketi.
Peki sonu ne oldu?
Ölen öldü, öldürülen öldürüldü, evi yıkılan yıkıldı ve kalan sağlar da yarı ölü yaşıyor! İşin ilginç tarafı ise, bu topraklarda hiç bir şey olmamış gibi davranan Kürt siyasilerin konumudur.
Oysa son bir yılın tarihçesinde insani mantığın değer yargılarını alt üst eden gelişmeler yaşandı. Onlarca Kürt yerleşim alanları virana dönüştü, binlerce Kürt genci ölümün karanlığıyla buluştu, 14 bine yakın Kürt öğretmen açığa alındı, onlarca belediyeler kayyumlarla tanıştı! Dolayısıyla Kürtler adına siyaset yapan Kürt siyasiler \"eh ne yapalım?\" deme lüksleri olmamalı.
Kürtlerin siyaset arenası, düşman diye tabir etikleri düşmanın düşmanlığını anlatmakla zaman geçirmez. Kürt halkını ve halkları evrensel değerlerle buluşturma iddiasını taşıyan bir hareketin önceliği, öne koyduğu süreçle yaşanan sürecin içindeki yetmezliklerini görmesidir. Zira kendinden kaynaklı yetmezlikler görülmediği sürece, \"doğruyu ben bilirim\" ısrarı devam demek olur.
Oysa Kürt siyaset arenası, ısrarın tam aksine bir duruş ortaya koyma ihtiyacı vardır. Çünkü olmazları ya da olmayacakları, ille de olacak ve olmalı ısrarı. Ne yazık ki Kürt toplumunu yeni badirelerle yüz yüze bırakmaktan öteye geçemez. Olurlarla olmazların iç içe girdiği bir ortama da, \"haydı ayaklanın!\" çağrılarıyla toplumlar ayaklanmıyor. Ayaklanmıyor çünkü, toplumun üzerine çöken karamsarlıkla oluşan psikolojisini iyi hesaplamak gerekir. Aslına bakarsanız, Kürt siyasal arenasına düşen en acil öncelik, bırakalım Türkiye\'yi, Kürdistan\'ı, yada Ortadoğu\'yu demokratikleştirme hamlesini demokratik önyargılarla kendi kurumlaşmalarının içindeki demokrasiyi hayata geçirmeliler.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.