İsrail ve ABD, İran tehdidini neden farklı zaman çizelgelerinde okuyor?
Coğrafya, askeri kırılganlık ve iç siyasi dengeler, Washington ile Tel Aviv’in aynı istihbaratı farklı “stratejik saatlerle” değerlendirmesine yol açıyor.

2025’in son günlerinde İsrail ve ABD’li yetkililer İran’a karşı atılacak adımlara ilişkin mesajlar verirken, uzun süredir var olan stratejik bir ayrışma yeniden gündeme geldi. İsrail açısından tehdit algısı son derece acil. İran’ın balistik füze faaliyetleri, her ne kadar “tatbikat” olarak sunulsa da, İsrailli güvenlik çevreleri bunu operasyonel hazırlığın bir parçası olarak değerlendiriyor.
Coğrafi yakınlık bu algıyı daha da keskinleştiriyor. İran’dan ya da Tahran’a bağlı unsurların bulunduğu Lübnan, Suriye ve Irak üzerinden fırlatılabilecek füzeler, İsrail’in karar alma süresini günlerden dakikalara indiriyor. Bu durum, Tel Aviv’in İran’ın her adımını potansiyel bir “geri dönüşü olmayan eşik” olarak görmesine yol açıyor.
7 Ekim Sonrası Stratejik Kırılma
7 Ekim 2023’te Hamas’ın İsrail’e düzenlediği saldırı, İsrail’in güvenlik doktrininde kalıcı bir kırılma yarattı. Uzun yıllar boyunca caydırıcılık, ekonomik baskı ve diplomatik süreçlere dayanan yaklaşımın, sürpriz ve kitlesel şiddeti engelleyemediği düşüncesi güçlendi.
Bu deneyim, İran’ın doğrudan kırmızı çizgileri aşmadan attığı “sınır test eden” adımların artık İsrail tarafından daha az tolere edilmesine neden oluyor. Tatbikatlar, füze denemeleri ve vekil güçlerin hareketleri, Kudüs’te giderek daha tehditkâr okunuyor.
Washington Daha Geniş Bir Çerçeveden Bakıyor
ABD ise aynı istihbaratı daha uzun vadeli ve küresel bir perspektiften değerlendiriyor. Washington’da genel kanaat, İran’ın teknik kapasitesinin önemli ölçüde ilerlediği yönünde olsa da, Tahran’ın nükleer silah üretme yönünde kesin bir siyasi karar alıp almadığı konusunda görüş ayrılıkları bulunuyor.
Ayrıca ABD’li karar vericiler, olası bir askeri tırmanmanın yalnızca İsrail’i değil, ABD üslerini, Körfez’deki enerji altyapısını ve küresel piyasaları da etkileyebileceğini hesaba katıyor. Bu nedenle Washington, aceleci bir adımın bölgesel bir savaşı tetikleme riskine dikkat çekiyor.
ABD İç Siyasetinde Görüş Ayrılığı
İran meselesi, ABD iç siyasetinde de belirgin ayrışmalara neden oluyor. Cumhuriyetçi senatör Lindsey Graham gibi isimler, İran’ın ancak hızlı ve kararlı bir askeri karşılık ihtimaliyle caydırılabileceğini savunuyor. Graham’a göre gecikme, Tahran’a yeniden toparlanma fırsatı veriyor.
Buna karşın Trump yönetimi, sertlik mesajı verirken çatışmanın kapsamını sınırlamaya çalışıyor. Başkan Yardımcısı JD Vance, ABD’nin İran’la savaş halinde olmadığını, hedefin yalnızca nükleer kapasite olduğunu vurguluyor.
Diğer bazı Cumhuriyetçiler ise Amerikan askeri angajmanına açık sınırlar konulması gerektiğini savunuyor. Senatör Jim Risch’in “Bu İsrail’in savaşı, bizim değil” sözleri bu yaklaşımı yansıtıyor. Anayasal muhafazakârlar ise Kongre onayı olmadan yapılan askeri hamlelerin meşruiyetini sorguluyor.
Demokratların Endişesi: Tırmanma ve Hukuk
Demokrat cephede ise eleştiriler daha çok hukuki zemin ve tırmanma riski üzerinde yoğunlaşıyor. Parti liderleri, Başkan Trump’ın İran politikasıyla ABD’yi Kongre onayı olmadan daha derin bir çatışmaya sürükleyebileceği uyarısında bulunuyor.
Tahran’ın Tutumu: Savunma ve Belirsizlik
İran cephesinde ise söylem net: Füze programı savunma amaçlı ve müzakere edilemez. Tahran, bu alanda geri adım atmayacağını vurgularken, bu tutum İsrail ve ABD’nin tehdit tanımıyla doğrudan çelişiyor. Batılı başkentler için sorun yalnızca nükleer kapasite değil, bu kapasiteyi taşıyacak füze sistemleri ve İran’ın bölgedeki vekil ağı.
Asıl Risk: Zamanın Senkronize Edilememesi
Uzmanlara göre temel sorun yalnızca stratejik görüş ayrılığı değil, tarafların zaman algısının örtüşmemesi. İsrail’in saati coğrafi yakınlık ve kırılganlık nedeniyle hızla ilerlerken, ABD’nin saati küresel sorumluluklar ve iç siyasi dengeler nedeniyle daha yavaş işliyor. İran ise bu zaman farkını bir kaldıraç olarak kullanıyor.
2025 sona ererken İran tartışması artık teorik olmaktan çıkmış durumda. Alınacak kararlar, yalnızca bir sonraki krizin değil, 2026’ya girerken Ortadoğu’da istikrar ve riskin nasıl yönetileceğinin de çerçevesini belirleyecek.
Son güncellenme: 12:08:45





































































































































































































