Dünyanın insan yaşamına elverişli toprakları dikkate alındığında nispi anlamda da olsa toplumsal farklılıkların en fazla kendisini hissettirdiği merkezlerden biri hiç kuşkusuz Ortadoğu’dur. Bu nedenle tarihsel süreçte Ortadoğu’nun gündeme geldiği her olayda bir nevi toplumsal alandaki varlığın tescili anlamına gelen temsiliyet sorununun yer aldığını görmekteyiz.
Tarih, Ortadoğu’nun cazibesine kapılarak ona malik olmanın hesaplarını sesli ve sessiz biçimde yapan milletlerin varlığını haber verirken, aynı zamanda bölgenin de hemen hemen her dönemde savaş arenası olmasına yönelik verilerle dolu olduğunu bildirmektedir. Bu durum yeni toplumsal farklılıkların da zamanla varlık kazanarak Ortadoğu sahnesinde yer almalarında etken olmuştur.
Dünyada toplumsal farklılığın kendisini hissettirdiği her toprak parçasında doğal olarak bir yönüyle farklılık taşıyanlar için varlıklarının tescili anlamında temsiliyet sorunu ortaya çıkar. Ortadoğu da toplumsal varlıklara yönelik temsiliyet sorunu ise her zaman beraberinde yerel dinamiklerin sürekli canlı kalmasına yol açmıştır.
Ortadoğu’nun yerel dinamikleri dönemsel konjonktüre bağlı olarak oluşan güç dengelerini kendi hesaplarına uygunluk açısından değerlendirerek tutum belirlemişlerdir. Dolayısıyla Ortadoğu da güç dengeleri tarihte sürekli değişikliğe uğramıştır. Bazen birileri adına değişen güç dengeleri bir süre sonra tersine değişime uğramıştır. Ortadoğu da gücü eline geçirenin uzun süre bunu devam ettirememesinin altında yine toplumsal temsiliyet sorunu belirleyici olmuştur.
Selahaddin’in Ortadoğu’da İslam tarihinin altın devlerinde bile başaramadığını gerçekleştirmesi nasıl okunur bilmem. Bana göre gerçekleştirdiği başarının altında yatan yegâne etken toplumsal temsiliyetler üzerinden teşkilatlanmasıydı. Ki ordusunda hem mezhepsel hem dinsel hem de etniksel temsiliyetlerin yer alıyor olmasıydı.
Yakın tarih Ortadoğu’da Haçlı seferlerinden sonra karşıt medeniyetler çatışmasının bir anlamda uykuya daldığını salık vermektedir. Karşıt medeniyetler açısından uykuya dalan Ortadoğu’da yerel dinamiklerin teslimiyette yer edinme ve varlığını görünür kılma sorunu ise kaynayan kazan olmaya devam etmiştir.
Tarihsel bir veri olarak Osmanlı İran sınırında tampon bölge olan Kürdistan sürekli olarak bu iki güç arasında gidip gelmek zorunda kalmıştır. Özellikle Akkoyunlu ve Safevilerin Kürdistan akınları Kürdleri onlara yaklaştırma yerine bilakis daha da mesafeli davranmalarına yol açmıştır.
Safeviler ve Akkoyunlular Kürdistan topraklarını ele geçirdiklerinde Kürd beylerinin yerine dışarıdan devşirme denilecek kişiler veya alt statüde olanları atayarak Kürd beylerinin nüfuz ve itibarlarıyla oynadığı için, İdris’i Bitlisi bu nüfuz ve itibarı kabul eden Osmanlı Devletinden yana onların tavır almalarını sağladı.
Tarihsel dönem dikkate alınarak okuma yapıldığında bunun başarı yakalayan kazanım olduğu kabul edilir. Toplumsal statünün temel veri olarak kabul edildiği Kürd toplumunun kodlarıyla oynamak isteyen Akkoyunlu ve Safeviler hiçbir şekilde kabul görmediler. Kürd Kodlarını ve yapılanmasının korunmasını nispi anlamda kabul eden Osmanlı o dönemde Kürdler tarafından en makul tercih olarak görülmüştür.
Ortadoğu’ya son iki yüz yıl açısından bakıldığında kriz ve çatışmaların merkezine Osmanlı’nın II. Mahmut ile gerçekleştirmeye çalıştığı merkezileşme düşüncesi yer almaktadır. Bu düşünce toplumsal kesimlerin (dinsel, mezhepsel ve etniksel) yerel dinamikler üzerinden sahip oldukları temsiliyeti hedef alınca Ortadoğu kazanının yeniden kaynamasında en önemli etken oldu.
Osmanlı Batıda kaybettiği mevzilerini merkezileşemediği düşüncesine dayandırarak Ortadoğu da benzeri kaybı önlemeye yönelik çıkış ararken kendi eliyle yeni bir sorunun ateşini fitillediğinin farkına varamadı. Avrupa da gelişen ve temsiliyeti ön plana alan uluslaşmanın etkili olabileceğini hesaplayamadı. Ki Avrupa bu sorunu çözmeye çalışırken yereldeki dinamikleri bertaraf etme yerine yeni akım üzerinden entegre etme yolunu deniyordu.
Osmanlının toplumsal farklılıkları göz ardı ederek Doğu toplumsal yapılanmasına ait toplumlara batı tarzı yapılanmayı dayatması sorunu ayyuka çıkardı. Gerçekleştirilmek istenen merkezileşme düşüncesi, çok renkli ve çok sesli Ortadoğu toplumlarınca kendi varlıklarına yöneltilmiş bir tehlike addedildi.
Mısır üzerinden ilk kıvılcımların çakılması ve Kürd beyliklerinin bu kıvılcıma ayak uydurmaları ile gelişmeye başlayan Ortadoğu’nun kaotik durumu Ermenilerin (farklı dinsel ve etniksel) katılımıyla daha da şiddetlendi. Ki Ortadoğu genel anlamda İslam coğrafyası olup ortada halifelik makamı da olmasına rağmen, sorunun çözülemeyişi doğrudan doğruya toplumsal farklılıkların kendi varlıklarını yeni anlayış içerisinde bulamamalarından kaynaklanıyordu.
Osmanlı’nın dağılış sürecinde Ortadoğu toplumlarının çözülemeyen temsiliyet sorunu yirminci yüz yılın başında çizilen yapay sınırlarla da çözülemeyince günümüze kadar devam etmiştir. Bugün kaynayan kazanın sebeplerini de buradaki paylaşımın adil olmamasında aramak gerekiyor.
Ancak Filistin İsrail çatışmasını doğrudan doğruya temsiliyet sorunu olarak görmek mümkün değil. Soruna bir şekilde çözüm bulunulabilir olmasına rağmen yerel iktidarların kendi iç kamuoyunu dizayn etme aracı olarak kullanmaları çözümü zorlaştırmaktadır. Ki Kobani’ye henüz resmen devlet olmayan Kürdistan bölgesinin diplomatik vs. gücü ile Peşmerge göndermesi Ortadoğu’nun yerel iktidarlarından farkını ortaya koymuştur.
Sonuç:
İdris’i Bitlisinin Osmanlı tercihini toplumsal temsiliyet üzerinden okumak gerekiyor. Tarihsel olarak Ortadoğu da temsiliyeti önemseyen her türlü atak dönemsel olarak olsa da başarılı olmuştur.
Tunus’ta başlayan Arap baharının nispeten Kuzey Afrika’da başarılı olup, Suriye’ye sıçrayınca başarısız olması Ortadoğu’nun homojen olmayan toplumsal farklılıklarıyla ancak açıklanabilir. Bu farklılığı ister dinsel, ister etniksel, isterse mezhepsel niteliğe dayandıralım. Her yapı kendi varlığının görünür olmasını istediğinden yerel otoritelerin bu istekleri dikkate almamaları sorunu sürekli çetrefilleştirmektedir.
Yine Devlet olmayan Kürdistan bölgesinin bu hassasiyeti dikkate alması İŞİD saldırıları karşısında toplumun cılız seslere rağmen yekpare olmasını sağlamıştır.
Bu gün Kürdler öncelikle kendi içlerinde bu temsiliyet sorununa çözüm üreterek, kendileriyle birlikte yaşayanlara da bunu mubah görmeleri gerekir. Eğer Kürdistan’ın Batı standardında bir demokratik işleyişe sahip olması isteniyorsa önce kendi iç temsiliyetlerimizi dikkate almak gerekiyor.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.