Barış ve kardeşlik projesi\" inkârın, imhanın, kaosun, ölümün, katliamların, oluk oluk akan kanın önüne duvar olacağına heveslenmiştik. Gerçi böylesi bir ortamın oluşmasına olan hevesimizin tek nedeni, sadece Kürt halkının yok sayılmasından sağlıklı bir varoluşa geçebilsin değildi. Çünkü bahsi geçen kirli ve haksız savaş, sadece insanoğlunun yaşamına yansımıyordu maalesef. Ne acıdır ki bahsi edilen savaş, Kürdistan coğrafyasında yaşayan tüm canlı varoluşların kahır deryasına dönüşüyor. Yakılan ormanlar, yıkılan yuvalar, ölümlerin en kahredici şekliyle yavuklusundan koparılanlar, sürgün yaşamlarıyla sevdiklerinden, ailesinden uzaklaşan yürekler, insani değerlerden soğutulan beyinler, yuvasını kurmakta zorlanan kuşlar. Yani özgürsüzlüklerle şekillendiren yaşam tarzına elveda denilecek umudumuz vardı. Ama ne yazık ki, Cizre’de yaşananlar Kürt halkının yüreğinde yeni bir yaranın açılmasıyla tüm heves ve hayallerimiz kursağımızda kaldı. Hayallerin bile yasaklandığı bu coğrafyada, özgürlüklerle donatılmış bir dünyanın oluşmasının ne kadar zor olduğunu bir kez daha anladık. Çünkü bu haksız ve kirli savaşın sürdürülmesinden herkesin bir başka bicim ve bencilikle çıkarı var.
Dökülen kanın akıntısıyla yeşeren insanlık vadisi, kin ve nefret tohumların nasıl da boy verdiğini hep birlikte görebiliyoruz. Metropollerde yaşayan Kürtlere yönelen insanlık dışı saldırılar bile, kin ve nefretin hangi boyutlara ulaştığını göstermiş oldu. Türkiye ve Kürdistan coğrafyasında güzel şeyler olacak diye beklenirken bir sağımızdan bir solumuzdan çalınan düdük sesleriyle kanın akıtılmasına devam emirnameler verilmiş oldu. Ve bir daha görüldü ki Kürdistan coğrafyasında canlı olmanın bedeli, yaratan Tanrıya inat eden tanrıların gazabını hak etmek demektir. Gerçekten de, halk olmanın özgünlükleriyle yaşanacak müstakbel bir yaşamı dahi ipotek altına alınmış bir halkın evladı olmak zormuş.
Başka bir zorluksa, bahsi edilen bu coğrafyada, ne yazık ki siyasi önderlerin yerine halk önderlerin yetişmemesidir. Gerçi bu coğrafyada zorlukları sıralamak epey zor ve güçtür, örneğin çarşamba günün tüm zamanlamasını barış ve kardeşliğe harcanır. Çarşambanın bitişi ve perşembenin başlangıcıyla bu sefer de karanlık savaş senaryolarına harcanır. Barış ve kardeşlik söylemiyle uzun yıllar şekillendirilen toplumun sil baştan savaş desenleriyle şekillendirmeye çalışmak gerçekten de çok zor olsa gerek. Düşününki, kardeşlik söylemleriyle yaşama sevinci ile fıkır fıkır olan duyguların hemen sonrasında. Hangi sabahın seherinde, ya da hangi akşamın karanlığında dağ ve ovaların bombalanacağı, köy ve beldelerin yakılacağı, kaç asker ve gerillanın ölmesiyle kaç ana kuzusunun ana yüreğinden kopacağını, hangi zindanda ve sorgulamalarda Kürd çocuklarına tecavüze yelteneceği, kaç tane polis ya da gerilla sevdalıların sevdasının noktalanacağı gibi duygular hareketlenir
Evet, gerçekten de bu coğrafyada her şey çok zordur, ne savaşta istikrar var ne de barışta istikrar var. Olmaz çünkü şekillenmiş düşünselliklerde istikrar yoktur da ondan. Örneğin pazartesi radikal teorilerle antiemperyalist olunur, Salı günü ise tam aksi bir duruşa eyvallah denilir hemen. Dolayısıyla bırakalım bu coğrafyada yaşayan insan türündeki canlıların gel git duygularını. Mevcut olan tüm canlı varlıklarının yarın neler olabilirlerden emin olamıyor maalesef.
Ama yine de Sayın Leyla Zana gibi, herkesin ve hepimizin barış ve kanın durdurulması konusunda söyleyecek bir sözü olmalı. Yani her şeye rağmen, bu yorgun coğrafyada yaşanacak bir hayatı tesis etmek hayal değildir. Yeter ki evimizin içinde yanıp büyüyen bu kahrolası yangını, beyinlerimizde akan doğrularla yüreğimizin özgürlük akıntısını da ekleyerek söndürmek için çalışalım. Çalışalım ama Sayın Leyla Zana gibi önemli bir şahsiyetin ölüm orucuna da müsaade etmeyelim. Bırakalım Leyla Zana gibi bir önderin Kürt halkı için ne kadar lazım olduğunu. İnsanoğlunun insanî duygusundan hareketle, beyinsel birikimlerimizle Sayın Leyla Zana’nın ölüm orucuna karşı olduğumuzu da not edelim. Zira söz konusu vicdan ve insani duygu, ne yazık ki insansızlığın sofrasında meze yapıldığı bir coğrafyada yaşıyoruz.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.