Halk arasında yaygınca kullanılan bir deyim vardır. Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar. Hoş biz henüz bugüne kadar herhangi bir köyden kovulmadık ama bazı tespitlerimizin siyasetin ticaretini yapan dalkavuklar tarafından da pek de hoş karşılanmadığını bilmekteyiz. Ne yapalım huyumuz kurusun bizde kendi tarzımızla doğrulara parmak basmayı bir yurtseverlik görevi olarak bilmekteyiz bu da bizim tarzımız.
Kısaca, yazımın başlığını ihtiva eden ve aynı zamanda bölgemizde yaşanmış bir hikaye ile bugün yaşadığımız bazı olumsuzlukların sebeplerini kendimce anlatmak istiyorum.
Türkiye’nin Kemalistler tarafından tek partili sistemle idare edildiği yıllarda Kürdistan’da ki Ağrı ilinin en eski kazası olan Xamur’da bir seçim öncesi devlete yakınlığıyla tanınan Cimşit adında bir şahıs vardır. O dönemin valisi, Cimşit’i yanına çağırarak il encümenliğine adaylığını koymasını söyler. Cimşit, valiye dönerek “paşam benim okuryazarlığım yok ki.” Der. Vali ise “Fazla konuşma o işi sen bize bırak, biz hallederiz.” Der. Velhasıl Cimşit seçimlerde aday olur ve il encümeni olarak seçilir. O dönemlerde Xamur ilçesine bağlı Aladağ mıntıkası henüz devletin tam denetiminde bir bölge değildir. Devlet, o bölgeden aşar(vergi) toplayamamaktadır. Köylerde karakol da yoktur. Dolayısıyla devlet, otoritesi kendisini o bölgede yeteri kadar hissettirememektedir.
Bir süre sonra aynı vali, Cimşit’i makamına çağırtır “Oğlum, biz seni boşuna mı encümen yaptık. Sen devletten maaş alıyorsun, çevrede herkes senden korkmaya başladı ama senin hala devlete bir hizmet yaptığın görülmemiş.” Cimşit “Sayın valim, siz emredin ben her zaman devletimin hizmetindeyim.” ver. Bunun üzerine vali “Yarın sabah erkenden gel sana bir müfreze asker ve birde vergi memuru katayım, tek tek Aladağ’ın bütün köylerini dolaşın hem vatandaşlardan vergi toplayın hem de çocuklarını askere göndermeyen haneleri tespit edin.” der.
Ertesi gün, erken saatte valiliğe giden Cimşit valinin tüm emirlerini kusursuz yerine getirmek üzere beraberindeki vergi memuru ve askerler ile birlikte köylere doğru yola koyulur. Dolayısıyla, devletin valisinin Cimşit’e verdiği görev layıkıyla yerine getirilir. Ancak yöredeki köylüler bu durumdan çok rahatsız olurlar ama devleti arkasına almış olan Cimşit’in ise hiçbir şey umurunda değildir.
İşte tam o sırada yaşlı ve bilge bir Kürd insanı benim bu yazımın başlığı olan çok anlamlı cümleyi sarf eder. Ve der ki “Xamur bu Qêza Cimşit bu êza way lımın Hale Belengaza.”
Asıl konumuza dönecek olursak tarih boyunca sömürgeciler işgal ettikleri topraklarda ya tek tek zayıf kişilikler ya bazı aşiretler ya da bir takım taşeron örgütler vasıtasıyla kendi otoritelerini kurabilmiş ve kalıcılaştırmıştır. İşte bundan dolayıdır ki Kürdistan’da Kürd ulusal mücadelesi boyut kazanıp güçlendikçe sömürgeci devletler her parçada bazı yeni Cimşitler yaratarak onların vasıtasıyla ve kurdurdukları taşeron örgütler maharetiyle kendilerine lanetli bir rol biçilmekte ve böylece mazlum Kürd halkının haklı ve meşru mücadelesinin önü kesilmek istenmektedir.
Günümüzde benzeri olayları ve böylesi talihsiz rolü üstlenenleri, ne yazık ki Kürdistan’ın farklı parçalarında Şengal, Maxmur, Ranya gibi stratejik öneme sahip yerlerde ihanetin batağında ve düşmana hizmet eder pozisyonlarda görmekteyiz.
Toplumsal yaşamın her alanında olduğu gibi siyaset dünyasının da kendine özgü özellikleriyle bilinen bir namusu ve bir asaleti vardır. Bu anlamda mensubu olduğumuz Kürd halkının da asalete büyük bir önem verdiğini bilmekteyiz. Öyle ki Kürdler sadece insan ilişkilerindeki asalete vermiş oldukları önemin dışında bindikleri atın, sürüye eşlik etmek üzere veya evlerini korumak için satın aldıkları köpeklerin bile asaletini araştırırlar. Ve Kürdler, asalet anlayışını salt insanların genleri veya kişinin soyu sopu anlamında kullanmazlar.
Kürdler, asalet sözcüğüne oldukça büyük bir anlam yüklerken kişilerin köklerinden öteye karakterine, terbiyesine, davranış özelliklerine, tevazusuna veya yapmakta olduğu iş konusunda ne kadar yetkin olduğuna bakmaktadırlar.
Bu anlamda liyakatın, tevazunun, dik duruşun, cesaretin ve merhametin Kürd asalet tanımlamasında çok önemli bir yeri vardır. Kürd toplumsal gerçekliği ve kültürü bu iken her ne hikmetse kendisine siyasetçi ve aydın sıfatını yakıştıran bir kısım insanların yanında asaletten veya asaletin erdemlerinden bahis açacak olursan resmen yanmışsın ve hemen seni topa tutarak ağır eleştiriler yapmaya hazırdırlar. Asaleti savunan kişi bir çırpıda gerici, yobaz ve ilkellikle suçlanarak kendisine feodal düşünen kişi yaftası yapıştırılır.
Ama ilginçtir karşısındakine yobaz, gerici, feodal yaftasını yapıştıran aynı kişiler farklı zamanlarda ve farklı yerlerde sadece kendilerini çokbilmiş, entelektüel ve modern insan olarak pazarlamak istediklerinde Fransız, Rus, İngiliz vb. milletlerin asilzadelerini ve aristokratlarını yere göğe sığdıramayacak kadar methederler. Bütün bu yalakalık ve sahtekarlığı yaparlarken de tüm amaç ve gayelerinin kendilerinin ne kadar bilgili ve birikimli olduklarını gösterme kurnazlığıyla yapmaktadırlar. Bahsi geçen bu zatlara göre Kürdün asaleti de yoktur dolayısıyla asilzadeleri de olamaz. Yine onlara göre asalet sadece güç ve güçlü olma anlamı taşımaktadır çünkü kendilerini her zaman güçlülere yalakalık yaparak bir yerlere taşıyabileceklerine inanmışlardır.
Esasen kendi halkına ya da kendi toplumuna, bir başkasının adına hizmetkarlık ve taşeronluk yaparak ihanet etmenin can alıcı noktası da budur.
Kürdlerin tarihi, kültürü, özel meziyetleri hakkında araştırma ve bilgilenmeyi gereksiz sayan bu zatlar kendilerini yabancılara hatta kendi halkının düşmanlarına beğendirerek yaşamaya çalışmayı adeta marifet sayarlar. Ayrıca da Kürdlerin bugünlere kavuşmasında büyük emekleri olan yurtsever, tevazu sahibi, nandar, milliyetçi Kürd ağalarından, beylerinden, mirlerinden, şexlerinden ya da ilim sahibi melalarından bahsedersen tekrardan aynı zatların bombardımanıyla karşılaşır ve yine feodal, gerici hatta işbirlikçilikle suçlanırsın.
Kendi değerlerine bu ölçülerde yabancı ve başkalarına hayranlıklarıyla bilinen bu çevreler tüm reçetelerini düşmanlarından aldıkları için güya kendi halkı adına mücadele ettiklerini söylerken aslında hiç de Kürdlere ait olmayan bir terbiyeyle Kürd halkının gençlerini düşman reçeteleriyle nasılda zehirledikleri bilinmektedir. Yine aynı çevreler bu sinsice ihanetçi davranışlarını gizlemek üzere özel bir çaba ve yöntemleri kullandıkları ayrıca bilinmektedir. İşte bütün bunlardan dolayıdır ki tüm enerjisini ve fedakarlıkları Kürdlerden alıyor olmalarına rağmen Kürdleri yönetme görevine yine Kürd düşmanlarını layık görürler.
Onlar, Mahabad’da Qazi Muhammed’i, Barzan’da Mela Mustafa’yı, Piran’da Şex Said’i, Ağrı’da Broye Haski Telli’yi anlatmaz ve onların kahramanlıklarını, darağacına giderek bu halkın uğrunda öldürüldüklerini anlatmaktan büyük bir kompleks duyarlarken Stalin’e, Mao’ya, Enver Hoca’ya ve Mustafa Kemal’e hayranlıklarını anlatmak için yeni yeni kelimeler üretme çabasına girerler. Ve yine aynı çevreler, Kürd kıyafetlerinden, Kürd mutfağından, Kürd folklarından bilcümle Kürde ait hemen her şeyden utandıklarını tescilleyen bir yaşam tarzıyla Kürdün yabancısı olduklarını ortaya koyarlar. Onlar, cellatlarına benzemek isteyenlerdir. Bütün bunlardan dolayıdır ki Kürdün devletleşmesine karşıdırlar. Kürdün kimlik ve özgürlük mücadelesini öncelemek yerine Kürdlere ha bire Alevi sorunu, kadın sorunu, çevre sorunu gibi ikincil öneme sahip konularda nutuk çekerler.
Yani; özcesi, bahsi geçenler günümüzün Cimşitleridirler. Umarım ve temenni ederim ki tarihsel örneğini verdiğim ve gerçek yaşamdan aktardığım bu olaylardan Kürdler adına mücadele ettiğini söyleyen ve yüreğinin yandığını hisseden başta Kürdistan gençliği olmak üzere sorumlu her kişi bir hisse almış ve bir ders çıkaracaktır.
Saygılarımla
M. Hüseyin Taysun
07.03.2017 / MUŞ
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.