Muhtemelen en büyük korkuları kıştan yana idi yola düşerken.
Kaçağa çıkmak deyip de geçmeyin. Bir tür “gerilla” düzen ve disiplini gerektirir. “Öncüsü” vardır grubun, “artçısı” vardır, yola düşmenin kuralları vardır, ne tür durumlarda nasıl hareket edileceği bellidir. Ama o lanetli günde, belli ki en büyük korkuları kıştan yana idi sadece, nereden bilebilirlerdi ki... Ferman vermişti birileri ve Diyarbakır’dan savaş uçakları bombalar yüklenmiş olarak havalanmışlardı...
Kardır, kıştır, soğuktur, birbirlerine yakın yürümüşler. F-16’ların şeytani uğultusu gökyüzünü kapladığında, birlikte imişler çünkü, uçakların sesini duyunca toplaşmışlar belki de, ne olur ne olmaz, bir “kazaya” kurban gitmeyelim diye. Ne de olsa köylerindeki karakol haberlidir kaçağa çıktıklarından da, o gece döneceklerinden de. Muhtemelen savaş uçaklarının rutin keşif uçuşlarından birini yaptığını düşünmüşler ya da “hevallerin” kamplarını bombalayacağını... Bir taş atımı mesafedeydiler köylerine oysa, o lanetli uçaklar yollarını kesmeseydi... Birlikte imişler. Birlikte ölmüşler. Parçalanarak...
“Kader” bellemişlerdir direnmeyi, başka bir hayat nedir bilmezler, yaşamak sözcüğün en geniş manasında bir “direnmek” sınavıdır; Kürtlüğünü, dilini, insanlığını sahiplenmek, savunmak için değil sadece, yoksulluğa karşı, kara-kışa karşı, olmadık kalleşliklere, ihanetlere karşı... Ama işte birileri ferman vermişti ve tepelerinden geçip gitmeyen o savaş uçakları, ölüm olup yağmıştı üzerlerine, bilememişlerdi... Köyde yollarını gözleyenler vardı ve “onlar bizimkiler” diye karakola koşmuşlardı, ama askerler onları karakola yaklaştırmamışlardı bile. Allaha sığındılar, bir mucize olsun diye. Olmadı...
Ölülerini dağa taşa saçılmış paramparça ceset parçaları olarak topladılar o gece.
O gün bugündür Roboski baştan sona ağıda kesmiş tarihimizin “êdi bese” çığlığıdır...
O gün bugündür Roboski Kürtlerin dilinde vicdan ve adalet kavgasıdır...
O gün bugündür Roboski bu topraklarda demokratlık gibi, insan hakları savunuculuğu gibi, dürüstlük gibi, insan olmak gibi manasından soyundurulmuş payelerin şaşmaz ölçüsü, turnusol kâğıdıdır. Ve artık bu sözcükler ancak “Roboski” deyince sahte ya da samimi karşılığını bulmaktadır...
O gün bugündür Roboski deyince Dağkapı Meydanı’nda kurulan darağaçları oluyoruz biz, kan akan Geliyê Zilan oluyoruz, Buğday Meydanı’nda sehpaya yürüyen Seyit Rıza oluyoruz, Munzur oluyoruz, Dersim 38 oluyoruz, 33 Kurşun oluyoruz, “artık ağlamaktan gözlerimizden yaş gelmiyor” diyen 13 yaşındaki çocuğundan kalan parçaların başında taş kesmiş Felek Ana oluyoruz...
O gün bugündür Roboski deyince biz tarihin kanlı derinliklerinden günümüze yankılanan ve anlattığını ancak vicdanı olanların duyabildiği bir ses oluyoruz: Heyfa we bu lawo..